"Sivil diktatör"e küfretmek mümkün mü?


Kılıçdaroğlu yıktı etik perdesini. Bu sefer öyle bir çam devirdi ki siyasette üslup kaygısı tavan yaptı. Zonguldak konuşmasında Başbakan'a yönelik "ana... aa..." ifadesini kullanıp gerisini kitleye bıraktı. Sonra da devirdiği çamı biçmek için tevil yoluna gitti ve "ayağını denk al" diyecektim dedi ama kimse yemedi. Madem "ana... aa..." kelimesi cümle olunca sorun olmayacak, o zaman neden sustun demezler mi adama? Hayatın normal akışı karşısında herkes "ana..." kelimesinin nasıl bir cümle oluşturacağını bilir. "Ana..." kelimesinden "ayağını denk al" cümlesine giden yol var mı? Cep telefonlarındaki T9 sözlüğü bile beceremez bu işi. Bir de hiç sıkılmadan "sivil dikta" diye sayıklıyorlar ya. Sivil dikta olsa Kılıçdaroğlu Başbakan'a bu şekilde hakaret etme lüksünü rüyasında bile göremezdi. Kılıçdaroğlu böylece gerçekten tarihe geçti. Herkes bir şekilde tarihe geçebilir. Kimi cesaretiyle, kimi icraatıyla, kimi gaflarıyla, kimi de küfürleriyle. Edebiyatta realist akımın önemli simalarından Stendhal'i Kırmızı ve Siyah adlı unutulmaz şaheserinden herkes hatırlar. İşte Stendhal "Roman yol boyunca gezdirilen bir aynadır" diyordu. Toplumun tüm renklerini, tutku ve acılarını, aşırılık ve zaaflarını bulursunuz bir gerçekçi romanda. Siyaset de toplumun aynası değil mi? Aynaya bu defa bir küfür sahnesi aksetti. Halkın tüm renkleri, eğilimleri ve düşünceleri siyaset arenasına yansır. Entelektüeller, cahiller, sahtekârlar, şarlatanlar, dürüstler, ezilenlerin savunucuları, ezenler, hatipler ve küfürbazlar... Hepsi de parlamentolarda boy gösterirler muhtelif siyasal kimliklerle. Bu kadar farklı ve renkli toplum yelpazelerinden oluşan bir parlamentoda ortak çizgilerden birisi de asgari bir etik ve üslup taşımaktır. Polemik siyaseti, bu arenanın kaçınılmaz gerçeklerinden biri. Dehasıyla meşhur Alman şansölyesi Otto von Bismarc'ın "Siyaset karakteri bozar" sözünün bir tecellisi midir bilinmez ama siyasetteki kavga üslupları kişiden kişiye değişir. Bazen cereyan eden bu siyasi kavgalar, yıldızlar doğurur ve yıldızlar söndürür siyaset sahnesinde. Peki, Batı'da bizde yaşanan bu tür ağır siyasi polemikler yaşanmadı mı? Yaşandı elbette ama bu polemiklerde ince bir "humoral politik" yaklaşım göze çarpardı. Türkçe'de gülmece ve mizah gibi kelimelerle karşılanamayacak bir kavramdır "humor." Belki hayatın kıvrımlarına ve en ciddi sayılabilecek sorunsallara nüktedanca bir bakış... Bunu sakın bizim politikacılarımızın birbirlerine pervasızca savurduğu "Hırsız, sahtekâr, şerefsiz..." veya Kılıçdaroğlu'nun ettiği küfür gibi bayağı sözlerle karıştırmayın. Her şeye rağmen Batı'da bizlerdeki kadar irtifa kaybetmiyor siyasi polemikler. ABD'nin keskin diliyle meşhur eski senatörlerinden John Randolph. Büyük bir senatör değildi ama ısırıcı ve hakaretamiz söz üstatları arasında liste başıydı. Randolph Temsilciler Meclisi'ndeyken Edward Livingstone adlı diğer bir vekilden şöyle bahsetmişti: "Şaheser kabiliyetlere sahip fakat ıslah olunmazcasına dejenere bir insan. Tıpkı ay ışığındaki kokmuş bir palamut gibi. Hem parlıyor hem kokuyor!" Bu üslup aşağılayıcı bir üslup olsa da, edebi bir helezonun arkasından göz kırpıyor bizlere... Takdir ve tezyif bir arada... İngilizler'in meşhur devlet adamı Winston Churchill en iyi nüktelerinden birisini, bir gece oturumundan sonra parlamentonun dinlenme salonunda yapmıştı. Müzakereler sırasında ateşli İşçi Partisi vekili bayan Bessie Braddock ile kendisi arasında gergin söz düelloları yaşanmıştı. Bayan Braddock irikıyım, sözünü kesenlere verdiği cevapları fiilen de ifa edebilecek kadar güçlü kuvvetli bir kadındı. Bir gün muhafazakâr bir vekile şunları söylemişti: "Burada dokunulmazlığına güveniyorsun. Dışarı çık da kafanı nasıl patlatacağımı gör!" O gece oturum bitince bayan Braddock bazı milletvekillerinin huzurunda Churchill'e şunu söyledi: "Winston, sen bir sarhoşsun." Churchill, bu hamleyi bekliyormuş gibi derhal cevap verdi: "Bessie, sen de çirkinsin, ben yarın sabah ayılacağım fakat sen yine çirkin kalacaksın." Belki bu zikrettiğim kişilerin fikirlerinde de vasatlık söz konusudur ama fikir ve düşüncelerindeki harcıâlemliği, dillerinin haşmetiyle gizleyebiliyorlar. Ama küfretmenin haşmeti olmaz. Kılıçdaroğlu, siyasette etik koridorunda açtığı deliği kapatamaz ama en azından özür dileyerek hatasından dönmesi gerekir.
<< Önceki Haber "Sivil diktatör"e küfretmek mümkün mü? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER