Fransa'nın 'Kara Afrika' tarihi

Fransa'nın sözde söykırımı inkar etmeyi suç sayan yasayı parlementoda oylamaya hazırlanması Türkiye'nin tepkisini çekti.

Fransa'nın 'Kara Afrika' tarihi

İlk tepki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan geldi. Erdoğan yaptığı basın açıklamasında şöyle konuştu: "Eğer Fransız Ulusal Meclisi tarihle ilgilenmek istiyorsa, gitsin, Afrika'da yaşananları, Ruanda'yı, Cezayir'i aydınlığa kavuştursun. Daha da ileri gidiyorum; gitsinler, 1915 olaylarında Fransa'nın nasıl bir rol üstlendiğini, nasıl bir tavır, tutum ve politika izlediğini aydınlığa kavuştursunlar." Başbakan Erdoğan'nın bahsettiği o olaylar Fransa'nın gündeme getirmek istemediği karanlık tarihini gösteriyordu. Şimdi o günlerde ne olduğuna bir bakalım: Fransa'nın Cezayir İşgali Fransa'nın Cezayir'e yönelik işgal amaçlı saldırıları 1827'de başlamıştır. Fakat saldırıların başlamasıyla ilgili gelişmeler oldukça ilgi çekici ve düşündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir eyalet durumundaydı ve başında da aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin Paşa bulunuyordu. Fakat Osmanlı Devleti'nde baş gösteren zayıflama Cezayir'i de Fransa karşısında zayıf duruma düşürmeye başlamıştı. O sıralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak adlı Cezayirli iki yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almıştı. Fransa krallık idaresine geçince yeni yönetim bu borçları tanımakla birlikte ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki yahudi alacaklarının tahsili için Dayı Hüseyin Paşa'yı devreye soktular. Hüseyin Paşa da tebaasından olan bu iki kişinin alacaklarını tahsil için harekete geçti ve bazı Fransız gemilerine el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçların tartışıldığı sırada Dayı Hüseyin Paşa, Fransız konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu. Fransa da bu olayı savaş ilanı kabul ederek 16 Haziran 1827'de askeri harekatı başlattı. Aslında Fransa böyle bir harekat için söz konusu olaydan önce hazırlığını yapmıştı. Bu ilk harekattan sonra Cezayir'in sahillerini abluka altına aldı. O sıralarda Yunanistan işgaliyle uğraşan İstanbul yönetimi (Babıali) ise olaylara müdahale etme imkanından yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için uğraş veriyordu. Ama Fransa avantajlı durumunu değerlendirerek işgal planını gerçekleştirmek istiyordu. Fransa, İngiltere ve Rusya'yla da işbirliği yaparak 20 Ekim 1827'de Navarin'deki Osmanlı donanmasını yaktı. Bu olaydan kısa bir süre sonra 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı başladığından Cezayir, Fransa karşısında iyice yalnız kaldı. Bu duruma rağmen yine de Fransa, Cezayir'i kısa sürede işgal edemedi. 14 Haziran 1830'da General Bourmont komutasında yeni bir donanma ve 37.000 kişilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830'da başkent Cezayir'i işgal edebildi. Fakat o sırada meşhur Emir Abdülkadir komutasında bir gerilla savaşı başlatıldığından Fransa, Cezayir'in tümünü ele geçiremedi. Emir Abdülkadir'in işgal kuvvetlerine karşı direnişi 1947'ye kadar sürdü ve Fransa'nın ülkenin tümü üzerinde hakimiyet sağlaması da ancak bu direnişin sona ermesinden sonra gerçekleşti. Fransa'nın uyguladığı baskı politikası Avrupa'dan getirtilen göçmenlerle işgal yönetimiyle işbirliği içindeki küçük bir azınlık dışında bütün Cezayir halkını ikinci sınıf vatandaş durumuna sokmuştur. Bu muamele yüzünden ülkenin asıl sahibi durumundaki kalabalık kitleler fakirleştirilmiş, oldukça büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakılmıştır. İnsanlar Kitleler Halinde Öldürüldü Cezayir'de 1 Kasım 1954'te başlayan ayaklanma 19 Mart 1962'de ilan edilen ateşkese kadar devam etti. Yani yaklaşık yedi buçuk yıl. Gün olarak ise toplam 2694 gün. Bu süre içinde bir buçuk milyon Cezayirli şehit edildi. Yani savaş süresince günde ortalama 557 Cezayirli hunharca katledildi. Bu rakam Cezayir'deki Fransız katliamının ne kadar vahşice, ne kadar hunharca olduğunu apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Ölü sayısının bu kadar fazla olmasının sebebi saldırılarda özellikle kalabalık kitlelerin hedef seçilmesiydi. Tarihi bilgilere göre Cezayir'in bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde nüfusu 8-10 milyon civarındaydı. Buna göre Fransız işgal kuvvetleri ülkedeki nüfusun % 15'ini öldürmüşlerdi. Yani her 6,6 kişiden 1 kişi 7,5 yıl süren bir bağımsızlık savaşı esnasında öldürülmüştü. Bu ise her aileden en az bir kişinin hayatını kaybetmesi anlamına geliyordu. Bu ise apaçık bir soykırım niteliği taşıyordu. Fransız vahşetinden ülkeye yerleştirilen bazı Fransızlar da nasiplerini almışlardı. Başkent Cezayir'in Babu'l-Oueyd semtine yerleştirilen Fransız kökenliler işgal yönetiminin tutumuna itiraz ettiklerinden ve Cezayir'deki halka Fransa'daki halka tanınan hakların aynısının tanınmasını istediklerinden dolayı işgal kuvvetlerinin hışmına uğradılar. Ünlü general Charles de Gaulle'ün emriyle Babu'l-Oueyd'e giren Fransız işgal kuvvetleri burada ikamet eden birçok Fransızı öldürdüler. Ruanda da 1 milyon kişi öldürüldü Ülkemizi soykırımla suçlayan Fransa, Ruanda da aşırı milliyetçi ırkları maddi ve silahlarla destekliyerek 100 günde 1.000.000 insanın katliyamına sebep olmuştur. Ruanda'yı 25 yıl aradan sonra ziyaret eden ilk Fransız lider olan Nicolas Sarkozy, 1 milyondan fazla sivilin ölümünden dolayı bu ülkeden özür dilemedi. Sarkozy, sadece bu soykırımdan Fransa ve uluslararası camianın sorumlu olduğunu söylemekle yetindi. Ruanda hükümeti, 1994 yılında gerçekleşen soykırımdan birinci dereceden sorumlu tuttuğu Fransa'nın katliamı gerçekleştiren Hutulara silah ve eğitim verdiğini öne sürmüştü. Fransa da bu suçlamalara karşılık olarak Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame'nin 9 yakını hakkında tutuklama kararı çıkarmış, bu karar üzerine de iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 2006 yılında kesilmişti. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında da ilişkiler yeniden kurulmuştu. Ziyaret sırasında soykırım sonucu hayatını kaybedenler için yapılan anıt ve müzeyi gezen Sarkozy, daha sonra Kagame ile yaptığı ortak basın toplantısında özür dileyip dilemeyeceği yönündeki soruya, Fransa'nın önemli hatalar yaptığını söyleyerek cevap verdi. Hutuların katliamına maruz kalan Tutsi kabilesine mensup olan Kagame, Ruanda'da iktidarı ele geçirince soykırım durmuş ancak bu kez de Hutular, muhtemel bir soykırım endişesiyle komşu ülke Burundi'ye kaçmıştı. Ruanda'nın yanı sıra yine eski Fransız sömürgeleri olan Gabon ve Mali'yi de ziyaret eden Sarkozy'nin özellikle Mali gezisi dünya basının büyük ilgisini çekti. Uganda'da 1988 yılında başlayan iç savaşta on binlerce kişi öldü, onbinlercesi kaçırıldı; 120 binden fazla çocuk ise ailesiz kaldı. Acılarını unutmaya çalışan Uganda ve Ruanda'daki iç savaş insanlık tarihinin belkide en büyük trajedisi, çünkü BM dahil bu vahşeti dünya görmezden geldi. Samanyoluhaber.com
<< Önceki Haber Fransa'nın 'Kara Afrika' tarihi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER