Pes yani!


Kaç yıldır gazetecilik yapıyorum, kaç yıldır siyaseti izliyorum; böylesini ne gördüm, ne duydum... Eskiler “nevi şahsına münhasır” der, bazı hususiyetlerin altını çizerlerdi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun hususiyeti nedir? Bilmiyorum. Niçin ona “nevi şahsına münhasır bir şahsiyet” dememiz gerekir? Bilmiyorum. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... Hangi politik ihtiyaca verdiğini de bilmiyorum... Ne söylediğini de bilmiyorum... Kendince bir şeyler anlatıyor; “kayısı” diyor, “fındık” diyor, “Recep Bey” diyor, “havuzlu villa” diyor ama hiçbir şey söylemiyor... Bu kadar şey anlatıyor ama “havuzlu kooperatif evinden” hiç bahsetmiyor... Çocuklarının hem Ankara’da öğrenci, hem İstanbul’da SSK çalışanı olmasına izahat getiremiyor... Son numarası “başörtüsü...” Önceki gece, bir televizyon kanalında, “İktidara geldiklerinde başörtüsü sorununu çözeceklerini” söylemiş. Söyler... İlk kez söylediği bir şey değil. Fakat, muarızını güya köşeye sıkıştıran bir açıklaması var ki, tam ömürlük... Buyurmuş ki, “Bu kadar zigzag çizen bir Başbakanı samimi görmek mümkün mü? Ben samimi görmüyorum. Başörtüsü sorununu çözmek istemiyor. Çünkü sorunu siyasallaştırarak rant alanı haline getiriyor. Biz onları insan olarak görüyoruz... Onun için biz çözebiliriz. O çözemez, çözmek istemez. Farklı onun anlayışı, dünya görüşü farklı. Çatışma kültüründen geldi. Uzlaşmanın ne olduğunu bilmiyor...” Buradan, Kılıçdaroğlu’nun “uzlaşma kültürü”nden geldiğini anlıyoruz. Uzlaşma kültüründen gelmiş bu siyasetçinin hiç mi hafızası yok? Hiç mi dönüp geriye bakmıyor? Hiç mi, “Ben böyle konuşuyorum ama, bir gün birileri çıkıp ayıbımı yüzüme vurur” de miyor? Başörtüsü sorununu çözmemekle suçladığı siyasetçi, “velev ki” diye başlayan açıklamasından sonra, sırasıyla partilerin, sivil toplum örgütlerinin, kanaat önderlerinin kapısını çalmış, “uzlaşı” temelinde başörtüsü sorununa çözüm aramıştı. Uzlaşma kültüründen gelen siyasetçinin partisi ne yapmıştı? Ne yapacak? Kapıları sıkı sıkıya kapatmış, “Ne başörtüsü, ne uzlaşması kardeşim... Bizim laik cumhuriyetten başka bir derdimiz yok. Hadi git işine” demişti. Bununla kalsa iyi... Bir de, “Başörtüsünün dinin gereği olup olmadığı ulemaya (din uzmanına) sorulsun” diye Başbakan’ı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na şikâyet etmişti. Peki, uzlaşma kültüründen gelen bu nevi şahsına münhasır siyasetçi ne yapmıştı? Hiç sormayın... Üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan anayasa değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne koşmuştu. Peki, bu herkesin malumu bilgileri neden sıraladım? Şundan: Başbakan Erdoğan, “uzlaşma kültürü”nden gelmiş bu nevi şahsına münhasır siyasetçinin “Başörtüsü sorununu biz çözeriz” beyanatı üzerine, önceki gün bir teklifte bulundu, “Madem öyle, 13 Eylül’de oturup bu meseleyi konuşalım” dedi. Siz olsanız ne cevap verirsiniz? “Hayhay... Oturalım...” Değil mi? İnanamayacaksınız ama Kılıçdaroğlu aynen şunları söyledi: “İlk seçimde CHP’ye oy verir bu sorunun nasıl çözüldüğünü Sayın Başbakan da görür. Kim samimi, kim değil hep beraber görmüş oluruz.” Benim idrakim burada iflas ediyor. Her meselenin çözümünü “Oy verin, görürsünüz” kalıp cümlesine bağlayan bu tuhaf adama ne diyeceğimi bilemiyorum... “Pes” diyorum. Hakikaten pes...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER