Bir hazine: Akademik Araştırmalar Dergisi

Akademik Araştırmalar Dergisi ile 1980'lerden 2000'li yıllara uzanan serüveni konuştuk.

Bir hazine: Akademik Araştırmalar Dergisi

Dr. Ali Bayram, Türk medyasının şekillenmesinde mihenk taşı olmuş, eğitime verdiği destekle konjonktüre inat ahlaklı neslin yetişmesini sağlamış bir fikir adamı. Zaman Gazetesi'nin kurulması ve bugünkü halini alması için elini taşın altına koymuş. Bu da yetmemiş academical.org sitesi üzerinden de ulaşılabilen Akademik Araştırmalar Dergisi'nin kuruculuğunu üstlenmiş. Yurtiçinde, yurtdışında okulların açılması için çalışmaları sırasında sarf ettiği efor yüzünden bırakın günleri, mevsimleri şaşırır olmuş. Dr. Bayram, geride bıraktığı yıllara dönüp baktığında hizmet yolunda verdiği gençliğinden dolayı çok memnun görünüyor. Ali Bey'le dününü, bugününü ve yarın ile ilgili düşündüklerini konuştuk. Akademik Araştırmalar Dergisi'ni en yetkili ağızdan dinledik. Önsözünü Başbakan Erdoğan'ın yazdığı derginin İstanbul Özel Sayısı'nı inceledik. Derginin kurulmasında Muhammed Fethullah Gülen'in telkininin olduğunu da yine bu röportajda öğrendik. FETHULLAH GÜLEN HOCAEFENDİ İLE SOHBETLERİMİZ OLURDU — Ali Bayram Bey, Zaman Gazetesi'nin büyümesi esnasındaki çalışmalarınızı biliyoruz. Kütüphane memuriyetinden gazeteciliğe geçişinizi anlatır mısınız? Ben Erzurum Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphane Eski Eserler Bölümü Bölüm Şefi (eski eserler uzmanı) olarak çalışırken Fethullah Gülen Hocaefendi Erzurum'a gider gelirdi. Zaman zaman Hocaefendi ile ilmi sohbetlerimiz olurdu. Kütüphanede olduğumuz için literatüre biraz vakıftık. Çünkü çalıştığımız bölümde Osman coğrafyasında basılmış arap harfleriyle Türkçe, Arapça, yabancı dil, tarih, edebiyat, tarih ve din olmak üzere elli bin kadar kitabı defalarca elden geçirerek kitapların kataloglarını hazırlardık. Bu kataloglar hazırlama esnasında yazılmış kitapların konularını, yazarlarını ve yazar biyografilerini ister istemez öğrenmeye çalıştık. Bilhassa da İslamî alandaki kitaplara merakımız daha da arttı. Fethullah Gülen Hocaefendi'yle yaptığımız sohbetler bizi biraz daha hadis ilmine yönlendirdi. Çünkü kendisinin muhteşem bir hadis bilgisi vardı, Peygamberimizden hemen sonra Raşit Halifeler döneminde Kur'an'ın cem edilmesini tahakkuk etmiş, fakat hala hadisler bölük pörçük insanların hafızalarında duruyordu. Sahabiden hadis bilen zatların da yavaş yavaş vefatları bu hususta bir gayreti gerektiyordu, nitekim bu hadisleri tasnif etme işi Ömer b. Abdulaziz döneminde başlamış ve daha önce Medine'de h.93 yılında doğan ve dört mezhepten birinin kurucusu olan İmam Malik'in Muvatta isimli hadis eseri yazılı ilk kaynak eserden biridir. Sistemli bir şekilde artık hadis tasnif işlemi yapılmaya başlamış ve hicri II. asır tedvin dönemi olarak bilinmiktedir ki, İmam Buhari, İmam Müslim, Ebu Davut, Tirmizi, İmam Nesei ve İbn-i Mace gibi zatlar Kütüb-i Sitte'yi meydana getiriyorlar ve Ahmet ibn-i Hanbel, Darekutni, Taberani ve İmam Darimi, İmam Beyhaki gibi zatların da hadis alanında ciddi kaynak eserler yazmışlardır. Bu eserlerin İslam dünyasında nerede basılmışsa, bunlar ve emsali islami ilimler alanında metin ve şerh olarak yazılmış olan eserleri temin eder ve Atatürk Üniversitesi Kütüphanesine satın alınmasını temin ederdik. Bu İslami literatür bilgisine sahip olmamız Hocaefendi'nin sohbetlerini anlamamıza biraz vesile olurdu. En azından beraber sohbet ettiğimiz Zatın bu ilimler alanında söylediklerini hayranlıkla dinler durumdaydık. Bundan dolayı da keşke her zaman "Hocaefendiye yakın olsak, beraber olsak da bu baş döndürücü ilminden, irfanından istifade etsek" diye arzu ederdik. TÜRKİYE GENELİNDE RESMİ RUHSATLI İLK YURTLARDAN BİRİNİ DE BİZ AÇTIK 1980'li yıllarda Hocaefendi'nin fikir önderi olduğu çalışmalarda okullaşma, yurtlaşma faaliyetleri yeni yeni başlıyordu. O sıralarda Yamanlar Koleji henüz yoktu, Bozyaka'da bir yurt vardı. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Erzurumlu olması münasebetiyle aynı çalışmaların Erzurum'da olması benim için adeta bir farz ibadetti sanki ve zaruri idi. Böylece Türkiye genelinde resmi ruhsatı olan ikinci yurt Erzurum'da üniversite yurdu olarak açılmış oldu. Sonra da 1986-1987 yıllarında yine Erzurum'da Aziziye Koleji Eğitim-Öğretime başlamış oldu. Dolayısıyla hizmetin bütün sektörleriyle meşgul oluyorduk. Bazen arkadaşlarımızla gece gündüz olmazları oldurmaya ve başarılamazları başarmaya çalışıyorduk. ZAMAN GAZETESİ'NİN KURULMASINDA FİİLİ GÖREV ALDIM Bu arada Hocaefendi Erzurum dışında başka bir ilde bu faaliyetleri devam etmemi istemiş bana "İzmit ve çevresini mi, Adana ve civarını mı istersin?" diye iki yer söylemişti. Fakat Hocaefendinin İstanbul'a gidip gelmesi, hatta orada ikameti muhtemel olduğu için kendisini daha sık görme düşüncesiyle "İzmit olursa memnun olurum" diyerek İzmit ve havalisinde Eğitim Öğretim Faaliyetlerinde bulunmak üzere bu bölgeyi kabul ettim ve İzmit'e gittim. Bu arada da Zaman Gazetesi kurulma aşamasına gelmişti. Biz de Zaman Gazetesi'nin kurulmasında fiili görev aldık. Hatta Marmara temsilciliğini yani Adapazarı, İzmit (Kocaeli), Sakarya, Bolu buralardaki Zaman Gazetesi'nin yapılandırmalarını, bürolarının kurulmasına vesile olundu. O sıralar İmam Nablusî'den tercüme ettiğimiz Rüya Tabirleri kitabını gözden geçirilerek ansiklopedi haline getirilmesi istendi gazeteden. Abdullah Aymaz Bey'in teşvikiyle de haftada birkaç gün rüya tabiri köşesi yazmaya başladım. O günkü yöneticiler bunların her ikisinin de gazetenin tiraj almasında ciddi tesiri olduğunu söylediler. Fakat ben yazma işini; iki üç vilayette yürüttüğümüz eğitim öğretim faaliyetleri, ufak tefek dersler, çalışmalar ve makaleler olduğu için çaresizlikten bıraktım. Çünkü haftada üç gün bunu yazmanın yanında Türkiye genelinden yağmur gibi gelen mektuplar vardı, onların okunması başlı başına bir zaman alıyordu zaten. ÖRNEKLERİ KENDİNDEN BİR HAREKET Bu zaman içerisinde kayıt altında olmasını çok arzu ettiğim enteresan bir şey olmuştu. Edirne'den Kars'a kadar fakiri, zengini, işçisi, memuru her kesimden insandan mektup geliyordu ve bütün mektuplarda bir tema vardı. Rüyalarda Efendimizin (s.a.v.) görülmesi, arz-ı endam etmesi, Bediüzzman Hazretleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi'nin beraber olması... Tabiri caizse ittifakı mümkün olmayacak bir gerçeğin rüyalarda ittifak etmesinin rüyası görülüyordu. Yüzlerce mektup geliyordu ve ben hassas davranarak hepsini okumaya uğraşıyordum. Genelde el yazısı olduğu için de okumakta zorlanıyordum. Burada bana şu kanaat hâsıl oldu; şu hizmet Allah'ın (c.c.) bu millete Efendimizin desteğinde lütfettiği yeniden dirilişin, yeniden bu milletin ihyasının bir hizmet tarzıydı. Hocaefendi'nin ifadesiyle "Örnekleri Kendinden Bir Hareket" olarak milletin asil yapısını oluşturan bir hizmet stiliydi. Garazsız ve ivazsız on binlerce insanın gördükleri bu rüyalar asla yalan olamazdı. ZAMAN GAZETESİ BASKI TESİSİNİN AÇILIŞINI ÖZAL YAPTI Zaman Gazetesi'nin Marmara'daki yapılandırmasını bitirdiğimde büyüklerim tarafından tekrar Erzurum'a gönderildim. O zamanlar İstanbul'daki Zaman Gazetesi'nin kendine ait baskı tesisleri henüz yoktu. Doğu Anadolu Bölgesi'nde gazetenin yapılanması da biraz imkansız gözüküyordu. Erzurumlu Şadi Göncüoğlu ağabeyimizin sanayide bulunan ve gazeteye hibe ettiği yirmi dönümlük bir araziye o sıralar yine Erzurum'a teşrif etmiş olan Fethullah Gülen Hocamızdan temelini atmasını istirham etmiştik. Kendileri kabul buyurup temeli attılar. Kısa sürede baskı tesislerini kurmuş olduk. Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut Özal 1992 yılında resmi açılışı yaptı. Bundan sonra da biz yazma, idari görevde bulunma, yapılandırma, matbaa kurma şekliyle Zaman Gazetesi'ne yurt içinde bu kadarlık bir hizmet katkımız oldu, yurt dışında da Kazakistan'da Zaman Gazetesini şekillendirmeye çalıştık. TÜRK OKULLARI OLMASAYDI ORTA ASYA'DA HİÇ YOKTUK — Türkiye ile Orta Asya arasında kurulan bazı köprülerin temelinde sizin de adınız geçiyor. 90'lı yıllardan 2000'li yıllara Orta Asya'nın gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ile Orta Asya'nın arasındaki münasebet yeterli düzeyde mi? Evvela Türkiye ile Orta Asya arasındaki münasebetin yeterli düzeyde olduğunu ben kabul edemiyorum, yeterli düzeyde değil. Özellikle şu Türk okullarının, arkadaşlarımız ve o günün şartlarında Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dâhiyane görüşü bizleri bir an evvel oraya sevk etmeseydi biz Orta Asya'da belki bu gün hiç yoktuk. Allah'a şükür artık Türkiye'den diğer sektör kuruluşları olsa da esas milletle, halkla bütünleşen yapıyı oluşturan bizim arkadaşlarımızın oluşumlarıdır. Kütüphaneci olmam itibariyle Orta Asya'ya yabancı değildik ve Orta Asya coğrafyasının Buhara, Tirmiz, Semerkant, Farab, Sayra, Harzem, Zemahşer gibi şehirleri hep gözümüzde tüterdi. Türkistan'daki zatlar, orada yetişen insanlar Arap dilinin ihyası gibi bir olay. Dolayısıyla Orta Asya bizim bildiğimiz bir yerdi. Osmanlı haritasını önümüze açtığımızda o şehirleri görerek mest olurduk. "Acaba Semerkant'ta yatan İmam-ı Maturidi'nin, İmam Buhari'nin kabirlerini ziyaret etmek nasip olur mu" diye düşünürdük. ORTA ASYA'YA GİDEN İLK BİRKAÇ İNSANDAN BİRİ OLMAYI ALLAH NASİP ETTİ Burası medeniyet merkezi olarak bilinen ve İstanbul'dan 300-400 yıl önce hakikate uyanmış, İslam'ı kabul etmiş bir coğrafyaydı. Yani bizim bedenimizde canımız, damarımızda kanımız ve başımızda akıl ve fikrimiz olan bir coğrafya. Sadece haritaya hayran hayran bakar; "acaba biz de buraları görebilir ve bu topraklara ne zaman geçebiliriz" diye düşünürdük. Allah'ın hikmeti, Ağrı Dağı'nın eteklerinde kahvaltı yaptığımız sırada güneşin doğuşunu seyrederken nereye baktığımı soran arkadaşlara; "Mümkün olur mu acaba şu Orta Asya'ya buradan nasıl geçilir, oraya bakıyorum" demiştim. 1992 yılında da Cenab-ı Hak o geçişi nasip etti. Aras Nehri'nden karşıya geçiş yaptık. En azından ayaklarım Asya topraklarına değmiş oldu ve ilk geçişimi Aras Nehri kıyısından bir kayıkla yaptım. Zaman Gazetesi'nin Doğu Anadolu bölge müdürü olduğum sıralarda Nahçıvan'ın kıtlık zamanında orada Nahçıvan Başbakanı dâhil resmi bir heyetle görüşüp ihtiyaçlarını Zaman Gazetesi'nde bir makale yazıp sürmanşetten bütün Türkiye'ye duyurmuş ve hamiyetli halkımızdan onlara yardım kampanyası başlatmıştık. Allah'a hamdolsun adeta halkımızın himmeti coştu. Yüzden fazla kamyonla Nahçıvan'a malzeme gönderildi. Biz de bu arada oraya geçmiş olduk. Ondan sonraki geçişlerim de bir iki defa hep o yolu kullanarak oldu, bir de Taşkent'e 23 Nisan 1991 yılında 23 Nisan'a Orta Asyalı çocukları getiren bir uçakla bir yolunu bulup Taşkent'e gittik. Ve yine Taşkent'e de ilk gitme şerefine nail olan Türkiyeli birkaç insandan birisi olma bahtiyarlığını Allah'u Teala nasip etti. AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ ÇIKMADAN ÖNCE FİKİR ALDIK — Akademik Araştırmalar Dergisi'ni kurdunuz. Bu da yetmedi nerdeyse ansiklopedi halini aldı. Derginin size ve dergiyi okuyanlara kattıkları hakkında bilgi verir misiniz? Akademik Araştırmalar Dergisi benim kütüphaneciliğimin kalıntılarından bir şey. Ben akademik çalışmalar yapamadım, eğitim uzmanlığından ayrıldım. Üniversitede kalamadım. Fakat Amerika'da ve Batı'da yüz yıl, iki yüz yıl devam eden akademik dergiler var. Biz de maalesef süreklilik düşüncesi fazla yok. Geçmişte çıkan kaliteli dergilerimiz olmuş zaman zaman, ama hepsi yarıda kalmış ve yayın hayatını sürdürememişler. Bu duruma hep ben üzülürdüm. Bir sohbetimiz esnasında bu durumu Fethullah Gülen Hocaefendi'ye arz ettim. Hocaefendi de; "Olur sen başla, bir çıkar. Bakalım ne seviyede ve nasıl olacak. Elbette akademik bir dergiye ihtiyaç olacaktır, araştırıcıların araştırmaları yayınlanır, insanlara bir kapı olur" dedi. Kendisi henüz Amerika'ya gitmemişti. Tabi hakemli bir dergi olması itibariyle benim de arzum vardı zaten. İlk sayısı için 40-50 kadar akademisyen hoca davet ederek böyle bir dergi çıkartmak istediğimizi söyledik. Bunun için neler yapılması gerektiğiyle ilgili herkesin fikrini aldık. 1999 yılında Bismillah deyip başladık ve o gün küçük bir sayı ile dergi çıkmış oldu. HATIR GÖNÜL ALMAK İÇİN MAKALE YAYINLAMADIK Sonra dergi, üniversitelerimizde sosyal ve beşeri bilimler alanında çalışma yapan insanların rağbetini kazandı. Ciddiyetini hiç bozmadık, hatır gönül almak için makale yayınlamadık. Gelen makaleleri hakem hocalara gönderiyoruz. Bize gelen makaleleri alanının en iyisine gönderiyoruz. Makalenin bilimselliği, kapsadığı konuya katkı sağlamlayacağı hatta yayınlanıp yayınlanamaz raporu geldikten sonra makaleleri yayınlıyoruz. Üç ayda bir yayınladığımız dergimize makaleler yağmur gibi yağmaya başladı. Bir yıl, bir buçuk yıl bekleyip de yayınlayamadığımız makaleler oluyordu maalesef. Endekslere girdiğimiz için akademik camianın kademe yükseltilmesinde kullanılır duruma geldi. Dergide yayınlanan makaleler, endeksler tarafından bilim dünyasına tanıtılıyor. Bu yönüyle de ciddi ve mükemmel bir dergi haline geldik ve aranır konumda olduk. Zaman zaman özel sayılar çıkardık. Bu özel sayıların bile bu kadar ilgi çekeceğini düşünmemiştik. 2000 yılında 700 sayfa civarında Osmanlı Özel sayısı çıkardık, çok güzel oldu. Hatta ikinci baskısını yaptık. Otuzun üzerinde bilim adamının makalesi vardı. İstanbul Özel sayısında da elliye yakın bilim adamının makalesi var. Bu özel sayı iki cilt halinde yayınlandı. İstanbul Özel sayısı -kanaatime göre- her evde olması gerektiğini düşündüğüm bir sayı oldu. İSTANBUL ÖZEL SAYISINI BAŞBAKAN ERDOĞAN DA BEĞENDİ — İstanbul Özel sayısının önsözünü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yazmış. Evet, önsözü Başbakan Erdoğan yazdı. O önsöz de gerçekten çok özverili bir yazı olmuş. Bir buçuk sayfa ile İstanbul'u özetlemiş adeta. Biz İstanbul Özel sayısını sayın Başbakan'a arz ettiğimizde yazar kadrosunu inceleyip beğendiği ve böyle bir çalışmadan ötürü teşekkür ifadeleri bize intikal etti. Bunun üzerinde de zaten lütfettikleri önsüzde bu takdirlerini alenen ifade etmişler. İstanbul Özel sayımız üç cilt halinde yayınlandı. Birisi Tarihte ve Günümüzde Medeniyet Şehri İstanbul adıyla, İstanbul'un hem panoramik fotoğrafları, camileri, tarihten günümüze kadar milli, tarihi, kültürel değerleri gözler önüne seren çeşitli sanat dallarına ait fotoğraflar müteşekkil albüm gibi büyük bir eser meydana geldi. Hat, Ebru, Tezhip, Minyatür, Sedef kakma, Nakış, İstanbul Haritaları, Fermanlar ve Tespih gibi milli kültürümüzü ve değerlerimizi yansıtan eski yeni, resimlerle süslemeye çalıştık. Gelmiş geçmiş hatlarımızı, hattatlarımızı koyduk. "Hattatlarımız yok oluyor" diye hep üzülüyorduk. Allah'a şükür bugün 2011 yılındayız, artık Osmanlı'nın hattatlık geleneği devam ediyor diyebiliriz. Özel sayımıza yaşayan hattatlarımızın duayenlerini aldık. Çünkü şu an ben sadece İstanbul'da icazetli ellinin üzerinde hattat biliyorum. Bunun için biz; Hüseyin Kutlu Hoca, Hasan Çelebi Hoca Hattat Fuat,, Mehmet Özçay, Ali Toy, Davut Bektaş ve bunların talebesi olan bir kaç isimden birer örnek aldık. Ebru ve sedef işçiliğinin de duayenlerinden birer ikişer örnek almakla iktifa ettik. Böylece bu İstanbul özel sayımız bir kültür hazinesi oldu. FUAT SEZGİN'İN İSTANBUL SAYISINA MAKALE YAZMASI BİR İTİBARDIR İstanbul Özel sayısının galasını yaptığımız gece İstanbul Belediye Başkanı ve İstanbul Valisi teşekkürlerini bildirdiler. Hatta Belediye Başkanı'nın "Yetmez İstanbul için bir özel sayı Ali Bey, lütfen buna devam edin. İstanbul bunlara layık, İstanbul tarihin çeyiz sandığı" diye hoşuma giden bir ifadesi oldu. Zaten Sayın Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş Bey'in de çalışmamızda 5-6 sayfalık gerçekten İstanbul'u hülasa eden güzel bir önsözü var. Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın da yine muhtevalı bir önsözü özel sayımızda yer almaktadır. Çalışmalarımızın takdir edilmesi açısından bana göre bu sayı kıymetli bir sayı oldu. 50 kadar yazarın akademik bir dille yazılmış bu kıymetli makalelerinin her birinin ciddi ağırlığı var. Öğrencisi olan ve okur yazar her aile ve her evde bulunmasında zaruret vardır. Çünkü milli, dini ve insani değerlerimizin toplu olarak bulunduğu bir eser konumuna geldi. Mesela Profesör Fuat Sezgin'in kendisini ziyaret edip makalesini almak nasip oldu. Fuat Sezgin Hoca'dan makale alma bu dergi için ve Türkiye'de derginin gireceği her mekan için bir itibardır. Çünkü İslam bilimi ve teknoloji tarihi alanında, Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamız, Türkiye'nin dünyada yüz akı. Almanya'nın desteği ile Profesör Fuat Sezgin, bilim tarihi olarak hazırladığı on beş ciltlik kocaman eseri dünyanın sekiz - on diline tercüme edildi. Ayrıca bilimsel değeri olan bin beş yüz kadar kitap neşretmiştir, işte kendisi böyle bir bilim adamıdır. Lütfedip İstanbul Özel sayımıza bilim tarihi ile ilgili bir makale yazdılar. AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ İSTANBUL SAYISI BİR HAZİNEDİR Türkiye sevdalısı, Indiana Üniversitesi Profesörleri'nden Henry Glassie'nin de bir makalesi var. O'nun makale özetini okuyunca ben bir Türk vatandaş olarak ağladım. Bir Batılının Türkiye'deki sanata, sanatkara verdiği değer beni ağlattı. Glassie; "Türkiye'den ülkeme dönmek üzere uçağa bindiğimde, dönüşte Türkçeyi öğrenmeye yemin ettim. Bu sanatı, bu sanattaki aşkı, aşkı ilahiyi anlayayım diye yemin ettim ve hanımımla, kızımla döndüm geldim. Türkiye'de Türkçe öğrendim" diyor. Bana göre bu zat ve bu makale bizim için bir değer değil mi? Alain Servanti diye bir zat var. Sekiz dil yazıp okuyabiliyor. Fuat Sezgin yirmi altı dil konuşuyor. Alain Servanti'den makale istemek üzere kendisine İngilizce mektup yazdım. Bana cevaben; "Ali Bey Türkçe biliyorum istersen Türkçe yazabilirsin. Makalemi hangi dilde yazayım?" diye sordu, ben de çaktırmadan hangi dilde yazıyorsun diye muziplik ettim. Adam sekiz dilde yazıp okuyan birisi. Bu zat da Özel sayımıza bir makale ile iştirak ettiler.. Bu hocalar gibi yoğun çalışmalarına rağmen dostluğumuzu kırmayarak Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu beyefendi de bir makale lütfettiler, kendisine teşekkür ediyorum. Dolayısıyla bu Özel sayı bir hazinedir. Bunu nasıl duyururuz, nasıl tanıtırız bunu da pek bilemiyorum. AYNI ŞEHİRDEN GELEN 'HAYIR'CI VALİ OLABİLİYOR, 'EVET'Çİ OLAMIYOR — Referandum oylamasında "hayır" oyu verenlerin Allah katında bundan mesul olacağını, "evet" oyu verilmesi gerektiğini bir makalenizde yazdınız. Sonuç olarak seçimi "evet" oyu kazandı. Seçimi "evet"in kazanması bugüne kadar neyi değiştirdi? Bugünden sonra neyi değiştireceğini öngörüyorsunuz? Referandum oylaması Türkiye'nin var olma, yok olma mücadelesinde; Türkiye var olsun mu, Türkiye kalkınsın mı, Türkiye misyonuna, tarihine, milletine, milli değerlerine uygun yoluna devam etsin mi? Evet. Etmesin mi? Hayır. Bu kadar açık ve bu kadar net. İnsanın değerinin, -Anadolu'daki tabiriyle- tavuk kadar kıymetinin olmadığı bir dönemi Türkiye uzun yıllar yaşadı. Sen Müslüman olabilirsin, ol sana bir şey diyen yok, ama öyle bir makam mansıp sahibi olmaya sakın yeltenme, daha ne istiyorsun Müslüman Kasap ol kardeşim Müslüman manav ol, ol zararı yok. Giy başına takkeni, camiine git gel ama manavlığını güzel yap, gelene gidene güzel sebzelerden ver. O 'Hayırcı' beyefendilere de güzelce hizmet et, kimsenin sana bir diyeceği yok. Hacı efendi, Hocaefendi ol yine sana kimsenin bir diyeceği yok. Ama senin gidip de Hukuk Fakültesi okumana ne hakkın var kardeşim, Polis Okulu'na girmeye ne hakkın var kardeşim, Polis Akademisi'ne girmeye ne hakkın var kardeşim, öğretim üyesi, doktor olmaya ne hakkın var kardeşim? Vali, kaymakam, hâkim, savcı olmaya ne hakkın var kardeşim? Yoksa sen burulara sızıyor musun? Neden? Çünkü o makamlar parsellenmiş. Hâkim olmak, hekim olmak bir kesimin hakkı sanki. Aynı şehirden bir 'Hayır'cı ve hayır taraftarı birisi Vali olabiliyordu ama bir 'Evet'çi Vali olacak olsa kıyamet koparılırdı çünkü. O günün şartları öyleydi, basını, yayını, televizyonlar hep aynı şeyi terennüm ederlerdi. Ama milletimiz 'Evet' ile bu dengeyi değiştirerek demokratik bir zemine çekti. Dinin temel esaslarından birisi şu ki; biz herkesi kendi konumunda kabul eder ve kimsenin hayat tarzına karışmayız, kendi hayat tarzımıza da karışılmasını istemeyiz. Bu hususta hala bizim müsamahalıyız, ne yazık ki, müsamaha göremiyoruz. Biz 'Evet' diyenler 'Hayır' diyenlerle de sarmaş dolaşız. Ama o 'Evet' diyene düşman nazarıyla, çapulcu nazarıyla bakıyor. Türk medyası bunun örnekleriyle dolu maalesef. Böyle bir şey bu ülkede olabilir mi? DERGİYİ DÜNYAYA MAL ETME HEDEFİMİZ VAR — Üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz var mı? Yoksa mevcut projelerin yoğunluğu yeni projelere olanak vermiyor mu? Yoğun ve yorgun bir çalışmayla Akademik Araştırmalar Dergisi'ni okuru ile biz buluşturduk, iş kaldı artık çalışmanın tanıtımına. Bu hususta da sizin gibi imkan sahiplerinden de çalışmamızın tanıtımını ve halka mal edilmesini temenni etmekteyiz. İnşallah şimdi de Dergimizi Journal Of Academic Status İngilizce ismiyle dünyaya mal etme projemiz var. Artık sadece Orta Asya cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan'dan değil, Almanya, Pakistan Devlet üniversitesi, Moskova Devlet Üniversitesi ve ABD üniversitelerinden de makaleler geliyor. Tahakkuk ettirebilirsek Dergimizi, İngilizce basarak bütün dünyaya mal etme gibi bir hedefimiz var. Son olarak www.haberaktuel.com Genel Yayın Yönetmeni siz Muaz Kalaycı Bey'e bu röportajdan dolayı teşekkürlerimi arz ederim.
<< Önceki Haber Bir hazine: Akademik Araştırmalar Dergisi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER