İki
yoksul sohbet ediyorlarmış.
Biri ötekine, "Dünyanın en lezzetli yiyeceği bal ile kaymaktır" demiş.
Bunu duyan arkadaşı meraklanmış, sormuş:
- Sen ne zaman bal ile kaymak yedin ki?
Diğeri hemen cevaplamış bu soruyu:
- Yemedim ama birini y
erken gördüm.
Bu günlerde bizim medya dünyamızın hali bu fıkradakine benzemiyor mu? Kimse kendinin ne düşündüğünü, neyi doğru neyi yanlış bulduğunu, sorunlara çözümlerinin neler olduğunu yazmıyor
gazete köşelerinde.
Bunun yerine diğer köşelerde yazılanlar ve o köşeleri yazanlar hakkındaki görüşler açıklanıyor.
Böyle bir kısır döngü bu.
Neticede "Dön
baba dönelim/ Hacılara gidelim" çemberi içinde, herkes birbirini aşağıya çekiyor.
Herhalde okurlar da bunlara bakıp, "Bugün gazete okuyarak amma da aydınlandık" diye bayram ediyorlardır.
"Benim görüşüm şu" veya "Ben bu konuda böyle düşünüyorum" demek yerine, "Senin görüşün yanlış" demek ne kadar doğru olabilir ki?
Yahut Vahşi Batı'nın ahşap bir kasabasında köşe başını tutup "Yoldan geçenlerden hangilerini vuracağım" diye elinde
silah beklemekle, her sabah gazeteleri okuduktan sonra "Bugün hangi meslektaşımı iyice benzeteceğim" hesabı yaparak hayatını geçirmek arasında ne fark olabilir ki?
Birileri okuyacak, araştıracak, soracak, konuşacak, bilgilerini tazeleyecek ve bunları özetleyip okuruna aktaracak.
Diğeri de ertesi gün o yazıyı okuyup, "Sen zaten iki para etmez bir adamsın" diye kendi yazısını yazarak o konudaki son sözü söylemiş olacak.
İki
duvar arasında bir dünya
Zaten klişeler, sloganlar ve
komplo teorileri arasına sıkıştırılmış bir
siyasete bakış açımız var.
Zaten muhalefet etmeyi sadece seçilmiş iktidarları ve genel olarak siyasetçileri aşağılamak biçiminde algılayan bir "Derin Devlet" güdüsüne sahibiz.
Bunun yanında bir de kendi mesleğimizin mensuplarını hakaretlere, aşağılamalara konu ederek günlerimizi geçirmenin ne yararı olabilir siyaset ve düşünce hayatımıza?
Bir siyasetçiyi hangi gazetecinin beğendiğine ve hangi gazetecinin beğenmediğine bakarak siyasi yorum yapmak, o siyasetçinin vizyonunu, icraatını, başarısını veya başarısızlığını ne kadar anlatabilir?
Bu konuyu da bir fıkra ile noktalayalım.
Adamın biri her sabah işine giderken, yolunun üzerindeki kör dilenciye sadaka verirmiş.
Bir sabah erken çıkmış yola ve kör sandığı dilenciyi gazete okurken yakalamış.
Yanına gitmiş dilencinin, bağırmış ona,
- Sahtekâr adam... Benim acıma duygumu istismar ettin.
Hani kördün? Bak şimdi gazete okuyorsun!...
Dilenci gülmüş,
- Yanılıyorsunuz beyefendi, gazeteyi okumuyorum sadece resimlerine bakıyorum, demiş.
Herhalde sözünü ettiğimiz türdeki yazıları okumak yerine sadece bakmak yeterlidir.
Medya yamyamlarının sürekli birilerini yemeye dönük oburluklarının sofra örtüsü olarak gazetelerin kullanılması gerçekten acıklı değil mi?