İsrail yalnız kalmaya doğru gidiyor


Geçen pazartesi günü bir konferans dolayısıyla İsveç'teydim. Konferansa giderken öğrendim: PKK eşkiyası gece yarısından sonra İskenderun'daki deniz üssüne saldırarak 6 askeri şehit etmişti. İsrail askerleri de sabaha karşı, Gazze'ye insani yardım götüren Türk gemisi Mavi Marmara'ya saldırıp, aralarında Türklerin de olduğu en az 9 sivili katletmişti... Doğrusu, derinden sarsıldım. Geçen salı günü çıkmak üzere kaleme aldığım yazıyı iptal ettim. Saldırıların düşündürdüklerini ancak bundan sonra okurlarımla paylaşabileceğim. Yahudi milletine büyük bir sempatim vardır. Dini inançları nedeniyle sürgün edilen, yüzyıllar boyunca azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde ayrımcılığın her türlüsüne maruz kalan, gettolarda yaşamaya mahkum edilen, pogromlara uğrayan ve nihayet Naziler tarafından soykırıma tabi tutulan Yahudilerin başına gelen pek az milletin başına gelmiştir. Yahudi milletine büyük takdir beslerim. Zira insanlık tarihinin bazı en parlak beyinleri onların arasından çıkmıştır. En yakın dostlarımın bazıları Yahudiler olmuştur. Yahudi milletine duyduğum sempati ve takdir ile İsrail devletinin temsil ettiği ırkçı ve militarist politikalara duyduğum tiksinti arasında büyük bir çatışma var. Yahudilerin uğradığı zulmün bir sonucu olarak kurulan İsrail devletinin Filistinlilere reva gördüğü hunharlığı, mazlumların imkân bulduklarında nasıl zalim olabildiklerinin tarihteki en ibret verici örneklerinden biri olarak görüyorum. Ne yazık ki İsrail devletinin izlediği politikalar anti-semitizmi körükleyen baş etken haline geldi. İsrail'in düzenlediği ahlak ve hukuk tanımaz saldırının, Türkiye-İsrail ilişkilerine ağır bir darbe indirdiği muhakkak. İki ülke arasında yakın ilişkilerin ve askeri ittifakın temeli, İsrail ile Filistinlileri barışa götüreceğine inanılan 1993 Oslo barış süreciyle atıldı. İttifak, her iki ülkeye de militarist, sorunları zor ve şiddetle çözme zihniyetinin hakim olduğu 1990'larda derinleşti. Ne var ki Yaser Arafat'la barış için anlaşan Yitzak Rabin'in 1995'te öldürülmesinden bu yana İsrail'i yönetenler, yurtlarının beşte biri üzerinde bağımsızlığa razı olan Filistinlilerle barış yapmaktan ısrarla kaçınıyor, güvenliği onları boyunduruk altında tutmakta arıyor. Türkiye ile İsrail arasında yakın ilişkileri sürdürülemez hale getiren birinci gelişme bu. İkinci gelişme ise, militarizmden uzaklaşan anlayışın giderek Ankara'ya hakim olmaya başlaması. Şurası muhakkak ki Netanyahu-Lieberman hükümeti, İsrail'i uluslararası alanda yalnız kalmaya doğru götürmekte. Abluka altında tutulan Gazze'ye insani yardım götürmek isteyen, hemen her milletten ve inançtan insana karşı sergilemiş olduğu vahşet neredeyse bütün dünyayı ayağa kaldırdı. Son yıllarda ABD'de, İsrail'e kayıtsız şartsız destek politikasının gerek ABD'nin, gerekse İsrail'in ulusal çıkarlarına zarar verdiğine dair sesler giderek yükseliyor. ABD'nin eski başkanlarından Jimmy Carter, İsrail'i Filistinlilere karşı ırk ayrımına son vermeye çağırdı. Uzlaşmaz tavrı nedeniyle İsrail hükümetinin bu yıl belki ilk kez ABD yönetimiyle karşı karşıya geldiği görüldü. Daha geçen gün, İsrail'in gizlice nükleer silahlar geliştirmekle kalmayıp, 1970'lerde kendisi gibi ırk ayrımı politikaları uygulamakta olan Güney Afrika Birliği'ne nükleer silah satma teklifinde bulunduğu ortaya çıktı. Bütün bunlar İsrail yönetiminin uluslararası alanda tecrit olmaya doğru gittiğini gösteriyor. Ankara sorumlu davranmalı. Evet, uluslararası hukuk ve diplomasinin bütün imkânlarını kullanarak İsrail hükümetinden yaptığı haydutluğun hesabını sormalı. Bundan böyle İsrail Türkiye'nin askeri müttefiki olamaz. İsrail'le yapılan bütün askeri anlaşmalar iptal edilmeli. Ne var ki Ankara, Filistinlileri baskı ve boyunduruk altında tutmanın ne İsrail'e, ne bölgeye, ne de dünyaya barış ve güvenlik getireceğinin İsrail halkı dahil herkesçe anlaşılmasına yardımcı olacak bir tutumda ısrarlı olmalı.
<< Önceki Haber İsrail yalnız kalmaya doğru gidiyor Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER