Rumuzat

Safvet Senih

Safvet Senih

22 May 2024 08:59

  • Barla Lâhikasında neşredilen Hulusî Ağabeyin bir mektubunda deniliyor ki: 
    "Kenzü'l-Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye" serlevhalı eserle, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzindeki füyûzât, tarif ve tavsif edilmeyecek âlî ve müstesna bir vaziyettedirler.
    Birincide: Bütün hurufât-ı Kur'âniyenin aded itibariyle işâret ve îzah buyurulan tevâfukları, garîk-ı beht ve hayret etti. Dört küçük sûredeki hurufâtın tevâfukat veçhine kısmen işâret eden ikinci eser: Hakka ki mu'ciznümâdır. Nebiyy-i  hirzaman, medâr-ı fahr-i cihan, sebeb-i hilkat-i ekvân ve nüzûl-i Kur'ân, peygamberimiz Muhmmed Mustafa (Sallâllahu teâlâ aleyhi ve âlihi ve eshâbihi ve ezvâcihi) Efendimiz Hazretlerinin eser-i hikmet ve rahmet olarak, şimdiye kadar mahfî kalmış mu'cizelerinden i'câz-ı Kur'ân'a taallûk eden ve gaybî tevâfuk nâmiyle sevgili üstadımız tarafından mevki-i intişara vaz'olunan bu emsalsiz eserlere karşı duyduğum mânevî zevk ve feyzin binden birini bile arz edemeyeceğim. Ve mazhar olduğumuz bu kadar azîm niam-ı İlâhiyeye ve Kerem-i Sübhaniyeye karşı şükürden âcizim.

    Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kısmından bir suret Abdülmecid Efendi kardeşimize göndermiştim. Cevâbında ezcümle diyor ki: "Seydanın bintü'l-fikri o güzel kıza, Hulûsi ile Abdülmecid'den mâadâ her kim bakarsa câiz değildir. Mahrem olanlar da, bu hususta nâmahremdir. Bu gibi kızların dışarıya çıkmaları, hiç bir menfaatı te'min etmediğini ve bilâkis büyük bir mazarattı intâc edeceği ihtimali kavlini Seydaya yazsan iyi olur. Eski Said'in hiddeti, yenisinde de vardır. Halbuki, Yeni Said, insan oğullariyle izâa-i vakt etmemeli. Meslek ve meşrebi öyle iktiza ediyor. Her ne ise .. Cenâb-ı Hak hâfız-ı hakikîdir."
    Bendeniz de kısaca şu meâlde cevap vermiştim:
    Bu mütalâa bizler için doğrudur. Fakat dünyaya arkasını çeviren ve mânevî vazife-i me'muresini îfa ederken insanlarla-Nurlarla alâkadar olanları vasıtasiyle- meşgûl olan üstad hazretleri için bu fikri muvâfık bulmuyorum. Çünki, o zâtı bu emr-i azimde istihdam eden, elbette muhafaza buyurur. Bana öyle kat'î kanaat gelmiş ki, eğer bizler Nurlarla alâkamızı kesersek, Üstad Hazretleri bize arkasını çevirir.
    Aziz kardeşimizin endişesi, zâhire bakılırsa haklı ve çok samimîdir. Fakat, zâten cemaatı çok mahdud olan Nurlarla alâkadar zevâtın, bu hakâikten mahrum edilmelerini ve bu kudsî eserin tamamen hapsedilmelerini lâyık görmüyor ve esasa mugayir buluyorum. Nâsırımız, hâmimiz, muînimiz, hâfızımız Allah'dır. Bütün desâisi bertaraf ederek, muhterem Üstadın vazife-i kudsiyesine sâfi niyet, samimî his ve ciddî şevk ile yardım etmekte olan kardeşlerime selâm ve muvaffakıyetlerine dua eder, dualarını rica ederim. Pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Efendi, sâbık Müftü Kemâleddin Efendi, İmam Hâfız Ömer Efendi ve diğer  Sözlerle alâkadar olanlar selâm ve dua ediyor, hayır duanızı istiyorlar.
    Devam-ı âfiyet ve muvaffakıyetinizi tekrar eltaf-ı ilâhiyyeden tazarru' ve niyâz eyler, mübarek ellerinizi kemal-i hürmet ve ta'zim ile takbîl eyler, kusurumun afvını ve hayır duanızdan bu bîçâre sıddîkınızı çıkarmamanızı hâssaten arz ve istirham eylerim.

     Hulûsi

    Bu mektup Hulûsî beye aittir. Kendisine gönderilen Risalelerin bir değerlendirmesini yapıp, Nur Talebelerinin aldanmamaları için yapılan ikazları altı esas halinde özetliyor. Gönderilen Risalelerin ihtiyaca göre geliş şekillerinde bile bir kerâmetin bulunduğunu şöyle anlatıyor: “Birinci mektup, insanlık icabı çok sıkıldığım bugünün hemen aynı saatinde elime geçti. Evet, gözlerim böyle bir Nura; aklım böyle bir Derse; hasta vücudum böyle bir İlaca; muzdarip ruhum böyle bir Teselliye; nihayet zâlim nefsim böyle bir Manevî Terbiyeye çok muhtaç olduğu bir zamanda bu eserin yetişmesi, hem hakikatte üç gün sonra postaya verilen ikinci eserden dokuz gün evvel gelmesi, katiyetle gösteriyor ki, bu iş kendi kendine veya tesadüfî olmuş değil. Belki gelmiş değil, gönderilmiş. Yetişmiş değil, yetiştirilmiş. Maksatsız değil, bu hizmete koşturulmuş. Hatta gaybî bir el tarafından en lüzumlu bir anda, en muhtaç ve Kur’an hâdimlerinin en zayıfı, en âcizi, en liyakatsizi, en zebûnu bulunan bu bîçâre kardeşinize tamamen bir rahmet ve inayet eseri olarak sunulmuştur. (...) ‘Kenzü’l- Arş Duasının Feyzinden gelen Bir Nükte-i Kur’aniye’ serlevhalı eserle, 29. Mektubun 8. Kısmının 8. Remzindeki füyuzât, tarif ve tavsif edilmeyecek âlî ve müstesnâ bir vaziyettedirler. Birincide, bütün Kur’an harflerinin adet itibariyle işaret ve izah buyurulan tevâfukları, hayranlık ve hayrete boğdu. Dört küçük sûredeki harflerin tevâfukat yönüne kısmen işâret eden ikinci eser, mucize gösteren hakikatlardır.  hirzaman Peygamberi cihanın medar-ı iftiharı, kainatların yaradılış ve Kur’anın iniş sebebi Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Hazretlerinin hikmet ve rahmet eseri olarak, şimdiye kadar gizli kalmış mucizelerinden İ’câz-ı Kur’ana taalluk eden ve gaybî tevafuk nâmıyla sevgili Üstadımız tarafından neşredilen bu emsalsiz eserlere karşı duyduğum mânevi zevk ve feyzin binden birini bile arz edemeyeceğiz. Ve mazhar olduğumuz bu kadar büyük İlahî nimetlere ve Allah’ın keremine karşı şükürden âcizim. (...) 29. Mektubun 7. Kısmından bir sûret Abdülmecid Efendi kardeşimize göndermiştim. Cevabında ezcümle diyor ki: ‘Seydânın fikir kızı o güzel kıza, Hulûsî  ile Abdülmecid’den başka her kim bakarsa câiz değildir. Mahrem olanlar da, bu hususta nâ mahremdir. Bu gibi kızların dışarıya çıkmaları hiçbir menfaati temin etmediği ve bilakis büyük bir zararı netice vereceği ihtimali kavlini Üstad’a yazsan iyi olur. Eski Said’in hiddeti, yenisinde de vardır. Halbuki, Yeni Said, insanoğullarıyla vakit zâyi etmemeli. Meslek ve meşrebi öyle iktiza ediyor. Her ne ise... Cenab-ı Hak, hakiki koruyucudur.’ Bendeniz de kısaca şu mealde cevap vermiştim: ‘Bu mütâlâa bizler için doğrudur. Fakat dünyaya arkasını çeviren ve mânevi memuriyet vazifesini îfâ ederken insanlarla –Nurlarla alâkadar olanları vasıtasıyla – meşgul olan Üstad Hazretleri için bu fikri muvafık bulmuyorum. Çünkü, o zâtı, bu büyük işte istihdam eden, elbette muhafaza buyurur. Bana öyle kati kanaat gelmiş ki, eğer bizler Nurlarla alâkamızı kesersek, Üstad Hazretleri bize arkasını çevirir.”
    Üstadın, “Abdülmecid’i on beş sene okuttum, şimdi onun gibi bir âlim, ne Türkiye’de ne de Mısır’da yoktur.” ve Ahmet Hamdi Akseki’nin de “Ben dünyada Abdülmecid Nursî gibi âlim görmedim” dedikleri halde o bir noktadan kendince tedbire riayet ediyordu. Yaşar Gökçek’in hatıralarında anlattığına göre, vefatından birkaç gün önce Üstad Hazretleri  Urfa’ya giderken Konya’ya uğramış ve kardeşine “Abdülmecid ben Urfa’ya gidiyorum. Belki bir daha görüşemeyeceğiz. Bana hakkını helâl ediniz” demiştir. Abdülmecid Efendi: “Seydâ! Bizim sana ne hizmetimiz oldu ki, bir hakkımız olsun. Asıl sen bize hakkını helâl et. Bizi sen okutup yetiştirdin.” demişlerdir. Bunun üzerine Üstad “Senin de, Râbia’nın da bende çok haklarınız vardır. İkiniz de bana haklarınızı helâl ediniz” deyince karşılıklı haklarını helâlleşmişlerdir. Üstad arabada yerleşmek üzere biraz geri çekilmişken, tekrar eğilip Abdülmecid Efendiye: “Abdülmecid, Abdülmecid! Bu kadar korkak olma! Vallahi hapisanede sana Râbia’dan iyi bakarlar” demiştir. Abdülmecid Efendi de “Seyda! Ben neyleyeyim ki, Cenab-ı Hak benim cesaretimi de sana lütfetmiş, seninki iki kat olmuş, bende hiç kalmamış!” diyerek tevâzu göstermiştir.

    22 May 2024 08:59
    YAZARIN SON YAZILARI