Gazetecilik bölümlerinde hayat var mı?


Basın özgürlüğünün önünde iki büyük engel var: Ceza Yasası'nın 285. ve 288. maddeleri. Bu maddeler soruşturmanın gizliliği ve hakimlerin dış etkenlerden korunmasını hedef alan maddeler. Devlet mahkemelerdeki, polisteki belgeyi, bilgiyi koruyamayınca "Okulları kapatırsam şu Milli Eğitim'i ne güzel idare ederdim" örneğinde olduğu üzere basıyor gazeteciye cezayı. Son şike olayında mahkemelerdeki, polisteki bilginin nasıl ve kimler tarafından sızdırıldığını yakından gördük. Habertürk'te yayınlanan Aziz Yıldırım fotoğrafı söz konusu sızıntının en güzel örneği. Habertürk'ü de kutlarım. Aynı fotoyu bulsam ben de basardım. Ama bu fotoğrafın basına sızdırılmasına engel olamayıp, daha sonra basına "Niye basıyorsun kardeşim" diye ceza yağdırmak gazeteciliğin sonunu getirmek demektir. Yani gazeteciye temel işini yapma demektir. Gazetecilikte haber toplarken, yazarken, sunarken çok fazla ölçüde sübjektif değerin işin içine girdiği doğrudur. Zaten sübjektiflik okuyanın aklında başlar. Bu kaçınılmazdır. Böyle olmasına rağmen gazeteciliğin kamuoyunu aydınlatma işlevi en öndedir ve demokrasi için bu işlev vazgeçilmezdir. Bu nedenle de Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerini kamuoyunun bilgi alma hakkı, yani gazeteci lehine değiştirip polisten ve mahkemelerden bilgi ve belge sızdırılmasını önleyecek maddeleri koymak gereklidir. Burada belki tek istisna "maddi çıkar" karşılığı bilgi ve belgeyi ele geçiren gazete ve gazeteciyi cezalandırmak olabilir ki bu da literatürde oldukça tartışmalı bir konu. İkinci büyük engel ise Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili "propaganda" maddeleri. Terör örgütünün ne olduğunu tanımlamanın, medyanın doğrudan etkisinin ne olduğunu ölçmenin bu kadar zor olduğu bir çağda bu yasa maddeleri ucubeden de öte unsurlar taşıyor. Birçok gazeteci, neredeyse altmış gazeteci bu yasa kapsamında mahkemelerde sürünüyor. İnternet çağından önce çıkan bu yasanın da bir an önce kökünden düzenlenmesi gerekiyor. Bu iki konuyla ilgili de çözüm yeni anayasada. İletişim fakültelerinin, gazetecilik bölümlerinin mutlaka yaşadığımız süreçte devreye girip bu iki maddenin iletişim özgürlüğünü sağlayacak şekilde değiştirilmesini sağlamaları şart. Peki yapabilirler mi? Üniversiteler 1982'den bu yana akademisyen değil daha çok "memur" yetiştiriyor. İş garantisi olmayan, sosyal güvenlik garantisi olmayan; bir YÖK başkanının, bir rektörün, bir dekanın, bir mütevelli heyet başkanının, yeni dönemde bir patronun ağzından çıkan "boş ol!" sözcüğüyle kendini kapının dışında bulacak bir öğretim üyesi sisteme, hükümete, devlete nasıl kafa tutabilir? İstisnalar olsa da tutamaz. Tutamıyor da. Bu sistemden "Chomsky" çıkmaz demeyin! Yıllardır sisteme meydan okuyan Mehmet Altan nasıl çıktı? Ya da son dönemin asi akademisyeni Binnaz Toprak? Nuray Mert? Yeni anayasa iletişim fakültelerinin, gazetecilik bölümlerinin statükoya meydan okumaları için bir fırsat. İletişim fakülteleri sesini mutlaka yükseltmeli ve iletişim özgürlüğünü sağlamalı. Eğer sağlamazlarsa iletişim fakültelerini baştan sona "Ne işe yarıyorlar" diye sorgulamak gerekmez mi? Çekirgelik "Yasalar tıpkı sosis gibidir. Nasıl yapıldıklarını bilmemek daha iyidir." Otto Von Bismarck
<< Önceki Haber Gazetecilik bölümlerinde hayat var mı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER