ABD ile şahsiyetli ilişki dönemi


Obama ile Erdoğan'ın Beyaz Saray'daki son randevusu, Amerika ile ilişkilerde yeni bir dönemin habercisiydi. İki ülke, bazı noktalarda uzlaşırken, bazılarında farklı düşünüyordu. Ama bu durum, ilişkilerin sağlam bir şekilde yürümesine engel olmuyordu. Zira İsrail'den İran'a, Rusya'dan Suriye'ye birçok önemli konuda Ankara, son dönemde kendine özgü politikalarını sahneye koymasına rağmen bu durum, ABD Başkanı Obama'nın ilk ikili ziyaret için Türkiye'yi seçmesini engellemedi. Üstelik aradan 8 ay bile geçmeden Obama, Başbakan Erdoğan'ı Beyaz Saray'da hem de en üst düzey protokolle ağırladı. Bu tablo, Türk-Amerikan ilişkileri açısından hem ciddi bir normalleşmeye hem de bir dönüm noktasına işaret ediyor. Birincisi, önce stratejik, sonra model ilişki olarak tanımlanan Türk-Amerikan ilişkileri, bu ziyaretle aslında şahsiyetli ve normal ilişki dönemine girdi. Şahsiyetli bir ilişki, her konuda tam mutabakatla değil, farklı düşüncelere rağmen yürüyen ilişkidir. Türk-Amerikan ilişkileri, şimdiye kadar ya 'hiyerarşik tam mutabakat' şeklinde ya da Johnson Mektubu sonrasında olduğu gibi 'küslük' içinde ilerledi. Şimdi ise iki olgun taraf arasındaki ilişki tarzının özellikleri öne çıkıyor. Türkiye, birçok alanda kendi özgün politikalarını geliştiriyor. Bu politikaların bazısında ABD ile mutabakat oluyor; bazılarında olmuyor. Ama ilişkiler her iki halde de kopmuyor, gelişerek ilerliyor. Böylece geçmişte dünya siyasetinde önemli roller üstlenmiş bir ülke olan Türkiye, başkalarının gözünde kukla gibi görünmekten kurtuluyor. Oynadığı bu yeni rolle, Türkiye sadece bölgesi değil, Doğusu ve Batısı ile bütün dünya için önemli bir aktör haline geliyor. İki, Türkiye, geliştirdiği bu özgün ilişkiler neticesinde Beyaz Saray'da sadece kendisi olarak değil, adeta Ortadoğu'nun ve İslam dünyasının temsilcisi gibi ağırlanıyor. Ele alınan konular içinde ikili ilişkiler küçük bir yer tutarken, İran'dan Afganistan'a, Filistin'den Suriye'ye bölgenin tüm kritik konularının konuşulması, bunun en açık göstergesi. Türkiye, bu rolü bölgeye rağmen veya birilerinden rol çalma psikolojisiyle oynamadığı gibi, bir ikisi hariç Batı başkentleri de bölgede Türkiye'ye artan teveccühün farkında. TESEV'in kasım ayında 7 Arap ülkesinde yaptığı anket, Türkiye'ye duyulan bu büyük ilginin delili. Ankete göre, Arapların yüzde 78'i yeni Türkiye'yi dost; yüzde 61'i 'model' olarak görüyor. Bu 7 ülkedeki insanların yüzde 77'si, Türkiye'nin bölgede daha büyük bir rol oynamasını istiyor. Yüzde 76'ya göre Türkiye, Araplar arası barışı sağlayacak ülke; yüzde 79'a göre ise İsrail-Filistin çatışmasını çözebilecek adres. Son Beyaz Saray buluşmasının üçüncü önemli anlamı, Türkiye'nin eksen değiştirdiği tartışmalarına iyi bir cevap olmasıydı. Beyaz Saray'daki üst düzey ağırlama ve Obama'nın görüşme sonrası ifade ettiği görüşler, en azından şu anki Amerikan yönetiminde bu yönde bir kaygı olmadığını gösteriyordu. Zira Obama, eksen tartışmalarında en çok kullanılan İran konusunda Türkiye'nin önemli bir aktör olduğunu söyledi ve Erdoğan'ın yardımını istedi. Bazılarının, Türkiye'nin eksen değiştirdiğini gündeme getirirken kasıtlı olduğu ve belli lobilerin etkisiyle bu konuyu sıcak tuttukları malum. Bu konudaki diğer kaygıların en önemli kaynağı ise yeni Türkiye'nin tam olarak anlaşılmaması. Bir meselede Türkiye'nin Amerika veya Avrupa'dan farklı tavır alması, eksen değiştirdiği anlamına gelmiyor. Kafalarında hâlâ eski Türkiye'ye dair algıları taşıyanlar, yeni Türkiye'nin özgün politikalarını anlamakta zorlanıyor. Bazen bunu Türkiye'ye fazla görüyor. Büyüyen ekonomisi, güçlenen jeopolitik konumu, toplumsal dinamizmi ve proaktif siyasetiyle yeni Türkiye'yi doğru anlamayanların, yanlış yorumlarda bulunması normal. Halbuki yeni Türkiye, Tuncer Kılınç ve Nejat Eslen gibi isimlerin önerdiği gibi Batı karşıtı bir eksen arayışında değil. Aksine Batı ile köprüleri atmadan, Doğu ile ilişkilerini geliştirmenin yollarını arıyor. Bu da Türkiye'nin hakkı değil mi?
<< Önceki Haber ABD ile şahsiyetli ilişki dönemi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER