İbrahim Öztürk: Türkiye’yi içine düştüğü dehlizden çekip çıkartmak artık mümkün değil.

İbrahim Öztürk: Türkiye’yi içine düştüğü dehlizden çekip çıkartmak artık mümkün değil.

Reel ekonomi cephesindeki kriz, yok olan üretim altyapısına, derinleşen ithalat bağımlılığına, kalıcı olarak düşen yatırım iklimine işaret ediyor.
 
Türkiye’yi içine düştüğü dehlizden çekip çıkartmak artık mümkün değil. Seçime kadar ya gider, ya gitmez. Türkiye duvara toslayacak, kağıtlar yeniden karılacak.

Dünyanın gerisine düşer

Her aman olduğu gibi örgütlüler, siyasi güç odaklarına, yeni muktedirlere yakın olanlar biraz daha zenginleşecek. Makarna-kömür-yeşil kart derdine düşenler, buna fit olanlar biraz daha fakirleşecek.

Dipten bu şekilde yeniden bir çıkış başlayacak. Ama Türkiye dünyanın biraz daha gerisine düşerek, iç barış, güven biraz daha zedelenmiş, toplumsal doku parçalanmış olarak. Bakın nasıl. 

Taze para ve güven ortamı

Türkiye etkileri çok uzun sürecek olan bir ‘reel ekonomi krizine’ doğru sürükleniyor. 1994 ve 2001 yıllarındaki krizler ‘mali krizdi’, bazı tedbir-düzenlemeler, taze para girdisi ve oluşturulan güven ortamında bir sene zarfında telafi edildiler. Ancak reel ekonomi cephesindeki kriz yok olan üretim altyapısına, derinleşen ithalat bağımlılığına, kalıcı olarak düşen yatırım iklimine işaret ediyor. 

Sayfadaki tablodan ne demek istediğimi açıklayayım:


 
1) Kemal Derviş kurdu

Dünyada ve Türkiye’de işlerin yolunda gittiği 2003-2007 döneminde özel sektörün yatırımları yüzde 19,2 artmış, yatırımların sürüklediği GSYH büyümesi yüzde 7 gerçeklemiş, buna mukabili, pahalı enerji ithalatına rağmen dış açık (cari açık) milli gelirin yüzde 4,6’sı civarında kalmıştı.

Bu başarıda bilhassa verimlilik artışları dikkat çekici düzeyde gerçekleşmişti. 2002-2007 dönemindeki başarının arkasında dünyaca ünlü kalkınma iktisatçımız Prof.Dr. Kemal Derviş’in kurup, işletip, sonuç alarak AKP hükümetine devrettiği kurgu var. 

'Yenilemek lazım' dedi

Derviş, ‘benim bu mimarimin de bir ömrü var. Bitince yenilenmesi lazım. Yoksa kendi başarısının altını oymaya başlar’ demişti. Maalesef dedikleri gerçekleşti. Hükümet AB’den, reformlardan, ekonominin gerçeklerinden, hukuktan, toplumsal barıştan koptu. Yolsuzluk, rant ve servet transferine odaklandı. Küresel sert yarışta rakiplerinin yaptıklarını beceremedi. Türkiye dünya rekabetçilik endeksinde 44. sırada. Bu rekabetçilik verileri ve mevcut nüfus büyüklüğü (kelle sayısı) ile ancak dünyanın 20. ekonomisi olabiliyoruz. Buradan ilk 10 ekonomiye doğru değil, geriye kayarız.
 
2) Yatırım adeta durdu

Nitekim korktuğumuz gerçekleşiyor. 2008-2014 döneminde özel sektör yatırımları sadece yüzde 3,3 artarken, büyüme de aynı şekilde yüzde 3,4 seviyesinde kaldı. Ancak, dananın kuyruğu tam da burada kopuyor: Yatırım ve üretimin adeta durduğu bu ortamda cari açık milli gelirin yüzde 6,2’sine tırmanıyor. Büyük yıkımın tam da derinleştiği dönem ise 2012-2014 arası. Özel sektör yatırımları (zaten kamunun bir yatırımı filan yok) yüzde  2,3 daralırken, büyüme tüketim üzerinden ancak yüzde 3,2 artmış ancak cari açık milli gelirin yüzde 7’sine kadar sıçramış.

Finansman açığı arttı

Bu dönemde net dış finansman gereği adeta patlamış. 2003-2007 döneminde 1 puan büyümek için gerekli net dış finansman (GSYH’ya oran olarak) ihtiyacı sadece 0,8 iken, 2012-2014’te yüzde 2,5’e çıkmış. Hikaye şu: yatırımlar, büyüme sürekli düşerken, dış açıklar ve borçlar sürekli artıyor. Bunun anlamı üretimin ithalat ile ikame edilmesi, dış açıkların kronikleşmesi, dış finansman ve borçlanma bağımlılığının kalıcı olmasıdır. Bu ortamda işsizlik sürekli artmaya, gençler umutsuzca sokaklarda salınmaya, gelir dağılımı sürekli bozulmaya devam edecek. 

(...)

<< Önceki Haber İbrahim Öztürk: Türkiye’yi içine düştüğü dehlizden... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER