Hür Adam


"Said, dağbaşında va'z eden bir mürşit." diyor merhum Cemil Meriç: "Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın." Ne yazık ki, bu koşmayı hiçbir zaman çözemedi Türk entelijansiyası. Bediüzzaman'ın Eşref Edip'e söylediği gibi; onu skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannettiler yıllar yılı. Ya da öyle göstermek istediler. Oysa, bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul olmuş, bu hususta en derin meseleleri halletmiş münevver, mütefekkir ve alimdi. Bu nedenle onunla ilgili yapılan her çalışma adeta nasırlara basılmış gibi çığlık çığlığa bıraktı paradigmanın iflah olmaz leşkerlerini... Oysa sadece Meriç'i okuyabilseler fark edeceklerdi gerçeği: "Nass'ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyordu. Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Nurculardan önce kelâm var. O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!) ile Anadolu, tereddütle inanç... Karşı karşıya geldi." Eskilerin "Bu kadar cehalet ancak tahsille olabilir" sözünü haklı çıkaran akademisyenler gördüm ekranda. Mehmet Tanrısever'in filmi Hür Adam'dan yola çıkarak Said Nursi aforizmasına odun taşımayı maharet saydıkça, komik duruma düşen bir düzine 'Tahsilli' insan gördük son haftalarda. Misal bir bayan akademisyen, saçmaladıkça saçmaladı. Hızını alamadı, 'kadınlara şeytan diyor' dedi. Döndü 'Milletvekili adayıydı' diyerek kargalara bile salon komedisi seyrettirdi. Esasen ülkemizin akademik manzarası hakkında çok önemli ipuçları barındıran tabloları ortaya çıkardı Hür Adam filmi. Güldük, acıdık, 'yuh artık' dedik izlerken bu zavallılıkları... Resmî ideolojiye bidayetinden beri karşı duran, dik duran ve bunu benzersiz bir sivil itaatsizlikle başaran, yaşarken ve ölümünden sonra bile baş edilemeyen bir mücadele adamını anlamalarını beklemek fazla safdillik olsa gerek. Oysa şahane bir örnek de vardı bugünlerde. Bu zihniyete göre Koca Süleyman ancak tiyatro müsameresi gibi ve içi boşaltılmış oryantalist bir bakış açısıyla aktarılmalıydı sanat düzlemine. Muhteşem Yüzyıl'ı bu yüzden pek beğendiler, baş üzerinde taşıdılar. Rahatsız oldukları şey Bediüzzaman Said Nursi'nin, resmî ideolojinin ontolojisiyle ele alınmamasıydı. Daha da büyük korkuları ise, artık bu sanat/sinema işlerini kendileri dışındaki insanların da becerebilmesiydi. Kim bilir, belki Hür Adam'dan sonra Muhteşem Süleyman'ı da çekmek filan isterdi Mehmet Tanrısever! Oysa Hür Adam bir dibace belki, girizgâh... Burnundan soluyanların, öfke kusanların, diş bileyenlerin daha serinkanlılıkla yaklaşması, anlamaya çalışması gereken bir ön temrin. Bu nedenle her ne kadar nefret kussalar, kin akıtsalar da ekranlardan üzerimize, mutluyum ben açıkçası. Konuşulması, tartışılması, gündem olması gereken bir değerin çok gecikmiş de olsa pratiğine vesile olması bile böylesi bir filmi çektiği için Tanrısever ve ekibine şükran borçlu olduğumuzun ispatı. Hitame olarak sözü yine Meriç'e bırakalım: "Üstâd şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor. Üslûb kesîf ve izahlar inandırıcı. Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke. İrfanımızın madde-i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliyoruz? Heyhat; ne meselenin kendisine âşinâyız, ne mefhumlara."

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER