Ramazanlaşanların bayramlaşması


Hocaefendi'nin bayram sabahı yaptığı, bayram mesajını sunduğu sohbete ve o sohbet ortamına götüreceğim sizleri bugünkü yazıda. Anlatılan şeyler arasında kendi değerlendirmelerime göre takdim-te'hir yapacak ama manzaranın bütününü sunmaya çalışacağım. "Ramazanlaşmayı gerçekleştiren insanlar ancak bayramlaşabilir" dedi sözlerinin arasında. Ben yazıya bununla başlamayı uygun gördüm; çünkü çok önemli bir mesaj içeriyor bana göre bu cümle. Önce bu cümlede yer alan ve yanlış anlaşılmalara medar olabilecek "bayramlaşma" tabirinin manasını kısaca izah edeyim. Hocaefendi'nin burada kullandığı bayramlaşma, telefon, tebrik kartı veya bizatihi ziyaretlerle gerçekleşen el öpme, bayram harçlığı verme ve hediyeleşmelerin olduğu karşılıklı bayram tebriği değil, aksine "bayramla bütünleşme" manasını taşır. Onun için yazının geri kalan kısımlarında bu manayı taşıyan "bayramlaşma" tabirlerini tırnak içinde yazacağım. Bir; "Ramazanlaşma" tabirinin münakaşası yapılabilir diyor Hocaefendi çünkü literatürümüze bunu hediye eden bizzat kendisi. Sadece bu mu? Hayır; daha önceleri "namazlaşma" demişti; şimdi de "bayramlaşma" diyor. Bunların hepsi de, yani namazda namazla, Ramazan'da Ramazan'la ve bayramda bayramla bütünleşme, onları hakkıyla idrak etme ve yaşama manalarını taşıyan ve aynı çizgi üzerinde yerlerini alan kavramlardır. İki; bu cümleden anladığımıza göre Hocaefendi "bayramlaşma"yı Ramazan'da Ramazanlaşmaya, bir başka tabirle Ramazan'ı hakkıyla edebilmiş olmaya bağlıyor. Te'vil, tabir, tefsir istemeyen bir düşünce bu. Hocaefendi bunu söylerken bir taraftan kendi anladığı ve yaşadığı şekliyle Ramazanlaşmayı ve Bayramlaşmayı anlatıyor, diğer taraftan çevresine hedef gösteriyor. Böylece olanla yetinmeyip olması gerekli olan ufka insanları yönlendiriyor. Yalnız burada dikkat edilmesi gerekli bir husus var; o da şu: Ramazan ayının bitimini takip eden güne din "bayram" adını vermiş. Bayramı bir gün ile de geçiştirmemiş, süre vermiş ve bu süreyi üç gün ile belirlemiş. O üç günün ilkinde oruç tutmayı yasaklamış. 30 gün boyunca Allah'ın sunduğu nimetleri iradi olarak günün belli zaman dilimlerinde kendilerine haram kılan müminler bunun mükâfatını en az üç gün yaşasın demiş. Ayrıca bayram denince akla gelen ilk şey neşe, huzur, dünyadan kam almaya yönelik beşeri hisleri tatmin. Nitekim Efendimiz (sas) dönemindeki fiili uygulamalar da bunu gösteriyor. Öyleyse bayramlarda neşe peşinde koşmak gayrimeşru bir şey olmasa gerek. O zaman "bayramlaşma" buna mani değil mi? Bu sorunun cevabı alabildiğine net; hayır, değil. Bir tek şartla; peşinden koşulan neşe, meşru çerçevede olacak. "Bayramlaşma"ya asıl mani olan, bayramı gayrimeşru vesileleri kullanarak "vur patlasın çal oynasın" cinsinden eğlencelerle geçirmek. Kaldı ki bu zihniyeti sadece bizde değil İslam dünyasının birçok yerinde görmek mümkün. Delil isterseniz; TV programlarına bakmanız yeterli. Hocaefendi sohbetin ilerleyen dakikalarında buna da açıkça değindi ve dedi ki: "'Oruç, O'nun hakkı, bizim de vazifemizdir' diyen, bu şuur içinde orucunu tutan insanlar Ramazan'ın bitmesiyle kutsal bir hüzün duyarlar, içlerinde bir burukluk yaşarlar. Fakat beri tarafta da madem din buna bayram demiş der, bayramın da hakkını vererek onu yine dinin verdiği ölçüler içinde neşe ve sevinç içinde kutlarlar." 'NEYİN BAYRAMI?' Bu cümleleri söyledikten sonra bir müddet durdu ve neşenin çerçevesini belirlememizde yardımcı olabilecek enfes bir tahlilde bulundu. Bir soru sordu önce; "İyi ama bu neyin bayramı?" dedi. Evet, biz de soralım bu soruyu kendimize ve cevabını arayalım; neyin bayramı bu? Oruç gibi beşeri zaviyeden bakılınca 16-17 saat aç ve susuz durmadan kurtulmanın bayramı mı? Her istediğini her istediği zaman yeme ve içme özgürlüğüne kavuşmanın bayramı mı? Yoksa Ramazanlaşan insanların Allah'tan mükâfatını alma, O'nun sonsuz mağfiretine ermesinin bayramı mı? Tabii ki sonuncusu. İfadeleri aynen şöyle: "Allah'ın mağfiretine ermenin bayramıdır bu. Öyleyse bayram günlerini bazılarının yaptığı gibi hoplama-zıplama olarak değil kalb ve ruhun ulaşmış olduğu ufukta kutlamak lazım." Pekâlâ, bu nasıl olacak? Zaten işin en çetin yanı da burası. Hele günümüz nesilleri için iradelerini zorlaması gereken bir imtihan meselesi. Çünkü arka plan şartları ne siyasi, ne ekonomik, ne dinî, ne kültürel alanda Hocaefendi'nin belirttiği ufku yakalamaya müsait. Bırakın müsait olmasını tam aksine çevremiz, kendini suyun akışına kaptıran insanları bambaşka vadilere sürükleyecek, aşağıları aşağısı derekelerin içine atacak, dünyevî ve uhrevi pişmanlıklar yaşatacak şartlarla çevrili. İşte bunu aşmanın yolu adına da şimdiye kadar defalarca anlattığı bir hususa değindi Hocaefendi: "İmanda yenileme ve yenilenme; imanı her gün yeniden duyma, hissetme, onu şuur ve irfan seviyesine yükseltme." Sözleri şöyle: "Ramazan'ın ve bayramın değerini kavramak biraz inanmaya; inancında sürekli kendini yeniliyor olmaya bağlı. İnsan düşünce ve imanı itibarıyla sürekli kendini yenileyebiliyorsa her şeyi taptaze duyabilir. Bizler 'aba an ced', dededen babadan bize intikal eden şekliyle Müslümanlığı yaşıyor olabiliriz; kültür Müslüman'ı diyorum ben ona; kültür Müslüman'ı olabiliriz, nazari bilgilerimiz çok derin olabilir; fakat önemli olan imanı yeniden duymaktır. Hadis kriterleri açısından tenkidi yapılsa da muhtevası doğru olan 'imanınızı Lailahe illallah ile yenileyin' hadisindeki manadır bu. 'İki günü müsavi olan aldanmıştır' hadisinin muhtevasına uygun bir hayat yaşama; işte bunlar bizim imanı yeniden ter ü taze duymamızı sağlayacak şeylerdir." Bayramlaşma şekilleri, onların dindeki norm ve formları ile aldığı yer, bayramı beşeri münasebetleri geliştirmede vesile olarak kullanma ve dünya insanları arasında barış köprüleri tesis etme adına başka değerlendirmeleri de oldu Hocaefendi'nin o konuşmasında. Onları da bir başka yazıda dile getirmek ümidiyle, bayramınız mübarek olsun; nice bayramlara, nice "bayramlaşmalara".
<< Önceki Haber Ramazanlaşanların bayramlaşması Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER