Cin külahı II- YORUM

Yabancı ülke servislerinin Türkiye üzerinde birtakım hesaplar yapmasında anlaşılmayacak bir şey yok.

Cin külahı II- YORUM

Ama aklımızın almakta zorlandığı şey bu ülkenin insanından ve bu milletin fertlerinden ne zaman güzel ve başarılı bir iş çıksa hemen bir yerlerden kara propagandanın başlamasıdır.Ve bu yerlerin bazen milliyetçilik adına bu millete başarıyı çok görüp milleti aşağılamasıdır. İlhan Selçuk’un ‘Pencere’sine bir de bu açıdan bakınca hayretler içinde kalmamak mümkün değil. Bugün el üstünde tutmaya çalıştığı insanlara dün neler söylemiş neler!… Millî ruh, ne zaman kendi kültür kozası içinden kelebek gibi süzülüp, kanat çırpmak istese, acı bir reaksiyon vurgunu yemekle karşı karşıya kalıyor. Hem de ‘falan ülkenin ajanı’, ‘dış güçlerin maşası’ gibi ithamlarla yaftalanarak… ‘Ulusçuluk’ ya da ‘Türkçülük’… adı ne olursa olsun, hedefini sadece ve sadece bu milletin başarılı olmuş fertlerinden seçen, sonra da ‘ulus’ ve ‘Türklük’ adına onları düşman belleyip, acımasızca saldıranların yaptıklarını yan yana getirip, görmek istedim. Bu maksatla, siyaset mühendisliğine soyunarak MHP ve ülkücüler üzerine hesaplar yapan İlhan Selçuk’un ‘Pencere’sinden bakmak geldi aklıma. İç Anadolu Türklerinden Ali Bey’in arşivine müracaat ettim. Pencere’de neler varmış neler!... İlhan Bey önce 27 Mayıs adına üzüntülerini sayıp, dökmüş. ‘Ne talihsiz bir devrim şu 27 Mayıs’ demiş ve devrim sonrası yaşanan kavgalara temas etmiş. Sonra da bütün faturayı merhum Alparslan Türkeş’e kesmiş. İster istemez aklım cumhuriyet mitinglerine gitti. Mitinglerin arkasından da aynı sesler yükselmemiş miydi? Mühendislik çalışmaları sonuçta pasta için yapılıyor. Pasta masanın üzerine konulunca da en büyük dilim kavgası başlıyor. Üleşenler, kavganın faturasını, paylaşımın mağdurlarına keserek pazarı kapatıyor! İlhan Selçuk 27 Mayıs’la yetinmeyip 9 Mart’a doğru giderken, Alparslan Türkeş’in, Türkçülüğü, milletin değerleri ve inançlarıyla daha uyumlu bir milliyetçilik olarak yorumlayıcı girişimlerine fena halde takıyor. Ve tarihler 21 Ağustos 1969’u gösterirken ‘Pencere’sinde bakın neler yazıyor: Başlık: “Başbuğ, ama ne başbuğ?” İlk satırlar: “Başbuğ’u tanıyorsunuz, gazetelerde sık sık fotoğraflarını görüyor, konuşmalarını okuyorsunuz. Tarif edeyim size, dümdüz arkaya taralı saçları, çizgi gibi incecik ağzı, bataklık suyu gibi karanlık bakışları var… Tanıdınız değil mi? Adı Alparslan Türkeş.” Yazının ortası: “Şimdi sivil-asker, eski-yeni tüm devrimciler (…) kendilerine şunları sormalıdırlar: Bu Alparslan Türkeş, şeref yemini ederek girdiği ihtilal komitesinde, ihtilalin aleyhinde bir tutum içindeymiş. Demek ki yalan yere yemin etmiş… Demek ki, can ve kan kardeşliği ile kurulan birlikte, açıktan yemin ederek, art fikirlerini saklayarak ve arkadaşlarını aldatarak casus gibi hareket etmiş… Şeref sözü denen kutsal kavramın hiç mi değeri yoktur bu Alparslan Türkeş için?” Yazının sonu: “Biz ilk defa bir başbuğ’a rastlıyoruz ki, taraftar olmadığı ihtilalin seline kapılıp yuvarlanmış, sonra da paket edilip yurt dışına yollanmış… Başbuğ, ama ne başbuğ imiş bu Türkeş!” Yazının hulasası bu… ‘İlhan Usta neden bu kadar saldırganlaşmış?’ diye merak edenler için iki satır daha nakledelim. Merhum Türkeş seçmenlere şöyle bir beyanat vermiş: “Şahsen ihtilale taraftar değildim. Fakat bunun bir partinin lehine veya aleyhine yapılmasına mani olmak, sol temayüller ve kaymaları önlemek üzere, birkaç arkadaşımla birlikte ihtilale karıştım. Bütün bunların olmaması için de mümkün olduğu kadar ihtilalin başında yer almaya çalıştım.” İşte böyle… İlhan Usta kızmasın da ne yapsın. Türkeş, sola kaymasın diye ihtilale girmiş, girmekle yetinmeyip bir de bu amacını gerçekleştirmek için mümkün olduğu kadar ihtilalin başında yer almaya çalışmış… İlhan Usta’nın 27 Mayıs’ı talihsiz addedip, faturayı Türkeş’e kesmesi de işte bundan. Bir de bunlar yetmiyormuş gibi Türkeş halkın içinde namaza durarak pozlar veriyormuş! Olacak şey mi bu!... Hesap bu kadarla kapanmıyor. Başarısız bir 9 Mart ve 12 Mart’ı takip eden yıllarda ülke sağ-sol çatışmasına sürükleniyor. Türkeş sağda, İlhan Bey solda yer alıyor. Bu sefer ‘Pencere’de tırnak içinde bir başlık sallanmaya başlıyor: “Uluyan kardeşlerimiz” Tarih 15 Temmuz 1975… Okur mesajlarını köşesine yerleştirip, ‘ben söylemiyorum, okur böyle diyor’ usulü o zaman da geçerli imiş. İlhan Ağabey de öyle yapmış. Nazilli’den Baki Gözen isimli bir devrimcinin mektubunu alıp köşesine yerleştirmiş. Devrimci Baki Gözen aynı anne ve aynı babadan olma, özbeöz kardeşlerinden üç tanesini ülkücü olduğu için “uluyan faşist” olarak adlandırıp İlhan Selçuk’a mektup gönderiyor. Maksadı, üçü de öğretmen olarak görev yapan “uluyan” kardeşlerini tartışmada alt ederek ‘faşist’likten vazgeçirmek. İyi de İlhan Bey bunu köşesine niye taşıyor? Dönemin, memleketin gençliğini sağlı sollu ayırıp çarpıştırma projelerinin yürütüldüğü zamana denk düştüğünü hatırlatıp geçelim. Ve İlhan Usta böyle dönemlerde ihtiyaç neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan asla geri durmaz. Bugünlerde üzerinde çalıştıkları projenin başarıya ulaşması adına kendisine işkence yapanları bile bağışladığını yazması da işte o pragmatist yönünden kaynaklanıyor. Okur mektubu yeterli gelmemiş olmalı ki, 5 Eylül 1975 günü “Damdaki komando” yazısı Pencere’de askıya çıkartılmış. Komando ülkücü gençlerdir. Yazının ilk paragrafı: “Anadolu kasabasının dar dünyasında bunalıma düşmüş gençler vardır. (…) Yarı okumuşluğun sisleri arasında, gözleri de yarı açılmıştır. Hem çevresini beğenmez, hem de parlak bir yaşamın özleminde olumsuz tepkilerle dolar taşar. Değer yargıları oluşmamıştır. İlk gençlik yıllarının kadın bunalımları, ruhsal bir karabasandır düşlerinde… İşi-gücü yoktur. (…) Kahvede pişti oynar, futbol maçında kavga çıkarır, renkli dergilerde çıplak kadın fotoğraflarıyla oyalanır. (…) Ne yapacağını bilmez; külhanbeylik, kabadayılık, haytalık eğilimleriyle, arkadaşlık raconu arasında kurulu bir salıncakta gider, gelir. Delikanlılık bunalımlarıyla toplumsal dar boğazın içinde çırpınıp durur. Kısaca tam komando olacak bir gençtir.” Yazının devamı: “Üç aylı bayrak, bozkurt, ok ve yay, kalpak ve çizme gibi resimli roman malzemesine tutkusu vardır öteden beri…” Yazının omurgası: “Gizli eller, sermaye felsefesinin istediği biçimde donatılmış raporlarla dolu dosyaları Cumhurbaşkanından Bakanlar Kuruluna dek her düzeyde yetkililere sunarlar. Devletin kilit noktalarında bulunan kişilerin fikirlerini oluştururlar. Bizim delikanlı bütün bunlardan habersizdir kuşkusuz… Kime ve kimlere alet edildiğinin farkında değildir.” Yazının akışını burada biraz kesip antrparantez bir soru soralım. Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi İlhan Selçuk, Cumhurbaşkanı Sezer’le kimseye nasip olmayacak istisnai bir dostluk kurmayı başarmıştır. Geçen hafta yayınlanan bir araştırmaya göre de zenginlerimiz CHP’ye oy verecekmiş ama AKP’nin iktidar olmasını istiyormuş. CHP-MHP koalisyonuna misyon biçen İlhan Usta’nın o meşhur sorusunu buraya yerleştirip yazıya devam edelim: “Niye ki!..” Oralarda neler oluyor İlhan Ağabey?... Yazının finali: Bilinçli gençler Adana’da bir yürüyüş düzenlemiş. Türkiye’ye silah ambargosu uygulayan ABD’yi protesto etmek istemişler. Gerisini yazıdan aynen nakledelim: “Ellerindeki dövizlerde yazılı ilkelerin birinci sırasında şöyle yazıyordu: -Tam bağımsız Türkiye… Komando gençler, bu yürüyüşü MHP binasının damından taşladılar, kurşunladılar. Demek ki bunlar İncirlik üssünde Amerikalıların yan gelmesini istiyorlar; yabancı bir devletin Türkiye topraklarındaki çıkarlarını savunuyorlar; Amerika hesabına kendi kardeşlerini kurşunluyorlar. Polis damdaki komandoyu bıraktı; Amerika’yı protesto eden gençleri emniyetin bodrumuna tıktı. CIA’nın isteği de budur.” Yazıda güzel bir ikaz cümlesi var. “Bir ülkeye girdi mi emperyalizm, kardeşi kardeşe vurdurtarak egemenliğini yürütür, çıkarlarını korur.” Bu ikazı yapan Selçuk, şimdi ne yapıyor? Mesela, evlerinden cephanelik ve birtakım krokiler çıkan çeteleri polis yakalıyor, Selçuk’tan bir aferin var mı? Yok! Polisin yakaladığı çeteler bir bir salıveriliyor. Salıverenlere Selçuk’un bir tepkisi var mı? Yok! Peki, ne yapıyor? MHP ve ülkücüler üzerine kurulan oyunların senaryosunu yazıyor!.. Ya bu sefer de 27 Mayıs gibi olursa! Yok canım! İlhan Usta bu gaflete düşer mi hiç!... “Bataklık suyu gibi karanlık” gördüğü ve ABD çıkarlarına hizmet etmekle yaftaladığı Türkeş nasıl olsa bugün yok. Ben onun komandolarını rahatlıkla elde ederim, hesaplarını yapıyordur. Bakalım cin külahının altından daha neler çıkacak? HAMDİ YILMAZER- AKSİYON
<< Önceki Haber Cin külahı II- YORUM Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER