Mevlana Halid Hazretlerinin halifesi İsmet Efendinin yetiştirdiklerinden

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

07 May 2024 09:09

  • Bir kardeşimizle Mevlana Halid ve İsmet Efendiden bahsederken, o kendi dedelerinden bahsetti. Kendisinden yazılı bir bilgi isteyince, bana şunları yazıp gönderdi: 
    Tokat Erbaa Eksel kasabasından Bahrullah isimli bir molla,  Samsun’dan deniz yoluyla İstanbul’a gelir. O dönem itibariyle Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifelerinden Mustafa İsmet Efendi’nin (İsmet Garibullah) Fatih-Çarşambadaki dergahına intisab eder. Orada uzun yıllar medrese ve tasavvuf dersleri alır. İsmet Efendi’nin himayesinde eğitimini tamamladıktan sonra, yine hocası tarafından memlekti Tokat Erbaa Eksel kasabasına irşat vazifesi için gönderilir. Memleketine dönen Bahrullah Efendi irşad hizmetlerine başlamak ister. Fakat onu takdim edecek, icazet verecek kimse olmadığı için kendi iç dünyasına çekilir ve geçimlik için iş aramaya başlar. Kasaba halkı da ona sığır çobanlığı teklif eder. O da tereddütsüz bu işi kabul ederek çalışmaya başlar. Yani O, artık zahiren bir sığır çobanıdır.
     O dönemde Bahrullah Efendinin, İsmet Efendi Dergahından arkadaşı olan Memduh Paşa, Sivas Eyalet Valiliğine atanmıştır. Sivas’a gitmeden önce dostu Molla Bahrullah Efendi’yi ziyaret için Eksel kasabasına uğrar. Atıyla, arabasıyla ve üniformasıyla dikkat çeken Memduh Paşa’yı kasaba halkı ihtiramla karşılar. Memduh Paşa, selam ve kelamdan sonra Bahrullah Efendiyi ziyarete geldiğini söyleyerek kendisini O’nun dergahına götürmelerini ister. Kasaba halkı bu talep karşısında şaşırarak:‘Efendim, kasabamızda öyle bir zât da, öyle bir dergah da yoktur.’ derler. O da Bahrullah Efendinin İstanbul’dan geldiğini vesair evsafını söyleyince, ‘Efendim o isimde İstanbul’dan gelen bir molla var ama o bizim sığır çobanlığımızı yapmaktadır.’ derler. Bu cevap karşısında rahatsızlığı her halinden belli olan Memduh Paşa, ‘Siz ondan manevi olarak istafede edeceğiniz yerde bir de çobanlık mı yaptırıyorsunuz!’ diye çıkışır. 
    Kasaba halkıyla birlikte akşam üzeri sığırın gelmesini beklerler. Nihayet sığırlar ve arkalarındaki çoban Bahrullah Efendi görünür. Uzaktan onu tanıyan Memduh Paşa, saygı ve hürmetle ona doğru yürür ve iki dost kucaklaşırlar. Bu manzara karşısında hayrette kalan kasaba halkı, Bahrullah Efendinin mânevi konumunu anlamış olur. Memduh Paşa bir konuşma yaparak O’nu takdim eder. Bahrullah Efendinin hizmetlerini deruhte edeceği bir tekke ve aynı zamanda o tekkenin masraflarını karşılayacağı bir değirmen yapılmasını emreder. Suyu kuvvetli akan bir derenin kenarına tekke, tekkenin hemen yanına da bir değirmen inşa edilir. Bundan sonra Bahrullah Efendi esas vazifesine başlar. 
    Değirmene buğday getiren çevre köylüleri, dergahta da Bahrullah Efendinin sohebetlerine ve zikir halkalarına iştirak ederler. Zaman zaman da Bahrullah Efendi, iade-i ziyaretlerde bulunmak için çevre köylere seyahat eder. 
    Ziyaretlerinden birinde Çandır köyüne uğrar. Çandır köyü, dümdüz bir ova olup, köy halkı da ziraatle uğraşmaktadır. Mevsim gereği tarlada çalışan sevenlerini de ziyaret eder, bereket duasında bulunur. O esnada bir çocuk dikkatini çeker ve o çocuğun annesine ‘Bunu bana gönderirseniz, onu okutayım.’ diye talepte bulunur. Aradan çok zaman geçmeden ismi Mustafa Temiz olan bu çocuk, annesiyle Bahrullah Efendiyi ziyarete giderler. Bu ziyaretten sonra Mustafa artık o dergahın müdavimi olur. Orada hizmetlerde bulunur, sohbetlere iştirak eder. Bahrullah Efendi onu medreseye gönderir ve onun zahiri ilimleri almasını sağlar. Manevini eğitimini zaten kendi üzerine almıştır.
     İlerleyen yıllarda gençler arasında ilmi, zekası ve hizmet aşkıyla dikkat çeken Mustafa’yı Bahrullah Efendi, kendi kızıyla evlendirir. Ama hanımefendi kısa bir süre sonra vefat eder. Bu sefer Bahrullah Efendi diğer kızını da Mustafa Efendiyle evlendirir . Onu adeta kendinden sonrası için yetiştirir ve nitekim de öyle olur. Bahrullah Efendinin vefatından sonra dergahın müdavimleri Mustafa Efendiye intsab ederler. 
    Mustafa Efendi, kendi köyü Çandıra bir dergah yaptırır ve hizmetlerini orada sürdürmeye başlar. Dergah bu süre zarfında dönemin idaresi tarafından sık sık baskınlara maruz kalır. Mustafa Efendi ise bu baskınlarda tutuklanır ve idamla yargılanır. Ancak Allah'ın yardımıyla infazlar bozulur ve hizmetlerine devam eder. Zamanla Tokat bölgesinde ‘Çandırlı Mustafa Efendi’ diye maruf ve meşhur olur.
     Çevre kasabalardan ve illerden müntesipleri Çandır köyüne gelir, dergahta birer hafta misafir kalır, O’nun feyizli sohbetlerinden istifade ederler. Her fani gibi o da 1972’de ruhunun ufkuna yürür. Mustafa Efendi, kendisinden sonra yerine geçecek herhangi birine işaret etmemiştir. Bu durum müntesipleri arasında manidar bulunur. Çünkü intisab edecekleri bir zat ortada gözükmemektedir. 
    Çandır köyünden bir müntesibi olan haci Mehmet Efendi bu boşluk karşısında arayislara girer.İstihare yaparak, Cenab-ı Hakka şöyle dua eder: ‘Ya Rabbi! Şeyhim Mustafa Efendi sana geldi. Biz şimdi kime gideceğiz? Onun vazifesini kim devralacak diye yalvarır. Rüyasında tıklım tıklım dolu bir camiide ağlayarak vaaz eden genç bir hocaefendiyi görür. Ve kendisine bundan sonraki vazifeli zaat işte budur. Adı da Fethullah Gülendir, denir. Uyandığında karışık duygular içerisindedir. O caminin atmosferinden ve edilen vaazdan etkilenmiştir. Ancak vaaz eden hocanın tarikat geleneğinde alışılmış olan sakalının olmaması kafasını karıştırmıştır. Istihare ve duasını üç gece tekrarlar, üçünde de aynı manzarayı ve aynı rüyayı görür. En sonunda bu rüyanın sadık olduğuna itimat eder. Sözüne değer verdiği birine bu durumu anlatır. O da ‘Ben askerliğimi İzmir’de yaptım. Fethullah Gülen Hocaefendiyi duymuştum.’ der, çok değerli bir Hocaefendi olduğunu ve talebe yetiştirdiğini anlatır. Bu habere çok sevinen Mehmet Efendi ‘O zaman Hocaefendi buralara gelirse mutlaka bana haber et ki; ben de onu ziyaret edeyim.’ der.

    07 May 2024 09:09
    YAZARIN SON YAZILARI