Şeytan bin yıl beklese payına bir şey düşmez


Renk, dil ve kültürel farkların varlık sebebi, tanışmaktan başka bir şey değil. Tanışmak, kaynaşmanın yolunu açıyor. Evhamlardan beslenen ve kötü niyetliler tarafından körüklenen korkuların istilasına son veriyor. Türkiye'den gelen bir grup işadamı, yaptıkları görüşmeler sonrasında hem kendileri yaşadı bu gerçeği hem de Brezilyalıların yaşamasına vesile oldular. Anlaşılan o ki, fazla bir şey beklemiyorlardı Brezilya seyahatinden. "Madem bu kadar konuşuluyor, hükümetler yakınlaşıyor, gidelim; hiç olmazsa bir ülke görmüş oluruz." gibi niyetlerle çıkılan yolculuğun dönüşü hiç de öyle olmadı. "Burasının bir Afrika ülkesi olmadığını gördük." cümlesi her şeyi özetliyordu. Gidip görmek, görüp detaylara ulaşabilmek hem önyargıları silip süpürüyor, hem de fırsatları gözler önüne seriyor. Sözün özü, Türkiye Brezilyalılar için, Brezilya da Türkler için kârlı birer pazar haline gelmiş. Belki de "Birçok gelenin her biri memnun ki gördüğünden / Çok geçmeden dönerler her biri seferinden." diyeceğiz uğurladığımız işadamları için. Merhum Yahya Kemal'in, "Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden / Çok seneler geçti, dönen yok seferinden" mısraları Türkiye'ye giden Brezilyalılar için geçerli olacak. Onlar da ciddi ciddi umutlandılar çünkü. Sadece iş imkânları değil, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı tabii güzellikler de büyüledi insanımızı. Pão de Açúcar tepesine iki teleferikle çıkıp, Rio aynasında Cemil isminin cilvelerini seyretmek fevkaladeydi. Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla Jesus heykelinin bulunduğu tepeye terenle tırmanıp, insanların inançlarını taşlara kazımaktaki gayretine şahit olmak gerçekten düşündürücüydü. Düşünce hayallerin ve düşlerin kapısını aralıyor, Pão de Açúcar ile Jesus heykelinin ortasında yer alan boş bir tepeye nazarlar ilişiyordu. Cebel-i Nur gibi tevazuunu, resanetine yaslamış bu tepe, şehrin tam ortasında olmakla beraber insanlarla sanki hiç alakası yokmuş gibiydi. Granit kayaların üzerine zümrütten yeşillikleri sermiş, bir tarafına gölü, diğer tarafına da denizi alarak gelip üstüne konacak "üveyikleri" beklemeye koyulmuştu sanki. Bizim için belki de o tepe "kalbin zümrüt tepelerine" uzanan yolun mücessem bir basamağı olabilirdi. Bunca güzelliği yaratan Allah (cc), tecelliden isme ulaşmak isteyenler için merdiven lütfetmez mi? Neden olmasın? Yeter ki hakkıyla isteyebilelim. Rio'nun ruhu dinlendiren güzellikleri, akşam Türkçe Olimpiyatları'na katılacak öğrencilerin şiir, şarkı ve skeçleriyle taçlandı. Ticari hava kendi yuvasına çekilmiş, kültür ortamında Türkler ve Brezilyalılar insan insana birkaç saat yaşamışlardı. Müdire hanım, öğrenciler ve işadamlarının yüzlerinde aynı ifade, bakışlarında aynı parıltı vardı. "Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım" adımı, "Sevelim, sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz" neticesine doğru tatlı meltemlerle sürüklüyordu ruhları. Derken işadamları bir jest yapıp bu tatlı anı hediyelerle kalıcı hale getirdiler. Yaşanan tatlı saatler geçecek, adeta cennetten süzülüp gelen bu İlahi neşveli duyguların yerini başka duygular almak isteyecek. Gündüzleri gecelerin takip ettiği gibi, umutları boğmak üzere yeisler, üşüşme telaşına düşecek. Olsun. Ne çıkar? "İnancın sihirli şarkısı dillerimizde / Mecnûn'unkine denk aşk var(sa) gönüllerimizde." Ve eğer nasip olur da "kalbin zümrüt tepelerinde" ağırlayabilirsek bir gün pırıl pırıl Brezilya insanını... Böyle bir tanışmanın, bilişmenin tadına tat yetişmez. Şeytan bin yıl beklese payına bir şey düşmez. İnşallah.
<< Önceki Haber Şeytan bin yıl beklese payına bir şey düşmez Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER