Siyasiler, değerleri ve çıkarları: Obama örneği


Geçen hafta Başkan Barack Obama'nın ABD'nin yeni Ortadoğu politikası üzerine konuşmalarını dinlerken düşündüm. Demokratik ülkelerde siyasiler (ve tabii onların başında oldukları hükümetler) sürekli olarak sahip oldukları siyasi değerler ile siyasetçi (ya da hükümet) olarak çıkarları arasında denge kurmak zorundalar. Bunun için de çoğu zaman yarı-doğrular ve yarı-yalanlar ile konuşuyorlar. Zaman zaman değindiğim üzere bu, Türkiye'de iyi anlaşılamayan bir husus. Bunun içindir ki siyasetçilerden entelektüeller gibi davranmaları, yani her zaman doğru bildiklerini söyleyip yapmalarını bekleyen çok. Obama'nın değerlerinin, eski başkanlardan Jimmy Carter'ın değerlerinden farklı olmadığını varsaymak için pek çok neden var. Bilindiği üzere Carter uzun yıllardır, 1967 sınırlarıyla bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını, barış için Hamas'ın muhatap alınmasını, şimdi de El Fetih-Hamas uzlaşmasıyla oluşacak hükümetin desteklenmesini savunuyor; eğer İsrail, Filistin devletini tanıyacak olursa (daha önce El Fetih'in yaptığı gibi) Hamas'ın da İsrail'i (denize dökmekten vazgeçip) tanıyacağını söylüyor. (Washington Post, 4 Mayıs.) Obama ise son konuşmalarında bir yandan İsrail'i (toprak değiş tokuşlu olarak) 1967 sınırlarıyla Filistin'i tanımaya davet ederken, öte yandan içinde Hamas'ın olduğu bir Filistin hükümetiyle konuşulamayacağını; Filistinlilerin Eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde tanınmayı beklememelerini söyledi. Neden? Çünkü, gelecek yıl yeniden seçilmek isteyen bir siyasi olarak, başta İsrail ve Hıristiyan Siyonist lobilerinin gazabına uğramaktan kaçınıyor. Tunus ve Mısır'da demokratikleşmeye tam destekten söz ediyor, ama bunun ABD açısından ne gibi olumsuzluklara yol açabileceğini bildiği için, (Libya'dan farklı olarak) Suriye'ye müdahale gereğinden söz etmiyor. Suriye ve (hatta müttefiki) Bahreyn yöneticilerini reforma davet ediyor, ama Suudi Arabistan'ın adını ağzına almıyor. Geçen Eylül ayında Obama, BM Genel Kurulu'nda, İsrail ile Filistin arasında yeniden başlamasına önayak olduğu görüşmelerin bir yıl içinde anlaşma ile sonuçlanması çağrısında bulundu. Görüşmeler, İsrail'in Yahudi yerleşimlerini dondurmayı reddetmesi üzerine birkaç hafta içinde çöktü. Ortadoğu özel temsilciliğine atadığı (Kuzey İrlanda barışının mimarı) Senatör George Mitchell gerek Netanyahu'nun uzlaşmazlığı, gerekse Obama'nın (geçen Şubat ayında İsrail'in yerleşimleri genişletmesini takbih eden Güvenlik Konseyi karar tasarısını veto etmesiyle doruğa tırmanan) yalpalamaları karşısında iki hafta önce istifa etti. El Fetih-Hamas uzlaşmasından sonra Filistinliler Eylül'de BM Genel Kurulu'nda 192 üye ülkeden üçte ikisinin (yani en az 128 üyenin) bağımsız Filistin devletini tanıması için kampanya yürütüyor. Ne var ki, Filistin'in uluslararası alanda tanınması (İsrail'in resmen de işgalci konumuna düşmesi) için Güvenlik Konseyi'nin de onayı şart. Bu nedenle Obama'nın Eylül'de Filistin devletini tanımayacağını açıklaması, İsrailliler dâhil barış yanlısı herkesin tepkisini çekti. Obama'nın bir siyasi olarak konumunu belki en iyi anlatan, barış yanlısı Yahudi Amerikalı yorumculardan biri olan J. M. Rosenberg'in geçenlerde aktardığı anekdot: 2007'de başkanlığa adaylığını ilan etmesinden bir gün sonra Obama ile buluştum. Filistinliler üzerinde süren işgalin hem ABD, hem de İsrail açısından çok kötü sonuçları olduğunu, ABD'nin barış için "dürüst arabuluculuk" yapması gerektiğini söyledim. Obama, "Duymuyorum..." dedi. Anlayamadım. İzah etti: "Şunu demek istiyorum: Sizin gibi düşünenlerin sesini duymuyorum, ama AIPAC'in (İsrail lobisi) söylediklerini her hafta dinliyorum. Başkan seçildiğimde siz ve sizin gibi düşünenlerin mesajınızı duymamı sağlamanız lazım. Sadece haklı olduğunuza inanmak yetmez. Sesinizi yükseltmeniz gerekir ki, ben sadece onların değil sizin de sesinizi duyayım." (Political Correction, 16 Mayıs.)
<< Önceki Haber Siyasiler, değerleri ve çıkarları: Obama örneği Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER