Diğerleri Mahsun Kırmızıgül'ü kıskanacak...


İlk intibam "Bravo Mahsun Kırmızıgül'e, iyi iş çıkarmış" şeklinde oldu. Gerçekten izlenebilir bir film NY'ta Beş Minare. Ben bir filmi izlerken o filmin teknik yönü, müziği vs'ye ikinci planda bakarım. Asıl ilgilendiğim bu filmde hayata dair kapacağım birkaç cümle, birkaç eylem var mı ona bakarım. Bu filmde var. Öyle bir cümle var ki daha önce duymamıştım. Filmin başrolündeki Hacı Gümüş şöyle diyor: "İnsan doğunca ezanı okunur, namazı kılınmaz, ölünce namazı kılınır ezanı okunmaz. İşte hayat bu ezan ve namaz arası kadardır." Filmde İslam'ın şiddete bakan yönü ile merhamet ve sevgiye bakan yönü çok iyi işlenmiş. Hizbullah lideri "İslam'da şiddet vardır" iddiasında. Hacı Gümüş ise tam tersi "merhamet ve sevgi dinidir İslam" diyor. İkisinin karşılaşmasında Hacı Gümüş Hizbullah liderine şöyle diyor: "Hz. Peygamber 23 yıllık peygamberlik döneminde sadece iki ay savaşmıştır..." Film için çeşitli eleştiriler yapılabilir ama söyleyeceğim şu, NY'ta Beş Minare Türk Sineması adına çıtayı yükseltmiş görünüyor. Diğer yönetmenlerin kıskanacağı bir iş olmuş. Ama yine de çeşitli bakımlardan eleştirelim: Entel eleştiri: Mahsun, ne yazık ki karakterleri derinlemesine analiz edememiş ve içsel travmalarını beyazperdeye ustalıkla yansıtamamış! Empatik eleştiri: Ben olsam bu kadar parayı bu işe yatırmaya cesaret edemezdim. Emeğe saygı beyler! Tarafgir eleştiri: Helal sana Mahsun, alem buysa kral sensin. Görgüsüz eleştiri: Filmini izlemedim ama kesin kötüdür. Mahsun bu işi bilmiyor. Zaten hiçbir filmini de izlemedim, izlemem. Acımasız eleştiri: Mahsun; yazıp, yönetip, oynama huyunu bırakmalı. Mümkünse hiçbirini yapmasın, değilse sadece yönetsin. Teknik açıdan bakılacak olursa, Türk Sineması'nda din-dindar, imam, hoca, cami, tarikat, tekke konulu filmlerde alışılagelen önyargılı ve düz kalıp bakış açısına göre daha derinlikli ve objektif bir bakış açısı sunuyor diyebilirim. Türk Sineması'nın son yıllarda kat ettiği teknik ve prodüksiyon başarısının canlı bir kanıtı olması. Kurtlar Vadisi Irak'tan sonra aksiyon sahneleri en başarılı film diyebiliriz. Diğer taraftan İslam-terör ilişkisi ve 11 Eylül olayı akabinde ABD'de gelişen İslam karşıtı önyargılara Türkiye'den bir cevap niteliği taşıyor. Bunu yaparken de İslam'ın şiddet içeren ya da şiddete kaynak gösterilen yönü ile özünde ve aslında İslam'ın ne kadar barışçıl bir din olduğu mesajını odağına alıp aksiyon sineması formatı içinde anlatmaya çalışması da ayrıca takdir edilecek bir yaklaşım. Ayrıntılara inildiğinde elbette söylenecek çok söz olabilir ancak genel itibariyle Kırmızıgül'ün yönetmenliğindeki NY'ta Beş Minare biraz didaktik de olsa mesajını başarıyla aktarıyor. Yer yer oyunculuklar, diyaloglar, olay örgüsündeki karmaşıklık ve pek çok konuyu anlatma niyetinin yol açtığı acelecilik filmin aksayan yönlerini oluştursa da bu genellikle iyi bir film. Film Türkiye'de, muhtemelen Fatih civarında bir yer, Hizbullah terör örgütünün merkezine yapılan bir silahlı operasyonla açılıyor. Bu sahnelerin fena halde Hollywood polisiye aksiyon sinemasından esinlendiğini söylemek lazım. Ayrıca elinde roketatarlarla polisle çatışmaya giren bir terör örgütü profili de biraz abartılı olmuş. Ardından emniyet teşkilatı, uzun süredir peşinde olduğu bu İslami terör örgütünün gizli liderinin ABD'de yakalandığını ve onu getirmek için iki polisini NY'a gönderir. Fırat (M. Kırmızıgül) ve Acar (M. Sandal) adlı bu iki polisin de özel görev alanları İslami terördür. Özellikle Fırat uzun yıllar cemaat ve tarikatlar içine yerleşerek onları içeriden denetlemekte ve haklarında raporlar düzenlemektedir. Filmin ilk yarısı NY'ta Hacı Gümüş'ün (Haluk Bilginer) FBI'dan teslim alınması ve daha sonra kaçması, Fırat ve Acar'ın Hacı Gümüş'ü bulmaları ve akabinde aralarında gelişen yakınlaşma vs. ile geçiyor. Doğrusu burada da filmin teknik düzeyinin oldukça başarılı olduğunu ifade etmek lazım. Türk Sineması'ndaki genel bir sıkıntıdan Mahzun da nasibini almış ve birçok şeyi tek bir filmde anlatma derdine düşmüş. Bir yandan İslam'ın güzel yüzünü gösterme gayreti, bir yandan dini terör adı verilen ve ne olduğu gerçekten muamma olan bir konuyu işleme gayreti, öte yandan kan davası konusu. Çok gerekli miydi? Bence değil. Ya da en azından bu kadar uzun boylu işlenmesi gerekmezdi bu yan hikâyelerin. Asıl anlatılmak, vurgulanmak istenen konuya daha derinlikli olarak yaklaşılabilirdi. Örneğin, nezarethanede Deccal ile Hacı Gümüş'ün tartışmaları filmde verilmek istenen mesajın en zirve düzeyde başarılı işlendiği bir sahne olarak karşımıza çıkıyor ancak bu bölüm kısa kalıyor. Bana kalırsa senaryoda Hacı Gümüş üzerinden hikâye kurgulansa ve özellikle Deccal ile karşılaşma sahneleri biraz daha uzun tutulup, daha derinlikli ve etkileyici bir dille anlatılabilse daha iyi olurmuş. Başka bir konu da, Türkiye'de din adına terör estiren oluşum ya da oluşumların aslında kimler tarafından yönlendirildiği, derin devletle ilişkileri gibi filmde dolaylı olarak ve sadece imalarla geçiştirilen konular var ki, Mahsun açıkçası konunun politik yönlerine fazla dalmamayı tercih etmiş. Böyle yaparak belki de zülfü yare dokunmadan meramını anlatmayı tercih etmiş olabilir ama bu konuları bilenler için filmin fazlaca bir şey söyleyemediğini de belirtmek lazım.
<< Önceki Haber Diğerleri Mahsun Kırmızıgül'ü kıskanacak... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER