Bu bir başlangıç


Yüksek Askerî Şûra’da, vesayet teamülü nihayet bozuldu; “generaller listeyi getirir, siviller de onaylar” diye özetlenebilecek o malûm “kanunsuz kural” yerine bu kez “kanun” uygulandı. Sivil-asker ilişkilerinin demokrasiye uyum sağlaması açısından aslında “küçük” ama kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir adım bu… Öyle ya, dün bir gazetenin okuru güldürmek istercesine attığı o komik manşette, “liberal demokrasi manifestosu” yayınlamakla “itham” edilen ana muhalefet liderinin bile “Aman siyaset, terfilere karışmasın” diyebildiği bir ülke burası. Bir yandan, kanunun uygulanması karşısında “kriz var, kriz var” diye panik çıkarmaya çalışanların esamisi, emirlerindeki bilumum televizyon kanalı ve gazeteye rağmen pek okunmuyor artık… Ama bir yandan da, Kılıçdaroğlu gibiler, sadece demokrasiye değil, siyasetçi olmanın tabiatına da aykırı düşen bu tür açıklamalarla askerî vesayeti yüksek sesle savunmaktan utanmıyorlar. Neyse ki onların devri geçiyor. Kimi zaman ürkekleşen, kimi zaman tökezleyen adımlarla da olsa, nispeten hızlı ve kararlı bir değişim yaşıyor Türkiye. Değişime direnenler ise, geçen hafta Yüksek Askerî Şûra’da, bugünlerde de Hȃkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda yaşanana benzer “meydan muharebeleri” ile hezimetlerini geciktirmeye çalışıyorlar. Bunun son tahlilde “nafile” bir çaba olması, her bir “meydan muharebesi”nin öneminden, değişim adımlarının kararlı, kalıcı ve sürekli olması gereğinden bir şey eksiltmiyor, tabii… Eksiltmemeli. Bu yolu, her adımın “gerekli” ama “yetersiz” olduğunu bilerek yürümeliyiz. Bir ay sonra, 1980 darbesinin otuzuncu yıldönümünde sandığa gidip, anayasa değişikliği paketine “yetmez ama evet” diyeceğim ben ve bunu kendi hesabıma, bir kerelik bir tavır gibi görmüyorum. Bizimki gibi vesayetçiliğin hâlâ “norm” kabul edildiği ve sorsan kendisine “demokrat” diyecek birilerinin, “vesayetçi” telaffuzlardan utanmayan adamları “liberal demokrasi kahramanı” ilan edebildiği bir ülkede, istikameti demokrasi olan bir değişim sürecinin her adımı için aynı söz söylenebilir zira: “Yetmez ama evet.” 2010 Yüksek Askerî Şûrası’na, sivil iradenin damga vurması da, bu anlamda nihai bir başarı değil, sadece bir başlangıçtır. Ahmet İnsel, dün manşetinden komiklik yapan gazetede, o manşetin ruhuna hiç de uymayan ciddiyetteki, mükemmel yazısını “Türkiye’de askerî vesayet rejiminden çıkışın gelecek aşaması Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması olacaktır” diye bitiriyordu. İnsel’e katılıyorum; AKP hükümeti, Yüksek Askerî Şûra’da başlattığı “askeriye üzerinde sivil denetim” egzersizini sürdürmek istiyorsa, bu yönde bir sonraki adımı da Genelkurmay Başkanlığı’nı, bütün demokrasilerde olduğu gibi, Savunma Bakanı’na bağlamak olmalıdır. Tabii, tek başına bu da yetersiz ama gerekli bir adım… Yoksa Türkiye’nin demokratikleşmesi, sivil-asker ilişkilerinin sil baştan düzenlenmesini şart kılıyor. Bu ancak, darbe suçunun hesabının mahkemelerde sorulduğu; ordunun “rejim muhafızı” rolünü üstlenmediği; askerî harcamaların şeffaflığının ve sivil denetiminin sağlandığı; bir subayın siyaset konuşmadığı, konuşursa subaylığından olduğu; harp okullarındaki eğitimin demokratik ilkelerle uyumlu kılındığı ve bütün bunlar, sivil demokratik bir anayasayla güvence altına alındığı zaman gerçekleşecek… Ancak Dağlıca, Aktütün, Sarıyayla, Hantepe gibi son birkaç yılın bütün askerî hezimetleri ve bu hezimetlerin yarattığı şüpheler; ayrıca 27 Nisan 2007 muhtırasından İrticayla Mücadele Eylem Planı’na, Kafes’ten internet andıcına kadar son yılların bütün askerî “suç” belgeleri, Genelkurmay Karargâhı’na “sivillerin el atması” için artık daha fazla beklememek gerektiğini gösteriyor bize. 12 eylülde, askerî vesayeti sınırlayan anayasa değişikliği paketi seçmenden “evet” oyu alırsa, bu yönde bir sonraki adım için de gerekli zemin sağlanmış olacaktır. Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanması, hem Türkiye’yi demokratik dünyayla prensipler ve protokoller düzeyinde eşitleyecek, hem de Genelkurmay Karargâhı’nın “özerk” görüntüsüne, bu görüntünün teşvik ettiği vesayet teamülüne ve suç işleme eğilimine “yetersiz ama gerekli” bir darbe indirecektir. Yüksek Askerî Şûra’da Başbakan Erdoğan, seçimle işbaşına gelmiş hükümete karşı tertip içinde olmakla suçlanan Orgeneral Hasan Iğsız’ı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atamayarak doğru olanı yaptı ve gördük ki, kıyamet kopmadı. Ama şunu unutmayalım; Iğsız’ın suçlandığı “internet andıcı” bizzat Genelkurmay yetkililerinin varlığını kabul ettiği, Genelkurmay karargâhında yapılmış bir çalışmaydı, vesayet teamülünün bir ürünüydü. Ben, Milli Savunma Bakanlığı’na resmen bağlanacak bir Genelkurmay Başkanlığı’nda bu kriminal teamülün gerileyeceğine inanıyorum. Üstelik, kıyametin kopacağını da sanmıyorum hiç. Bütün NATO ülkelerinde geçerli olan sistemin burada da hayata geçmesi yönünde gayet makul bir adım atılmış olacaktır sadece. Yetersiz ama gerekli bir adım.
<< Önceki Haber Bu bir başlangıç Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER