Canlı Bir Yapı Olan Devlet

Safvet Senih

Safvet Senih

24 Eyl 2021 11:37
  • Devlet bir şahıs gibidir. Teşekkülü ve büyümesi bir göçük gibi yavaş  olur. Yeni ortaya çıkan bir devletin bir milletin, kendi ruhunun derinliklerine nüfuz eden eski, köklü bir devlete galip gelmesi gene yavaş, yavaştır; zamana bağlıdır. Çünkü ferdlerde eski devlete boyun eğip itaat etmek artık bir huy haline gelmiştir. Acaba Muhammed Aleyhisselâm'ın bütün yüksek esasları içine alan İslâmiyette maddî ve manevî her nevi medeniyet ve yükselişlerin kapılarını  açarak kısa bir zamanda aniden kurduğu devletle dünyanın bütün devletlerine  galip gelip, maddî ve manevî hakimiyetini devam ettirmesi harikulâdeliğinden  ileri gelmekte değil midir? 

    Kahr ve cebir ile görünüşte bir hâkimiyet ve bir tahakküm kısa bir zamanda devam ettirilebilir; fakat, bütün kalplere, fikirlere ruhlara tesir ederek içten ve dıştan beğendirmek şartıyla, vicdanlar üzerinde hâkimiyetini muhafaza ve devam ettirmek en büyük hârika olmakla ancak Peygamberliğin hususiyetlerinden olabilir. Mekke fethine kadar düşmanlık yapan Ebu Süfyan ile Ebu Cehilin oğlu İkrime hayatlarının sonuna kadar İslâmiyetin neşri için cihad ettiler. Hatta bir harpte Ebu Süfyan'ın gözü çıkmış, eline aldığı gözüne;
    "Yetmiş sene hakikati göremedin, neye yararsın..." diyerek yere atmıştı. 

    Tehditlerle, korkutmakla veya hilelerle kitlelerin fikrini başka bir tarafa çevirmek mümkün olabilir. Fakat tesiri zayıftır, geçiçi olur. Aklî muhakeme az bir zamanda kapatılabilir. Ama, irşad ile kalplerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hislerin en incelerini heyecana getirmek, kabibiliyetlerin gelişmesine yol açmak, yüce ahlâkı kökleştirmek, alçak huyları imha edip gidermek, insanlık cevherlerinden perdeyi kaldırıp gerçek insanlığı göstermek, söz hürriyetine serbestlik vermek, ancak hakikat pırıltısından alınmış harikulâde bir mucizedir. Evvelce kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerken müteessir olmayanlar, o saadet asrında İslâmiyetin verdiği merhamet, şefkat ve insaniyet sayesinde karıncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılâb hiç bir kanuna tatbik edilebilir mi? Tarihen sabittir ki parmakla gösterilen en büyük bir dâhî ancak umumi bir kabiliyeti veya hasleti uyandırabilmiştir. Eğer öyle bir hissi de uyandıramamışsa çalışması tamamen boşuna gitmiş, demektir. Hindistan tarihinde Gandi'nin gayretlerine ve kendi milletinin insanları tarafından suikastla öldürülmesine dikkat etmekle meseleyi kavramış, oluruz...
    Evet tarih bize gösterir ki, en büyük bir insan; millî gayret, hamiyet, kardeşlik, muhabbet ve hürriyet hissi gibi umumî hislerden en çok birkaçını  uyarmaya muvaffak olmuştur. Acaba evvelki zamanların  cahillik, sakîlik ve zulüm karanlıkları altında gizli kalan binlerce ulvî hisleri, Arap yarımadasında  inkişaf ettirmek harikulâde değil midir? Evet bu ancak peygamberlik güneşinin ziyasındandır. Bu noktaları aklı almayanlar buyursunlar Arap yarımadasına en büyük filozoflarından yüz tanesini seçsin götürsünler. Onlar da orada ahlâkın ve maneviyatın inkişafı  için çalışsınlar. Muhammed Aleyhisselâm'ın verdiği cilâyı, o filozoflar şu medeniyet ve ilerlemiş imkânlar devrinde yüzde bir nisbetinde verebilirler mi? Çünkü o zatın yaptığı o cilâ, ilâhî sabit, değişmez bir cilâdir. Ve O'nun (s.a.) büyük mucizelerindendir.

    Bir de insan cemiyetlerinin birbirine benzemediğini düşünelim; elbette çölde yaşayanlarla Himalayalar'da yaşayanların karakterleri birbirinden farklıdır. Gıda maddeleri, bölgeler ve iklimler değişik tiplerin kaynaklarıdır. Aynı bölgede yaşayan insanların bile birbirinden çok farklı tarafları vardır. Asırlar içinde de aynı topluluklar başka durumlar arz ederler. Asırlarca devam edecek cihanşümul bir davanın sahibi, geçmişi, geleceği, bütün milletlerin ruhî kabiliyetlerini, daha sonra gelecek asırların sinesinde gizli ve cemiyetleri sarsacak zorlu müşkilleri önceden bilip koyduğu esasların içinde maddî ve manevî yükselişin düsturları  yanında problemlerin hal çevrelerini ve tedavi usullerini de göstermesi lâzımdır. Bunun da bir insan kafasından çıkmasına imkân yoktur. Bilhassa bin dört yüz sene evvel yaşamış, okumasız-yazmasız birisinden...

    İşte Kur'ân ve Efendimiz. (s.a.) hakkında yabancıların şehadetleri:

    Prens Bismark: "—Muhtelif devirlerde, insanlığı idare etmek için Allah'tan geldiği iddia olunan bütün semavî kitapları etrafıyla tedkik ettimse de, bozuldukları için aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Lâkin  Muhammedîlerin Kur'ân'ı bundan müstesnadır. Ben Kur'ân'ı her cihettten tedkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin düşmanları, bu kitabın Muhammed (s.a.) 'in eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel, hattâ en gelişmiş bir beyinden böyle hakikatin çıktığını iddia etmek, hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder. Bu da ilim ve hikmetlerle, bağdaştırılamaz,' kâbil-i te'lif değildir.

    Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!.. Muallimi ve nâşiri bulunduğun bu kitap senin değildir; O ilâhîdir. Bu kitabın Allah'tan olduğunu inkâr etmek müsbet ilimlerin batıl olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür"

    Doktor Maurice: "— Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibariyle yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur'ân'a istinad ettiriyorlar"
    Büyük İngiliz yazarı Edward Gibon: "Kur'ân'ın nazarında haşmetli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur'ân Allah'ın birliğine en kuvvetli bir delildir. Filozofça bir beyne sahip olan bir muvahhid, İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık, belki bugünkü fikir inkişafımızdan daha yüksek bir dindir"

    Lavazon: "-Yeni keşiflerin veyahut ilim ve irfanın yardımı ile hallolan yahut çözülmesine uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyetin esasları ile çatışsın. Kur'ân-ı Kerim ve onun öğrettikleri şeyler ile fitrî kanunlar ve fenler arasında tam bir âhenk görülmektedir"

    Safvet  Senih 
    24 Eyl 2021 11:37
    YAZARIN SON YAZILARI