Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya, önceki gün kendini savundu: "Beyanların tahrif edildiği yönündeki iddia kamuoyunu yanıltmaya yöneliktir." Ancak
Anayasa Mahkemesi'nin iddianamedeki
delillerle ilgili tespitleri sağlam verilere dayanıyor. Mahkeme, Baş
bakan Tayyip Erdoğan, hakkında laikliğe aykırı
eylem olarak gösterilen konuşmasının, bazı bölümlerinde oynandığını belirledi. Başsavcı, değişik
gazetelerdeki haberleri parçalayıp kendisine göre birleştirmiş, cümleler arasındaki öncelik ve sonralığı değiştirerek yepyeni bir metin oluşturmuş.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın '
Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google delilleri' diye eleştirilen 400 iddiasının 370'ini dikkate almadı. Gerekçeli kararda, delillerin bir kısmının vaki olmadığı ya da sübut bulmadığı, bir kısmının düşünce ve
ifade özgürlüğü kapsamında olduğu vurgulandı. Başsavcı'ya yapılan en önemli
suçlama ise delillerin bir kısmının gazetelerde veya internet sitelerinde yer aldığından farklılaştırılmış biçimde iddianameye alması. Bu delillerden bazıları şunlar:
Yalan haber iddianamede
Başsavcı, Bülent Arınç'ın "
TBMM mescidinde
Kuran kursu açtırdığı"nı ileri sürdü. Ancak yazılı basına dayanan bu haber düzmeceydi. Arınç
CHP Denizli
Milletvekili Mehmet Neşşar'ın
soru önergesi üzerine,
Meclis'te Kur'an kursu açılmadığını, kurs açma yetkisinin
Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait olduğunu belirtti. İddianamede bu
cevap yerine gazete haberi delil olarak kullanıldı. Mahkeme, bu iddiayı geçersiz saydı.
Bakan Binali o sözü hiç söylememiş
Başsavcı iddianamesinde
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın "Reformlar sancılı olur. Güle oynaya yapılmaz. Tarihte de reformlar gerçekleştirilirken birçoğu kanlı oldu." şeklinde konuştuğunu savundu. Buradan yola çıkarak
AK Parti'nin şiddet çağrısı yaptığını iddia etti. Ancak Yıldırım'ın 'kanlı' ifadesini kullanmadığı ortaya çıktı.
Kaset incelendi, gerçek ortaya çıktı
İddianamede, Show TV'de yayınlanan Siyaset Meydanı programında AK Parti
MKYK Üyesi Ayşe Böhürler ile Meclis
Anayasa Komisyonu Başkanı
Burhan Kuzu arasında geçen konuşmada, Böhürler'in
türbanlı olarak hukuk öğrenimini bitirmiş bir kadının yargıçlık yapmasını savunduğu, Kuzu'nun, "Acele etmeyin ona da sıra gelecek." diye yanıtladığı öne sürüldü.
Televizyon programının
kasetleri izlendi. Kuzu'nun söz konusu ifadeyi kullanmadığı kayıtlara geçti.
Arınç'ın '
laiklik'le ilgili sözleri kesildi
Anayasa Mahkemesi, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç'ın 13
Kasım 2005'te TBMM Sabit Osman
Avcı Eğitim Tesisi'nde basınla düzenlediği sohbet toplantısında yaptığı konuşmanın iddianameye eksik ya da parçalı aktarıldığını tespit etti. İddianamenin 63.-64. sayfalarında Arınç'ın şu sözleri yer almıştı: "Laiklik tartışmaları eskiden beri devam eder, zaman içerisinde laiklik de gelişir. Ama bugün bütün dünyada görebildiğimiz kadarıyla, din ve vicdan özgürlüğünün genel anlamda kabul edilmesi halinde,
Türkiye'de bu sebeple laikliğin ihlal edildiğini söylemek de mümkün değildir." Arınç, aynı konuşmada laik devlette hukuk
kurallarının din kurallarına dayandırılmayacağını kaydetmişti. Arınç'ın, "Çünkü laik bir
ülkenin
kanun koyucusu, dinî amaçlarla kural koyamaz...
Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Laikliği kabul eden bir ülkede yasama organı, Kur'an'ı, Tevrat'ı, İncil'i esas alarak kural koyamaz,
düzenleme yapamaz." ifadeleri iddianamede yer almadı.
AK Parti üyesi olmadıkları ortaya çıktı
İddianamenin 117. sayfasında Başsavcı, bir televizyonda katılımcıların 'türbanın yasaklanmasını savunanlar Mussolini gibi yargılanacaklar ve cezalandırılacaklar' dediğini ileri sürdü. Başsavcı, bu cümlelerle AK Parti'nin desteklediği anayasa değişikliği arasında bağ kurdu. Ancak bu ifadeleri kullananların AK Parti üyesi olmadığı ve herhangi bir bağlantılarının da bulunmadığı tespit edildi.
Başbakan'ın metni üzerinde oynanmış
İddianamede Başbakan Erdoğan'ın, Avustralya'nın
Sydney kentini gezerken, "Herkes kendi kimliğiyle övünebilir. Bu onun en
doğal hakkıdır.
Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum. Ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik TC vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır. Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah'tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz." dediği öne sürüldü. Ancak gerçek ifade şöyleydi: "Herkesi yaratan Allah'tır. Ayrıma ne gerek var? Üst ortak paydada birleşerek el ele vereceğiz." Üstelik iddianamede bu ifade "Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah'tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz. biçimine dönüştürüldü. Ve konuşmanın sonuna eklendi. Böylece üst ortak paydanın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olduğu ifadesi farklı yansıtıldı.
Soruyu Erdoğan söylemiş gibi yansıttı
2005 Ekim'inde yapılan "Kültürel Çeşitlilikte Kadının İnsan Hakları" konulu konferansta katılımcıların sorusu Başbakan söylemiş gibi yansıtıldı. İddianamede "Erdoğan'ın;
İngiltere, ağırlıklı olarak Hıristiyan ülke olmasına karşın kamu kurumlarında başörtülü insanların çalışabildiğini, ancak çoğunluğu
Müslüman olan Türkiye'de kamu kurumlarında başörtülü çalışılamadığını, başörtüsünün insan hakkı olduğunu, türban konusunda toplumsal mutabakata önem verdiklerini söylediği" ileri sürüldü. Ancak bu sözleri programdaki bir katılımcı soru olarak dile getirmişti. Söz konusu konuşmada Başbakan'ın kamuda türbanı savunan ifadeler kullanmadığı belirlendi.
Hepsi aynı
sendika üyesi değilmiş
İddianamede "Talim Terbiye Kurulu'na sorulmaksızın görevlendirilen 33 kişinin Cumhuriyet devrimlerine aykırı faaliyetleriyle bilinen
Eğitim-Bir-Sen' class='textetiket' title='Eğitim Bir-Sen haberleri'>Eğitim Bir-Sen'e üye olanlar arasından seçildiği" ileri sürüldü. Görevlendirilen öğretmenlerin tek bir sendikaya üye olmadığı, 9'unun
Türk Eğitim-Sen, 4'ünün Eğitim-Bir-Sen, 2'sinin Eğitim-Sen üyesi olduğu, bir kısmının ise hiçbir sendikaya üye olmadığı tespit edildi.
ZAMAN