Futbol ve kalite


Kalite ve değer sanırım 'toptan' ile ilgili bir şeydir. Tali yükseklik ya da düşüklük yekunu çok fazla etkilemez. Şunu demek istiyorum; bir ülkede hayatın toplam kalitesi onu oluşturan kalemlerin toplamı ile ilgili bir şeydir. Siyaseti kötü olan bir ülkenin demokrasisinin iyi olmasını bekleyemezsiniz. Ya da yolları kötü olan bir memlekette evlerin harikulade olması görülmüş şey değildir. Hakemleri tel tel dökülen bir ülkede hâkimler için olumlu konuşamazsınız, hekimler için de... Değer, ortalamaya karşı gelen bir kavramdır zira. Süper Lig maçlarının yayın haklarının 321 milyon dolarlık baş döndürücü bir rakama satılması -enteresandır- futbolda kalite tartışmasını beraberinde getirdi. Meseleyi detaylandırmadan önce bir tuhaflığa dikkatinizi çekmek isterim. Biz -ülke olarak- zannediyoruz ki, sadece kalitesiz ve kötü olanı dışlarsak yeterlidir. Yani kötü hakemi, kötü yorumcuyu, kötü futbolcuyu elimizin tersiyle itersek futbolumuz düzelir, güzelleşir. Doğrudur ama maalesef eksiktir. Kötüyü reddetmek yeterli şart değildir kalite için. Aynı zamanda iyiyi talep etmek gerekmektedir. Kaliteli olana talip olmak icap eder. Erman Toroğlu Hoca'yı 'Seviyesiz' diye dışlayıp ipini çekmek -ki ben öyle düşünmüyorum- futbolumuzu düzeltmeyeceği gibi kendi kendimizi kandırmaya yetecektir. Bugün sadece para parametresinden yola çıkarak kalitesizliğe 'dur' dediğini düşünen kitlenin kaliteyi ne zaman talep ettiğini sorgulamak lazımdır. Soru şudur: Seviyesiz yorumcuya, futbolcuya, hakeme, yazara karşı çıkanlar seviyelilere ne zaman talip olmuşlardır? Sadece kanaat önderleri ve entelektüel camiadan bahsetmiyorum şüphesiz, örneğin Türk futbol izleyicisi, yöneticisi, futbolcusu ne kadar seviyelidir? Erman Hoca düzeysiz de, ekrandaki diğer futbol programları ne kadar düzeylidir? Bu satırların yazarı 1997-2000 yılları arası G. Saray'ın bütün maçlarını (içeride ve deplasmanda) stadyumda takip etti. Sadece basın tribünündeki şahit olduğum seviyesizlikleri yazsam kitap hacminde bir anı çalışması olurdu. Zannedilmesin ki sadece kameraların olmadığı yerlerde yaşandı bu seviyesizlikler. Ali Sami Bey ile Turgay Şeren Ağabey arasındaki meşhur diyalogdan tutun da bugün Hürriyet'in spor müdürü olarak görev yapan zatın çekim öncesi sanatçıyla yaptığı geyiğe, oradan Gökmen Özdenak'ın meşhur airbagli cümlesine kadar birçok örnek sıralamak mümkün. Kişisel kanaatime göre Şansal Büyüka gelmiş geçmiş en önemli futbol televizyoncusu. Futbolun bir üst kimlik olarak algılanıp, takım tutmanın adeta bir ideolojiye dönüştüğü ülkemizde kimsenin itiraz edemeyeceği futbol programı yapmak, üstelik bunu izlenir kılmak her babayiğidin harcı değil. Ve iddia ediyorum ülkemizde bu işi Şansal Büyüka'dan daha iyi yapabilecek ikinci bir isim gösteremezsiniz. Elbette çok değerli futbol beyinleri, yöneticileri, gazetecileri ve yorumcuları var. Ama kimsenin o cam kırığı döşeli koltuğa oturup saatler boyu maçları yorumlayabileceğini zannetmiyorum. Kaldı ki Büyüka'nın bir özelliği daha ıskalanmaktadır bence. Şansal Bey sadece çok iyi bir futbol televizyoncusu değil, aynı zamanda Erman Hoca gibi pimi çekilmiş bir el bombasını kontrol edebilen yegâne yetenektir de. Onun inanılmaz ağırbaşlılığı ve sağduyusu olmasa Erman Hoca'nın yorumculuk kariyeri başladığı gün biterdi bence. Üslubu ve düzeyi sürekli olarak aşağı doğru bastıran bir ortamda engin bir serinkanlı duruş ve gerçekten objektif yaklaşımıyla yıllarca bu işi götürdü Sayın Büyüka. Son sözüm ise Erman Hoca'ya düşerken çakanlara. Erman Toroğlu bu ülkenin aynasıdır. Statta maç izlerken, kahvede okeye dönerken neysek, ekrandaki halimizdir Toroğlu. Onu kınayıp aforoz etmek yerine, futbol piyasasında kaç tane kaliteli isme prim veriyoruz, bunu sorgulamak lazım...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER