Üzmez olayı üzdü
Bazı işler bilinir, ama kimse sesini çıkarmaz.Bazıları da bu işleri bilir ama gizler, tâ ki günü gelince
servis edilir..
Bu işlerin servis edilmelerindeki maksat, ya o kişiyi bitirmektir, ya da o kişi üzerinden bir çevreye kara çalmaktır. Ya da her ikisi..
Media,
siyaset, iş, sanat çevresinde bol miktarda benzer olaylar vardır..
Hep olayların günü beklenir..
Bazı işlerin savunulacak bir tarafı yoktur.. Yazık, ayıp, günah, çirkin. Ne
derseniz deyin. Ancak bu tip olayların üzerinden belli bir çevreyi, bir
inanç topluluğunu
küçük düşürmeye çalışmak da aynı şekilde aşağılık bir şeydir..
Üzmez hakkındaki iddialar ortada. Ama suçlanan kişi henüz kendini savunmadı. “Susma Hakkı”nı kullanmış.. Konuşur ya da konuşmaz, kabul eder ya da etmez, karar açıklandığında, karar esas bilgiler ortaya çıktığında neyin ne olduğunu öğreneceğiz.. Ortada bir yanlış, suçlu, sorumlu birileri varsa o kim olursa olsun onu savunamayız.. Ama bir
komplo sözkonusu ise onu da bilmek hakkımız..
Üzmez adı hep gündemde oldu.
Malatya olayının ardından siyaset dünyasında da adından söz ettirdi. Anıları, ilişkileri ile, sohbetleri ile Üzmez bir şekilde hep gündemde kaldı.
Müslüm Gündüz basıldığında onun evindeydi..
Tartışmalı bir evlilik yaptı.
Esprili biriydi.. Mübalağa ederdi. Hazır
cevaptı.. Tartışmayı severdi. Taşı gediğine koymasını bilirdi..
Sağcı, milliyetçi,
dindar bir
imajı vardı..
Dostları bu isnatlara çok üzüldüler. Gerçeğin bir an evvel ortaya çıkmasını bekliyorlar..
Zina bizim inancımızda büyük bir günahtır.. “Belki nikah yapmıştır” denebilir, ama bu da örfe, yasalara aykırı, en azından yakışıksız bir durum..
Ben bu işin bir komplo olmasını temenni ediyorum. Basında çıkan haberlere konu iddialar sağlıklı bir ruh halinin ürünü değil..
Her şeye rağmen fasıklardan gelen haberlere araştırmadan inanmama konusunda sabırlı bir direnç içinde olduğumu söylemem gerek..
Gerçek ne olursa olsun, bu durum bizi yaralamıştır.. Eğer komplo ise bu konuda da söyleyecek sözümüz var. Biz bu tür komploları ilk kez yaşamıyoruz.. 28
Şubat öncesi de yaşandı benzer olaylar.. Bugün de Topkapı Sarayındaki din görevlisi, tesettür defileri ve çok evlilik tartışmaları, Üzmez olayının arkası arkasına patlak vermesinin planlı bir iş olduğunu düşünüyorum.. Yani olayın gerçek olması halinde bile, Üzmez ve benzer olaylara adı karışan kişilerin üzerinden bir kesime yönelik bir planın yürürlüğe konmasından derin bir kuşku duyuyorum..
Bu iddialar bazı siyasilere ve işadamlarına da yöneltilebilir. Bu iddialar da gerçek olabilir.. Bu durumda bile bu işin zamanlamasına ve asıl
hedefe dikkat etmek gerek..
Birtakım kişiler çıkıp birtakım kişilere
iftira da edebilir. Hayali itiraflarda da bulunabilir. Biz bunları daha önce yaşadık.
Çölaşan ve Yazgülü, yıllar önce Milli Gazete'nin ilan bürosunda çalışan bir çocuğu nasıl bir itirafçı olarak para karşılığı kullandıklarını hatırlamakta zorluk çekmeyeceklerdir.
Daha önce Hasan Karakaya ve Hasan
Maden’in nasıl bir komploya
kurban edilmeye çalışıldığı, gözaltına alınıp, nelerle suçlandığını biliyorsunuz..
İtirafçı bir
tanık da bulmuşlardı aslında. Ama tutmadı..
Bu işler bir Tv'nin ünlü bir spikerinin başından geçince, kimse o camiayı, o kurumu hedef almazken, bu iş bir Vakit yazarı için sözkonusu olunca farklı bir anlam kazanıyor..
Ha! Tabii şu da var, saçının tek telini bile göstermeme disiplinine sahip bir çevrede bu tür bir işin çok daha fazla yankı yapacağından kuşku yok, ama öbür tarafta zaten her gün bu tür olaylar yaşanıyor. Bu olaylar vakayı adiyeden sayılıyor.. Magazin sayfaları, arka sayfa güzelleri ile zaten bu iş onlarda bir
sektör..
Frikik haberlerinin bini bir para.. Porno sitelerini kim işletiyor? Fuhuş sektörü kimin denetiminde?
Manken kızların “aşk hikayeleri”ni biliyorsunuz.. Siz bu işleri Aykut Işıklar'a sorun, o anlatsın.. Asansörde stajyer kızları, temizlikçi kızları sıkıştıran anlı şanlı yazarları, televizyon starlarını vesaire, vesaire..
Üzmez’e isnat edilen şeyler, burada değil Filipinler'de ya da Tayland'da yapılsay, diğer kimi gazetecilerin yaptıkları gibi... Aslında bu isnatlar, bu kadar sorun olmayacaktı belki de, malum çevrelerin gözünde!
Allah(cc) indinde ise, kim nerede ne yapıyorsa, onun yaptığının karşılığı bellidir..
Toplumsal aktörler başkalarına göre özel hayatlarında çok daha dikkatli olmak zorundalar.. Ne yaptıkları kadar, yaptıklarının nasıl anlaşıldığını düşünmek zorundalar.. Şeffaf olmak zorundalar.. Sonra bir yanlışlarının bedelini bütün bir camia ödemek zorunda kalıyor..
Bazı şeylerin şuyuu vukuundan beterdir..
Daha da önemlisi, kim, kime, nasıl güvenecek?
Üzmez'i hücreye almışlar. Mahkemeden çıkarken, “Komplo kurdular,
dava sonrası söyleyeceklerim var” demiş. Bakalım mahkemede ne diyecek?..
Ahir ömründe, bu
yaşlı adamın, mahkemede söyleceklerini merakla bekliyorum..
Bana sorarsanız, ister gerçek, ister iftira olsun, bu olayın, bugün, bu şekilde ortaya çıkması bir komplodur. Bundan sonra da benzer komploları bekleyebilirsiniz.. Bazan komplo gerçekler üzerine kurgulanır.. Bu konuda uygun adam bulmakta hiç de zorlanacaklarını sanmıyorum.. Çünkü onlar bu işi iyi biliyorlar..
Bir korkumsa, hapishanede Üzmez'in başına bir işler gelmesi korkusu. Ya konuşmadan giderse.. Ya da ağır
psikolojik baskı, ilaç ya da bir başka şekilde, akli dengesi bozulursa..
Dilerim bu iddialar iftira olsun. Bütün bunlar bir kâbus gibi, bir an önce geçip gitsin.
Ve dahi, bu işler birileri için ders olsun!
Selâm ve dua ile..
ABDURRAHMAN DİLİPAK
“Hırsızlık yapan, kızım Fatıma bile olsa!..”
Yıllardır söylüyoruz, yine söyleyelim... İnancımız odur ki; "imam"ın sarığı "beyaz"dır, asla "leke" kabul etmez... "Başörtülü" veya "çarşaflı", kısacası "tesettürlü bir kadın"ın da; sokakta, parkta,
otobüs,
tren ve dolmuşta, kısacası dışarıda, "her istediğini, dilediği gibi yaşama" özgürlüğü olamaz...
"
İmam" da, "tesettürlü" bir kadın da, "dine uygun yaşamaya" mecburdur!..
Hayır, bir mecburiyet de değil, böyle olmaya "eli mahkûm"dur!.. Bizler, gerek "Vakit ailesinin bir ferdi" olarak, gerek bir "
Müslüman" olarak buna yürekten inanır, daima bunu söyleriz...
Peki, niye böyledir?..
çünkü "imam", bir "lider"dir, bir "önder"dir...
Başındaki "beyaz sarık" da, onun bir "misyon sembolü"dür!..
Sarığı "beyaz"dır;
çünkü "saflığın, arılığın, temizliğin" sembolüdür!..
"İmam"ın görevi, işte bu saflığa kesinlikle ama kesinlikle "leke" düşürmemektir!..
Aynı şekilde;
"
Başörtüsü" veya "çarşaf" da bir semboldür...
Evet, "İslâm'ın sembolü"dür!.. Onu başında taşıyan her kadın veya kız, bir "
tercih" koymuştur ortaya... "Sıradan bir kadın/kız" olmadığını, bir "misyon" yüklendiğini bütün dünyaya deklâre etmiştir!..
MüSLüMAN, SIRADAN BİRİ DEĞİLDİR!
O halde, "söylem"lerine de, "
eylem"lerine de dikkat etmek mecburiyetindedir!..
çünkü, "kendisi" değildir artık!..
"Sıradan bir fert" olmaktan çıkmıştır!..
Bir kadın veya kız ki; eğer "tesettür"e bürünmüşse,
toplum tarafından yadırganabilecek bütün "olumsuzluk"lardan uzak durmak zorundadır!.. Eğer insanlara "örnek" olma "yük"ünü taşıyamayacak ise, "tercihini gözden geçirmesinde" yarar vardır!..
Zira, yüklendiği "misyon", sadece başını örtmekle sınırlı değildir!.. O hanım, "örtünmenin bütün icapları"nı yerine getirmeye mecburdur!..
"Başını örtecek" ama, televizyon ekranlarına çıkıp şakır şakır "göbek" atacak!..
"
Tesettüre bürünecek" ama, bilmem hangi şarkıcı bozuntusunun konserine gidip, "ona sarılmaya" çalışacak!..
"Başını örtecek" ama, "çıktığı erkek"le, sokaklarda/parklarda "el ele" tutuşup, "sigara" tüttürecek!..
Yok öyle yağma!..
Ya "örtünmenin icapları"nı yerine getireceksin, yahut "taşıyamadığın misyon"dan sıyrılacaksın!.. Ki, senin "özgür kız/kadın takılmaları"ndan, bu din ve bu dinin "samimi" mensupları zarar görmesin!..
Hiç kimsenin, bu "Yüce Din"e lâf söyletmeye, hele hele "pusuda" bekleyip "açık" arayan "azgın
azınlık"ların eline “koz” vermeye hakkı yok!..
Herhangi bir insanın "bireysel bir hata"sının faturasını "tüm camia" ödemek zorunda değil!..
Ya "yaşantını" gözden geçireceksin, ya da yüklendiğin "misyon"dan sıyrılacaksın!..
Bunun başka yolu yok...
BİZİM öLçüMüZ, HZ. PEYGAMBERİMİZ!
En başta dediğimiz gibi;
Yıllardır bunu söyledik... "Dilimizde tüy bitse" de, bundan sonra da söylemeye devam edeceğiz!..
çünkü, Vakit olarak bizim misyonumuz;
İnsanımıza "doğru"ları söylemek, onları "dürüst ve ahlâklı" olmaya davet etmektir!..
Eğer "yanlış" yapan, "çirkinlik" yapan insan, "bizim içimizden biri" ise, onu da asla "savunmaz", ona asla sahip çıkmayız!..
Bu konuda "ölçü"müz gayet açık... ölçümüzü, Peygamber
Efendimiz Hz.
Muhammed (sav) koymuş...
Bilirsiniz... Bir "
hırsızlık" olayında, "güçlü" ve "itibarı yüksek" bir kabileye mensup "bir kadının kolunun kesilmesine" karar verilince, "kadını kurtarmak" isteyen güçlü, itibarlı ve nüfuzlu kabile mensupları,
Peygamber Efendimiz (sav)'e gelirler...
Gelenlere, Peygamber Efendimiz (sav)'in verdiği cevap, tarihî niteliktedir:
"Nefsi kudret elinde olan Allah (c.c.)'a
yemin ederim ki; hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, yine elini keserim!"
ölçümüz budur!..
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in, "kızı Fatıma'yı bile gözden çıkarabilecek" derecede "net ve açık bir ölçü" varken; "O'nun yolunda" olan bizlerin yeni bir ölçü koyması, elbette mümkün değildir!..
Bizler de;
"İçimizden biri" dahi olsa; eğer "hırsızlık" yapmış, eğer "sarkıntılık" işlemiş, kısacası eğer "yanlış, yamuk ve iğrenç bir iş" yapmışsa; onu ne savunuruz, ne de ona sahip çıkarız!.
"Hüseyin üzmez olayı"na bakışımız budur!..
BİR TEZGâH OLABİLİR Mİ?
Herhalde olayı duymayan kalmamıştır...
78 yaşındaki Hüseyin üzmez, Mudanya'da 14 yaşındaki bir çocuğa "sarkıntılık" ettiği iddiasıyla önce gözaltına alındı, sonra da tutuklanıp, cezaevine konuldu... Halen
Bursa E Tipi Cezaevi'nde!..
Olayın savunulacak bir tarafı yok!..
Nereden bakarsanız bakın;
çirkin ve iğrenç bir olay!..
Ancak, olayın üzerindeki "esrar perdesi" henüz aralanmadığı için; ortada bir "tezgâh" ve "komplo" olabileceği kuşkusu içindeyiz!..
Sanki, böyle bir çirkinliğe "zemin hazırlandı" ve Hüseyin üzmez de bu tuzağa düştü diye düşünüyoruz!..
Bildiğimiz kadarıyla;
Hüseyin üzmez, çok eskiden beri, bu aileye "maddî
yardım"da bulunuyor, zaman zaman onların "ihtiyaç"larını karşılıyormuş!..
Peki, böyle bir münasebet; nasıl olur da "cinsel istismar" ve "sarkıntılık" boyutlarına ulaştı?!?..
Aklımıza, “
Ergenekon’cu tezgâhlar” gelmiyor değil... Malûm, hemen her gün “Ergenekon’cuların bir marifeti” çıkarılıyor ortaya...
“Vatanseverlik” maskesi altında “malı nasıl götürdükleri” gözler önüne seriliyor!..
Buna karşılık, “Ulusalcı” maskeli “Ergenekon’cular” ya da “Derin Devlet”çiler de boş durmuyor elbet!..
Onlar da, ellerindeki “medya gücü” ile “Müslümanları yıpratma” kampanyası başlattılar!..
Son günlerde, “İslâm düşmanlığı”nın zirveye ulaştığı “sansasyonel haberler” yayınlanıyor kartel gazetelerinde!..
ORASI VİLLA DEĞİL, SIRADAN EV!
Bu haberlerden biri, Mahmut
Hocaefendi ile ilgili olanıydı... Biliyorsunuz, Hocaefendi için
Beykoz’da bir “ev” satın alınmış.. 2006 yılında “250 bin YTL’ye” alınan bu ev, kartel gazeteleri tarafından “1 Milyon 700 Bin YTL’lik villa” olarak sunuldu kamuoyuna...
Peki, “Bu da villalı
Mahmut Hoca” başlığı ile sürmanşetten verilmek istenen “
mesaj” ve çizilmek istenen “imaj” neydi?..
Demek istiyorlardı ki;
“İşte, görün bakın; sizin hocaefendi dediğiniz zatlar, lüks ve ihtişam içinde yaşıyorlar!”
Evet, “verilmek istenen mesaj” buydu.
Hem de, kendileri trilyonluk “villa”larda, “
yalı”larda ve “malikane”lerde oturdukları halde!..
Sadece “Mahmut Hocaefendi” ile ilgili haber değil, kartel gazeteleri ve televizyonları namaz,
abdest, başörtüsü ve hac gibi ibadetlerle ilgili olan her şeyi “sansasyonel haber” üslubuyla veriyor.
özellikle son zamanlarda “muhafazakar” çevrelerle ilgili haberlerin “olumsuz” bir üslupla verilmesine özen gösteriliyor. Tamamen insanî bir ihtiyaçtan kaynaklanan bazı zaruri görüntüler bile “Eyvah, irtica geliyor” edasıyla okuyucuya aktarılıyor.
Bu tarz haberlerle özellikle “
AK Parti geldi, böyle oldu” mesajının verilerek gerilim üretilmesi ve
kaos oluşturulması çabaları dikkat çekiyor...
TEK çARE “HARAM”DAN SAKINMAK!
Herhalde söylemeye gerek yok... “Şeytan”ın görevi “yoldan çıkarmak”tır!.. Köpeğin görevi “havlamak” ve gerekirse “ısırmak”tır!.. Kartel gazetelerinin görevi de, “çamur” atıp, “yıpratmak”tır!..
Peki, “Müslüman’ın görevi” ne?..
Müslümanın görevi de;
Hangi zemin ve şartta olursa olsun, “
haramdan korunmak”tır!.. Eğer “haram-helâl” kavramına dikkat etmez, eğer “dinin yasakladığı” şeylerden uzak durmazsan, bir gün gelir, “sana uygun bir
elbise” dikerler ve üzerine geçirirler!..
Eğer hakkındaki iddialar, birer “yalan ve iftira” ise, bilesin ki, o elbise, asla “üzerine oturmaz!”
Ama, “yalan ve iftiralara uygun bir beden”in varsa, hiç kuşku yok ki; diktikleri elbise üzerine oturur!..
O halde ne yapmalı?..
Hasbihalimizin başında da ifade ettiğimiz gibi; bir Müslüman, “günün 24 saati”nde her eylem ve söylemine dikkat etmek durumundadır!.. Unutmayalım ki, Müslüman, “kendisinden emin olunan kişi”dir!..
Bu düsturu yıkmaya hiç kimsenin hakkı yoktur!.. Herkes, “eline, beline ve diline” hakim olmalı ve “iddia” bile olsa, “iddialara haklılık kazandıracak bir yaşantı” içinde bulunmamalıdır!..
Son “çirkin” olaydaki “bireysel” görüşlerimiz de, “kurumsal” tavrımız da budur!..
Ancak; bütün bunlara rağmen, bu son olayın “çirkin bir komplo” olduğu kanaatimiz devam ediyor.
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...
HASAN KARAKAYA