Kaosla barış


İran devrimi yaşandığında bizdeki laik kesim ve Batılı gözlemciler Türkiye'de de benzer bir kalkışmanın ortaya çıkabileceğinden, bir İslami kaymadan tedirgin olmuşlardı. Oysa tarih söz konusu tedirginliğin hiçbir maddi, ama asıl önemlisi zihinsel temelinin olmadığını söylüyordu. Bu iki ülke yüzyıllardır birbirine benzememişti ve bundan sonra da benzeyecekleri çok şüpheliydi. Yüzeysel bir bakışla bu benzemezliğin nedeni bir yanda Sünniliğin, öte yanda Şiiliğin hakim olmasıydı, ama salt doktrinden hareketle böylesine yapısal bir farklılığı açıklamak zordu. Ama zihniyete bakıldığında, mezhep farklılığının nasıl çok daha derin bir ayrışmanın taşıyıcılığını yaptığının belirtilerini yakalamak mümkündü. Şiilik ataerkilliğin egemen olduğu bir coğrafyanın din anlayışını temsil etti. İran'daki toplumsal asabiyeyi Şiilik oluşturmadı. Oradaki asabiyeye uygun düştüğü oranda Şiilik doğal olarak benimsendi. Ataerkillik boşluk bırakmayan bir sosyal sistem ve bunu taşıyan bir rehberlik hiyerarşisini ifade ediyordu. Ne yaşanırsa yaşansın toplumun kendini yeniden kurumsallaştırmasına müsait bir örgütsel iskeleti vardı. Şiilik kendine özgü batıniliğiyle bu yapıya anlam ve içerik katarken, onu güçlendirip dünyevileştirdi de... Öyle ki mollalık müessesesi, ekonomik sistemin iç entegrasyonunun temel güvencesi ve yeniden üreticisi oldu. Geleneksel İran toplumunun dışarıdan lider gereksinimi olmadığı gibi, kaos ürkekliğini de bilmediler. Dolayısıyla tereddüt geçirmeden sistemi kolayca yıktılar ve o yıkımın kendiliğinden bir yeniden inşaya yol açacağından da düşünmeden emin oldular... Oysa Sünni dünya bu ruh halinin hep çok uzağında kaldı. Rehberlik müessesesi küçük dünyaların içine sıkışarak, anlam ve derinlik kozaları oluşturduysa da, büyük sistem üzerinde meşruiyet hakkına sahip olmadı. Sünni dünya devletlerin mutlak hakimiyetini, dolayısıyla da yönetimin iradesini öne çıkardı. Toplumun bekasının devlete itaat ve biat etmekle mümkün olduğuna inanıldı. Otoriter zihniyetin din anlayışına damgasını vurmasının karşılığı olarak Türkiye'deki Sünnilik doğu Müslümanlığına kıyasla daima daha pragmatik, dünyevi ve yüzeysel oldu. Bu durum dini 'sistem kurucu' bir unsur olmaktan çıkararak, tepeden verilen sisteme uyum sağlamanın aracı haline getirdi. Paralel olarak, toplumsal yapının devlet olmadan çökeceği korkusu, en kötü devletin bile devletsizlikten iyi olduğu kanısını pekiştirdi. En yaygın alt mezhep olan Hanefilik ise ömrünü otoriteyle mücadele içinde hapislerde geçiren Ebu Hanife'nin manevi mirasına karşın, söz konusu otorite bağımlılığını meşrulaştırdı. Böylece Anadolu'nun Sünni/Hanefi cemaati derin bir kaos korkusu içinde yüzyıllar geçirdi. Dinin bekası devlete muhtaçken, dindar da din olmadan bir hiçti... En zalim yönetim bile, razı gelinmesi, üzerine titrenmesi gereken bu kadim hasletin temsilcisiydi... Bu nedenle Anadolu bir din kalkışmasına hiç tanık olmadı. Dindarların toplumsal yükselişi, hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde halen onları geniş sisteme entegre ediyor ve 'beyazlaştırıyor'. Bu bir dinden uzaklaşma değil, dindarlık yolunun uzandığı nokta... Diğer bir deyişle İran cephesinden bakarsak Anadolu Müslümanlığı zaten bin yıldır 'beyazdı'. Mısır bu iki ülkenin ortasında duruyor. Sünnileriyle ve Hıristiyanlarıyla bize göre çok daha derinlikli ve felsefi bir din algısına sahipler. Bunun muhakkak ki birçok avantajları da var, ancak toplumsal açıdan bir sıkışmayı ifade ediyor. Mısır'ın çoğunluk cemaati olan Müslümanları bugüne dek ne kolayca başkaldırabildiler, ne de modern dünyaya uyum anlamında iç huzuru içinde 'beyazlaşabildiler.' Hepsi eski asker olan devlet başkanları geleneği, katı bir diktatörlüğün sorunsuzca yürütülebilmesi, toplumun örgütsüzlüğü ve parçalanmışlığı bu yapıyı destekler mahiyette. Mısır'da da biat kültürü öylesine yerleşik, kaos korkusu o denli derindi ki, toplumun ancak 'dışarıdan' müdahale ile yönetilebileceği ve aslında toplumun tam da bunu gereksindiği söylenebilirdi. Ancak o Mısır bir anda tetiklenen bir enerjiyle ve ilk kez ayağa kalktı. Bu basit bir değişim değil... Değişmiş olanın görünür hale gelmesi. Değişmiş olanı anlamak için ise zihniyete bakmak gerekiyor. Kaosu bir tehdit olarak algılayan bir toplumun şimdi o kaosa kucak açması, kaosun temsil ettikleriyle barışma yolunda olduğunu gösteriyor. Belirsizliğe ve bilinmeyene razı olmak, aynı zamanda bu durumu idrak etmeyi de ima eder. Mısır toplumu kendi zihninde demokratlığa bir pencere açıyor. Kendisini razı gelen konumundan çıkararak, inşa edici kılıyor. Müslüman dünya herkes için hayırlı bir adım atıyor...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER