Virüs


Nedim Şener, Ahmet Şık ve Oda TV ilişkisi, birkaç not yüzünden haftalarca tartışıldı. "Nedim'e söyle Ahmet Şık'ı çalıştırsın... Sabri Uzun'la görüşelim; Ulusal Medya 2010 vs..." Oda TV avukatları, Boğaziçi Üniversitesi'nden bilirkişi raporu almış. Raporda, "Bilgisayar dosyalarının ve belgelerinin hemen aynı anda yaratılmış ve silinmiş olması normal bir durum değildir. Normal olarak bir dosya yaratıldıktan sonra, üzerinde belli işlemler yapılıp ya başkasına gönderilecek veya silinecek; bu işlemler arasında dakikalar geçecektir. Böyle bir durumda dosyaların virüs ile yaratılıp silinmiş olması ihtimali büyüktür" deniliyor. Olaya virüs karışmışsa, davanın çökeceğini baştan beri söyledim. Ama hayretle gördüm ki, hiçbir gazete bu bilirkişi raporunu ciddiye almamış. Nedim Şener ve Ahmet Şık için yazılar döşeyenler de dahil... Rapor mu dandik? Yoksa, Şık ve Şener'e gösterilen ilgi mi sahte? Birkaç gündür bunu düşünüp duruyorum. Sav ve vefa Önder Sav'ın liste dışı kalması beni hiç şaşırtmadı. Sav olmasaydı, Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkanlık koltuğuna oturamayacaktı. Siz belki "Bu ne vefasızlık!" diye düşünebilirsiniz. Ama siyaset, işte böyle vefasızlıklarla doludur. Önder Sav'ın, Genel Sekreterlik makamını bütün yetkileriyle koruyabilmek için, Deniz Baykal'ı bertaraf ettiğini hatırlıyoruz. Oysa, onu, o göreve getiren Baykal'dı. Sav, CHP'li delegelerin Kemal Kılıçdaroğlu'nu seçmesini sağladı. "King Maker" (Kralı tayin eden kişi) rolünü de gözler önüne sermekten çekinmedi. "Eski kralın üzerini çizdim, yeni kralı ben yarattım" havasındaydı. O tarihlerde, "Süleyman Demirel'i Adalet Partisi Genel Başkanı seçtiren Mehmet Turgut ve ekibinin, sonradan Demirel tarafından tasfiye edildiğini hatırlatarak, Kılıçdaroğlu, kendisini güçlü gördüğü bir dönemde, vesayet halinin sürmesini istemeyecek, büyük ihtimalle Sav'ın üstünü çizecektir" diye yazmıştım. (22 Mayıs ve 10 Haziran 2010-Sabah) Kılıçdaroğlu, ilk adımı, Yargıtay Başsavcısı'nın sunduğu fırsatı değerlendirerek atmıştı. Genel Sekreterliğin yetkilerini budadı; Sav'ı MYK dışında bıraktı ve Parti Meclisi'ndeki etkisini ortadan kaldırdı. İkinci adımı da, onu, milletvekili adayı yapmayarak atmış oldu. Dedik ya, siyasette vefasızlık olağan bir durum. Üstelik, Sav'ın da bir vefa timsali olduğu söylenemez. Hesap verme günü Sol örgüt mensupları, F Tipi cezaevlerine nakilleri protesto için ölüm orucu başlatmışlardı. 19 Aralık 2000'de 20 hapishaneye baskın düzenlendi ve amaç, ölüm oruçlarından caydırmak olduğu için, operasyonun adına da "Hayata Dönüş" denildi. "Hayata Dönüş Operasyonu"nun gerçek adının "Tufan" olduğu, bu planın Jandarma bünyesinde hazırlandığı, geçen hafta ortaya çıktı. Operasyon sonrasında, gazetecilere brifing verilmiş ve "Mahkûmlar kendilerini yaktı; ölümlerin sebebi budur" açıklaması yapıldı. O günkü havayı ve kuşkularımı 23 Aralık 2000 tarihli yazımda dile getirmiştim: "Andıç belgesi elimize geçtiği günden beri, her olaya şüpheyle yaklaşır olduk. Televizyonlardan peş peşe tekrarlanan ve terörist lider tarafından örgüt mensuplarına iletilen 'Kendinizi yakın' emri gerçek mi? Yoksa böyle bir kaset doldurulup, televizyonlara dağıtmak suretiyle, kamuoyu yönlendirilmek mi isteniyor? Acaba operasyon sırasında, birileri, arzu edilmeyen davranışlarda bulundu da, bu davranışın neticeleri mi gözden saklanıyor? Kısacası, operasyon yapılırken, yangın bombası atıldı mı? Ekrandan duyduğum bir terörist kadının çığlığını unutamıyorum: '6 kişiyi diri diri yaktılar.' Nerede o terörist kadın? Niçin hiçbir basın mensubu ölüm orucu yapanlarla veyahut yananlarla görüşemiyor; görüştürülmüyor? Sadece Başbakan ve Adalet Bakanı konuşuyor ve onlar bilgi veriyor. Onların söyledikleri doğru kabul edilip, haber haline getiriliyor. Bari 'iddia etti; ileri sürüldü' gibi cümlelerle nakledilse... O da yapılmıyor. Hadiseler en ufak kuşku duyulması gerekmeyen gerçekler şeklinde halka sunuluyor. Gazetelere sadece devletin buyurdukları, bakanın anlattıkları yansıyor. Madalyonun diğer yüzünü bir türlü göremiyoruz. Bu yüzden, bize gösterilene tam anlamıyla inanamıyoruz." *** Aradan 10 yıl geçti. Operasyondaki hatalar, ihmaller ya da kasıtlar, ancak, yargı önüne çıkabildi. Ama, sadece bir uzman çavuş ve 38 asker hakkında dava açıldı. Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi, işi biraz daha kurcalayınca, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı'nın arşivinden "Tufan" planı çıktı. "Tufan" isimli planın İstanbul İl Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş'un imzasını taşıdığı anlaşıldı. Operasyonda birinci derecede sorumlu olduğu belirtilen Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanı Burhan Ergin ile üsteğmenler Bayram Özer, Murat Bektaş, İdris Tahta, Ayhan Ayar, Ahmet Yanaral ile Binbaşı Hüseyin Bakır'ın adları da kamuoyuna yansıdı. Müdahil avukatlar, bu kişiler hakkında da dava açılmasını talep ediyorlar. Türkiye'de çok şey değişti. Artık, askerler de hesap veriyor. İnsansız hava aracı Heron görüntülerini göz ardı edenler, mayın döşeyip erlerimizin ölümüne sebebiyet verenler, Şemdinli'de bomba atıp, adam öldürenler, darbe planlayanlar, birer birer mahkeme önüne çıkıyor. 12 Eylül'ü gerçekleştirenler bile, hesap verme yolunda. Türkiye'de demokratik açılımı küçümseyenlere duyurulur.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER