YAŞ, TSK ve Suriye


Şair Cahit Zarifoğlu, Hafız Esad’ın 1982’de gerçekleştirdiği Hama katliamını şu dizelerle anlatmıştı: ‘O sabah ezan sesi gelmedi camimizden/Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına.’ Onbinlerce insanın acımasızca katledildiği o günlerin acısı yüreklerde hala taze. Suriye’de son bir yılda yaşanan her olayda, rejimin bu tür katliamları gözünü kırpmadan yeniden yapabileceğini öngörenler, ne yazık ki haklı çıktılar. Bu kez oğul Esad sahnede. Tanklarla desteklenen Suriye askerleri, Hama kentini dört bir yandan kuşattı. Tanklar ve keskin nişancılar yerleşim bölgelerine ateş açıyor. Esad’a bağlı olarak çalışan sivil milisler (şebiha) askerlere destek veriyor. Gelen son haberlere göre sokaklar cesetlerle dolu. Halkın direniş için kurduğu barikatların, bu ağır ateş altında ne kadar dayanacağını tahmin etmek zor. Ama ölü sayısı her dakika artıyor. *** Hama’dan ve Suriye’den yansıyan tablo böyle. Hiç kuşku yok ki, gerek insani olarak, gerek tarihsel bağlamda, gerekse komşuluk üzerinden bu yaşananların doğrudan ilgilendirdiği merkez ülke Türkiye. Başından itibaren olayları yakından izleyen Ankara, Esad yönetimine yaptığı reform çağrılarını, son dakikaya kadar kuvvetle tekrarladı. Ancak, Suriye’nin Beşer Esad’la yoluna devam etmesi artık mümkün değil. İşte tam bu noktada, ne söyleyeceği değil, ne yapacağı önem kazanan ülke de Türkiye. Çünkü şu dakikaya kadar sözünü söyledi Türkiye; bundan sonrasında üzerine çok daha önemli sorumluluklar düşebilir. Bütün olup bitenler buna işaret ediyor. Oğul Esad’ın Hama’yı ateş altına alması, Suriye üzerindeki uluslar arası baskıya bir meydan okuyuş aynı zamanda. Daha özelde ise, Türkiye’nin merkezinde yer aldığı cepheye verilen bir mesaj. *** Peki neden? Buradan hızla memleketimizin hararetli iç gündemine bir dönüş yapalım. Yüksek Askeri Şura sürecinde yaşananlar, tansiyonu bir anda yükselti. Ancak geçmişin aksine bu kez krize hazırlıklı, üstelik farklı senaryoları iyi çalışmış bir siyasi irade vardı. Her şey topu topu birkaç saat içinde soğukkanlı ve hukuka uygun bir çalışmayla kontrol altına alındı. Alman Der Spiegel dergisi olanları aktarırken ‘Türk ordusu Erdoğan’a teslim oldu’ başlığını kullanmış. Kışkırtıcı tarafını bir yana bırakırsak, bu ya da benzer başlıkların hepsi bir tek gerçeğe işaret ediyor: Türkiye’de ordunun siyaset üzerindeki egemenliği, manevra alanları tamamen sona ermiştir. Siyasi iktidar gücünü artırmıştır. Başbakan Tayyip Erdoğan üçüncü iktidar döneminde çok daha güçlü bir lider ve devlet adamı olarak sahnededir. Bu yeni durumun, sadece Türkiye’nin kendi iç dengelerini ilgilendirmediğini; aksine asıl kapsama alanının bölgesel olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Yaklaşık 20 yıl önce yaşanan Necip Torumtay krizinin dış politikadaki ana şifresi Irak meselesiydi. Eğer bugün bir şifre arıyorsak, herhalde en doğrusu Suriye’ye bakmak olacaktır. Bu arada süreci eski alışkanlıklarla değerlendirenler, bir ayrıntıyı gözden kaçırıyorlar. Turgut Özal’ın aksine, Tayyip Erdoğan bürokrasinin direnişi ya da kuşatması altında değil. Kesinlikle daha güçlü ve bu güç, Türkiye’nin bir küresel aktör oluşunun da teminatı. ‘Türk ordusu zayıflatılıyor, beli kırılıyor’ türünden sözlere ya da beklentilere kulak asmayalım. Tarih Tayyip Erdoğan’ı ordusunu yeniden ve bir büyük devlete yakışır biçimde inşa eden lider olarak yazacaktır. Önümüzdeki dönemde ordunun, siyasetin vizyonuna tabi olarak ne denli önemli katkılar sağlayacağını hep birlikte göreceğiz. Olup biten basit aslında. Güçlü bir demokrasi, ordunun ve yüksek bürokrasinin siyasi iradeye tabi olduğu yerde ortaya çıkabilir. Türkiye de bunu yapıyor.
<< Önceki Haber YAŞ, TSK ve Suriye Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER