Açık kapı


Açık kapı aranmaya başladı ya bir kere; mutlaka bulunur. Taraf'ın haberine bakılırsa Başbakan Erdoğan hukukçu kurmaylarına Hatip Dicle olayını çözmek için açık kapı bulmalarını söylemiş. Onlar da bugünkü yasal çerçevenin açık kapı bırakmadığını söylemişler. Sonunda yasadaki "Bir yıl ve daha fazla ceza alanlar üç yıl boyunca milletvekili seçilemezler" maddesinin değiştirilip bir yılın beş yıl yapılması üzerinde durulmuş. AK Parti'nin sorunu seyretme aşamasından çözme aşamasına geçmesi elbette sevindirici. Böylece Meclis'in meşruiyetinin zedelenmesi de önlenmiş olacak ve "sıfır kilometre bir anayasa" için gereken temsil kabiliyetine sahip bir Meclis yakında çalışmaya başlayabilecek. Ayrıca Erdoğan AK Parti'yi temsilen bir heyetin sorunu birlikte tartışmak üzere BDP'ye yollanmasına karar vermiş ki bu da seçim sürecinde iyice "düşman kardeşler" haline gelen iki partinin arasında bir diyalogun başlaması bakımından da çok iyi. Hepsi iyi hoş da temel bir sorunumuz var: Bizde siyaset daha ne kadar zaman sorun çözmek için yasalar etrafından dolanmaya; açık kapı bulmaya çalışacak? Bugün bir yıl hüküm yiyen bir siyasetçiyi "kurtarmak için" yasadaki 1 yıl 5 yıla çıkarılarak bulunan palyatif çözüm; yarın 5 yıl hüküm giymiş biri "kurtarılmak" istendiğinde işe yaramayınca ne yapılacak? Bizim siyasetçilerin kötü bir huyu var: Her krizi tek tek çözmek... Kriz palyatif bir tedbirle çözüldükten sonra da krize yol açan konuyu unutmak... Acil hallerde telaşla bir açık kapı bulup geçmek ama kriz atlatıldıktan sonra, ana kapının kilidini tamir ettirmeyi unutup, bir başka sefere yine aynı kapının önünde çaresiz kala kalmak... Oysa iyi işleyen demokrasilerde böyle boyuna "açık kapı" aranıp durmaz. Yasalar sorun yaratmak için değil, sorun çözmek için hazırlanır ve bu yüzden de boyuna yasalara karşı takiye yapmak zorunda kalınmaz. X x x "Siyaset, eski rejimin bütün alanlarında titiz bir mayın taraması yapıp, mayın haritalarını çıkarıp, her bir mayını büyük bir dikkatle söküp çıkarana kadar bu dizi krizler bitmeyecek" demiştim son yazımın sonunda... Terörle Mücadele Kanunu denilen yasa işte bu mayınlardan biridir. 90'lı yıllardan bu yana demokrasimizin başına bela olan, defalarca krizlere yol açan, ne zaman patlayacağı, kimin bedenini paramparça edeceği, en iyi ihtimalle ayağını uçurup sakat bırakacağı belli olmayan ve mutlaka yasalarımızdan söküp çıkarılması gereken bir mayın... Bu yasada yer alan "terör propagandası yapma suçu" yüzünden, neredeyse yirmi yıldır, demokratik bir rejimde aslında hiç dava edilmemesi gereken "fikir ve siyaset suçluları" yargılandı, afiş asan, slogan atan, gösteri ve yürüyüş yapan, konuşma yapan, yazı yazan, bir örgüte üye olup da karınca bile incitmemiş olan binlerce insan hapishaneleri doldurdu. Ben 1995'te bir köşe sahibi olduktan sonra, ilk makalelerimden birini bu yasa için yazmışım. O zamanlar Mesut Yılmaz bu kanunun değişmesi için "Şu anda sırası değil" demiş. Aradan yıllar geçmiş, iktidarlar değişmiş, ana muhalefet değişmiş ama "sıra" gelmemiş. TMY yüzünden nice siyasi kriz çıkmış; bu krizlerin her biri için "yaratıcı" by pass formülleri bulunmuş; yazarlar tutuklanmış, 8. maddeyle oynanmış; taş atan çocuklar kamuoyunun vicdanını rahatsız edince, hadi yine bir değişiklikle çözüm bulunmuş. Ama işi kökten ele alıp da şu yasayı kaldırmanın "sırası" bir türlü gelmemiş. Bence artık, Hatip Dicle krizini fırsat bilip şu soru soruyu sormanın zamanıdır: Terörle mücadele için böyle ayrı bir yasaya gerek var mı? Bir sonraki yazımda bu sorunun cevabını arayacağım.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER