Seçim sonuçlarına dâir herhangi bir tahminde bulunmadım. Çünki elimde yeterince veri yokdu. Kaldı ki ellerinde sözümona yeterince veri bulunan bâzı kamuoyu araştırma kurumlarının hâl-i pür-melâli de ortada. Ama kendime sakladığım bir temennîm vardı tabii.
AK Parti’nin %50 sınırını aşmasını istiyordum. Bunun sebebiyse yeni bir anayasayı hazırlayabilecek yegâne politik formasyonun AK Parti olduğu yolundaki kanaatimdi. Öbürlerinin buna niyeti olduğunu dahî sanmıyorum. Hem yeni bir anayasa ve hem de Kürd meselesini çözebilecek partinin AK Parti olduğunu sanıyorum ama bu onun ille de bunları başarabileceği anlamına gelmiyor bence. Başarırsa ancak AK Parti başarır düşüncesindeyim. Dediğim gibi bu her şeyden önce bir niyet etmeğe bağlı.
Öte yandan yeni hükûmetin önünde dış
politikayla ilgili fevkalâde önemli problemler bulunduğu da bir gerçek. Sûriye,
Kıbrıs,
Ermenistan ve AB problemleri gibi. Ayrıca bunlar günümüzde artık iç ve
dış politika alanlarında gitgide birbirine hulûl eden konular. Neyin tam anlamıyla iç ve neyin dış mesele olduğunu ayırdetmek zorlaşıyor. İşte Kürd ve Sûriye problemleri.
Türkiye’nin önünde dâimâ önemli dış politika problemleri bulunmasını ben ilk planda ülkemizin olağanüstü stratejik konumuna
bağlama eğilimindeyim.
Anadolu’da kurulan devletler her zaman büyük devlet olarak “kurgulanmış”lardır. İşte Hititler, Doğu Roma,
Bizans, Selçuklular, Osmanlılar. Eşyânın tabiatı bu.
Bu bağlamda Kürd ve Sûriye problemlerini doğru kavrayabilmek için Anadolu’nun Sûriye ve
Kuzey Irak, yâni
Güney Kürdistan’la bir “bütün” teşkîl etdiği gerçeğini de göz önünde bulundurmalıyız. Unutmayalım ki dünyâ târihinin bilinen ilk barış belgesi olan ve M.Ö. 1296 Hazîranı’nda imzâlanmış bulunan Kadeş Andlaşması Anadolu ile Sûriye arasındaki münâsebetlerle ilgiliydi ve netîceten Sûriye’nin Anadolu ile birliğini te’yîd etmişdir.
Anadolu,
Kuzey Irak ve Sûriye, en azından Kuzey Sûriye arasındaki birlik ve berâberlik 1918 Yılı’nda Birinci Cihan Harbi Gâlibi Batılı büyük devletler tarafından kasden bozulmuşdur. Bugün Irak ve Sûriye’de cereyân eden kanlı hâdiseler, benim okumamla “taammüden cinâyet” faslına girer. Doğrusu istenirse tam bir kurtla bir olup koyunları parçaladıkdan sonra çobanla ağlaşma numarasıdır. Onyıllarca
Saddam yâhut Baba
Esad gibi diktatörleri baş tâcı eden, Kaddâfî gibi bir edebsize Elysée Sarayı bahçesinde çadır kurduranlar herhâlde bir gece içinde ilâhî bir ışıkla aydınlanarak hakıykate ermediler.
AK Parti şimdi halkdan aldığı tâze ve daha güçlü bir icâzetle bu problemlerin üzerine giderken umarım ki konunun târihî arkaplanını gözden kaçırmayacakdır.
Öte yandan Başbakan’ın, son
balkon konuşmasında “İnanın, bugün
İstanbul kadar
Saraybosna;
İzmir kadar
Beyrut,
Ankara kadar Şam;
Diyarbakır kadar Râmallah,
Batı Şeria,
Kudüs,
Gazze kazanmışdır” demesi beni iyimserliğe sevkediyor.
Bence konuşmanın en önemli bölümüydü bu ve nedense üzerinde durulmadı pek.