Kim inanır?


Ahmet Kaya'yı linç olayı, tek başına ham görüntülerle anlaşılacak bir olay değildir. 1999 Türkiye'sini bileceksin. Geriye doğru projeksiyon yapacaksın. Ahmet Kaya'nın müzikal ve siyasi geçmişine vakıf olacaksın. O salondaki insanları, içinde bulundukları ruh halini bileceksin. Olaydan sonra onlarla konuşmuş olacaksın, tanıklara bakacaksın... Ama bu konuyu Reha Muhtar'dan, Kadir İnanır'dan, Mahsun Kırmızıgül'den veya Serdar Ortaç'tan dinlemeyeceksin. Şenay Düdek'in akıttığı timsah gözyaşlarına ise hiç kanmayacaksın. 1999 Şubat'ında Abdullah Öcalan yakalanıp Türkiye'ye getirildi. Ecevit'in DSP'si bu rüzgârla 18 Nisan 1999 seçimlerini kazandı. MHP, "idam" vaadiyle ikinci parti oldu. Tarihinin en yüksek oyunu aldı. Ahmet Kaya Kürtçe bilmeyen bir Kürt'tü. Fakir bir ailenin evladıydı. Gençliği parasızlık içinde geçti. Müzikle parayı buldu. Fakat başta öyle anlaşmalar yapmıştı ki, iki albümü çıkmasına, milyonlar satmasına rağmen, çoğu zaman otobüs bileti alacak parası olmuyor, yürümeyi tercih ediyordu. Sonra, ilk arabasını bir albüm anlaşması ile aldı, ardından paraya doydu. İyi yaşıyordu. Lüks otolara biniyordu. Etiler'de oturuyordu. Soranlara, "Biz hiçbir zaman insanların fakirliğini savunmadık" diye cevap veriyordu. Mercedes'e biniyor diye eleştirdiler, cip aldı. Zira Mercedes burjuva sembolüydü. Öte yanda... Dağlara yazılan şiirleri besteliyor, sert şarkılarla albüm yapıyordu. Ülkücüsü, Selametçisi, Nurcusu, Komünisti, Akıncısı, Süleymancısı, devrimcisi, döneği onu dinliyordu. Hiç kimse, albümlerinde açık propaganda yaptığını söyleyemez. "Kum Gibi" şarkısını dinleyin mesela, bir sevgiliye yazıldığını sanırsınız. Oysa o şarkı, dava arkadaşı için kaleme alınmış bir serenattır. Onun için... Ahmet Kaya şarkıları, anonimdir. Milliyetçiyi de kucaklar, Sosyalisti de... Bu şarkılar, aşkına karşılık bulamayanları avucunun içine alır, insan sevgisiyle dolu olan hümanistleri de kamçılar. Bütün bunlar bilinir de, rüzgâr fena tersten eserken kimse Ahmet Kaya'ya sahip çıkamaz. Kadir İnanır Ahmet Kaya'nın iyi dostudur. Pek bilinmez, Ahmet Kaya meşhur "Tatar Ramazan" filminin müziklerini yapmıştır. Hatta Kadir İnanır filmin bir yerinde cezaevi koğuşunda alır sazı eline, "Şu dağlarda kar olsaydım" türküsünü okur. Aslında playback yapar, türküyü okuyan Ahmet Kaya'dır. Ama o gün, 1999'un soğuk şubat ayında, Magazin Gazetecileri Derneği'nin İstanbul Maslak Princess Oteli'ndeki ödül gecesinde Ahmet Kaya'yı korumak, ona sahip çıkmak çok güçtür. Türkiye sadece meteorolojik olarak değil, konjonktürel olarak da buz gibidir. Ona çatal bıçak atılırken, tükürülüp "sünnetsiz p.....nk" diye ağır hakaretler edilirken, bu saldırının önünde durmak zordur. Dönem, Tunca Yönder'in, Şenay Düdek'in dönemidir. Meydan, Serdar Ortaç gibi tiplere kalmıştır. Bu tip, daha sonra askerlik sorunu yüzünden askeri mahkemede yargılanmıştır, bilmezsiniz... 11 yıl geçmiş aradan, bugünün gençleri için uzun bir süre. Hürriyet gibi, en güçlü dönemindeki gazetede "Vay Şerefsiz" diye manşetten linç edilen birini, cellatların elinden almak kolay değildir. Bu yüzden... Ahmet Kaya ile hiçbir sorunu olmayan, bilakis aynı kökten beslenen Mahsun Kırmızıgül ve "Prestij Müzik Ailesi" çalınan marşlara tempo tutmak zorunda kalmış, Kadir İnanır müdahale etmemiş, edememiştir. Sahnede "Kafama sıkar giderim" şarkısını okuyan Ahmet Kaya'ya yürekten eşlik eden Ajda Pekkan da bir şey yapamamıştır. Ahmet Kaya'ya siper olmak da zordur, sessiz kalmak da, çekip gitmek de... O gece, ona sahip çıkan "kahraman" olmadığı gibi, susup oturan da "hain" değildir. Asıl iflah olmayacak olanlar, saldıranlardır. Pişmanlarmış... Peh! Hapishanelerde de çok pişman var. Fakat bu, cezalarını hafifletmiyor.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER