Yeni Şafak'ın Genel Yayın Yönetmeni Yusuf
Ziya Cömert, "Hepimiz Erbakan'ın paltosundan çıktık" tesbitinde bulundu.
Tevafuk mu denir, tam da o yazıyı okumadan evvel palto meselesi zihnime takılmıştı.
Palto meselesi mâlum ve meşhur ama tekrarında fayda var; Dostoyesky'e atfedilen bir sözdür bu, "Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" demiş üstâd; "Hepimiz onun açtığı çığırda yürüyoruz, mânevi vârisiyiz, onun edebî mektebinden
mezun olduk" mânâsında...
Rahmetli Erbakan'ı sağlığında genellikle eleştirmiş, tarz-ı
siyasetinden hoşnutluk duymamış biri olarak tam da o esnada böyle şeyler düşünüyor, kendi kendime diyordum ki, Hoca'nın paltosundan yüzlerce aktif siyaset v
e devlet adamı, yüzlerce belediye başkanı,
sanatçı,
bilim adamı,
şair, yazar, gazeteci çıktı ve bunlar
Türkiye üzerinde hâlen etkili durumda insanlardır. Vaktiyle Erbakan'la aynı zaman ve zemin çizgisinde yola çıkmış bir başka sağ-muhafazakâr lider ve
siyasi hareket daha vardı. Her iki siyaset adamı da aynı kitleye hitab ediyor, ondan
destek almaya çalışıyordu. Az gidildi, uz gidildi, aradan kırk yıl geçti...
Hoca'nın paltosu bereketli ve sıcak bir melce' olmalı ki, orada yetişenler, ülkeye daha iyi
hizmet etmek imkânı buldular.
Peki, vaktiyle bizim sığındığımız paltodan çıkanlar bugün nerededir?
Bu soruya
cevap vermek kolay da insanın canını acıtıyor. Mühimce bir kısmı yalnız, küskün, buruk ve incinmiş bir hâletle kendi içlerine kapanıp ömürlerinin muhasebesini yapmaktalar. "Biz niçin
iktidar olamadık" hayıflanmasının hesabı değil bu, "Yanlış neredeydi, nerede yanıldık?" sorusuna cevap aramak... Yanlış neredeydi; liderde mi, doktrin haline getirilmeye çalışılan fikirler yumağında mı, üslûpta ve metodda mı?
Siyasetten, particilikten, mevkii ve mansıptan yana beklentisi kalmamış, olup biteni uzaktan buruk bir gülümseyişle seyredenlerin böyle bir soru sormaya hakları olsa gerektir.
Dön geri bak; "O olmasaydı, yerine şu geçseydi durum daha farklı olabilirdi" denilebilecek bir isim yok, demek ki insana ve topyekûn kaliteye yatırım meselesinde ihmâl söz konusu. Fikirler yumağına göz atıyorum; Türkiye'nin bugünü ve yarınına ışık tutacak zengin bir muhteva görünmüyor; aynı perspektifle dünü anlamak da müşkül.
Hazinelerin üstünde sefalet çeken birinin dramı... Sahip olduğu, olabileceği vâriyetten habersizlik. Vâriyet sahibi olmak meğer pek de önemli değilmiş; aslolan variyeti tasarruf tarzı. Üslûp; zor zamanda masaya
yumruk indirmenin bir üslûp teşkil ettiğini söyleyebiliriz; ne var ki her meselede masaya yumruk atarak problem çözülmüyor. Celâdet,
evet çok değerli bir nitelik; elbette ilim, basiret, merhamet, yüksek insani değerlerle bir arada bulunduğunda...
Sadece mahalleye hırsız, haydut, uğursuz dadandığında akla gelen bir kuruluş olmaktan gurur duyulur mu hiç; kendinizi o vazifeye adamış iseniz elbette hoşlanır, gururlanırsınız ama asıl maksat mahalleye bile değil, şehre, hatta bütün beşeriyete yeni bir hayat soluğu üflemekse bundan mutmain olunmaz.
Palto benzetmesi hakkında konuşmak, aslında siyasi hayatımızın doğurganlığı ve imkânlarını düşünmektir. İnönü'nün
CHP'si,
Menderes ve Bayar'ın DP'si de bu mânâda etkiliydi ama kalıcı olamadı; başka bir şeye dönüştüler veya dönüşmek zorundalar. Erbakan'ın siyaset okulu da, yine kendi talebeleri tarafından başarıyla dönüştürülerek siyasette kendine bir mecrâ buldu. CHP, ihtiyacı farkettiği halde kireçlenmiş eklemleri sebebiyle değişmekte zorluk çekiyor.
Kerâmet paltoda değil; anahtar kelime olsa olsa değişimdir.