Yazacak ne kaldı?


PKK baskınıyla can veren 5 emniyet görevlisi ve ikisi çocuk 4 sivilin acısı yüreğimizi dağlarken; bir dizi operasyon sonrasında 24 evladımızı daha şehit vermemiz üzerine şaşkınlık ve üzüntüm iç içe geçti. İnsan böyle bir vicdansızlık karşısında ne yazabilir? Nasıl yorumlar yapabilir?.. Daha iki hafta önceki baskın sonrasında; bir yandan soğukkanlılığımızı yitirmememiz gerektiğini yazarken; öte yandan böyle bir alçaklığı içime sindiremediğimi yazmış ve bu türden çelişkilerle yaşamak zorunda kalmanın getirdiği acı ve ıstırabı vurgulamıştım. Bundan başka ne yazılabilir? Gerçekten hem acılarımızı içimize gömecek ve müzakerelere devam etme gayretini göstereceğiz hem de yitirdiğimiz çocuklarımızın kanlarının yerde kalmaması için gereken neyse yapacağız. Elbette aynı çelişki burada da devam ediyor ama yapacak başka bir şey göremiyorum. Bu çelişkilerle birlikte yaşamasını öğreneceğiz... Xxxxxxxxxxxxx Geçtiğimiz hafta bir akşam, bir televizyon kanalında; Dağlıca Sınır Karakolu bölgesi kumandanı emekli Albay Sayın Onur Dirik'le yapılan bir söyleşiyi izlemiş ve beni çok düşündüren bu konuyla ilgili bir şeyler yazmaya karar vermiştim. Dağlıca baskınıyla ilgili olarak önce kurmay albaylığa terfi ettirilen ve sonra da rütbesi indirilen Sayın Dirik'in suçlandığı konuyla ilgili bir şeyler yazmam elbette mümkün değil. Zira yargılanma süreci sona ermemiş. Fakat anlayabildiğim kadarıyla bu baskınla ilgili olarak gazetelerde okuduğumuz suçlamaların gerçekle pek ilgisi yok. Elbette bazı eksiklikler görülüyor ve bazı konularda yapılabilecek bir şeyler varmış ama anlattıklarını dinledikten sonra Sayın Onur Dirik'i kafamda akladım. Dağlıca'da görev yapmaya çabalayan genç bir kurmay yarbayın duyduğu yalnızlık ve yetersizlik duygusunu ruhumun derinliklerinde hissettim. Bu söyleşide beni etkileyen daha doğrusu memnun eden bir yaklaşım da; Sayın Dirik'in "TSK'yı itibarsızlaştırma" konusunda hiçbir ifadesi olmaması; daha doğrusu silahlı kuvvetlerimizin itibarının korunması konusundaki özeni oldu. Gerçekten; son dönemlerde TSK'yı itibarsızlaştırma konusundaki gayretler beni çok rahatsız ediyor. Xxxxxxxxxxxxxx TSK'yı itibarsızlaştırmaya çabalayanların farklı amaçları olduğu; daha doğrusu farklı beklentiler içinde oldukları çok açık. Ve böyle farklı beklentiler içinde olanlar; hiç kuşkusuz Türkiye'nin (bilinçli ya da bilinçsiz) düşmanıdır. Fakat beni asıl üzen husus ülkemize bir düşmanlık beslememelerine karşın TSK'yı itibarsızlaştırmaya çabalayanların hataları oluyor. Geçenlerde eski bir Genelkurmay Başkanı'nın dile getirdiği hataları okuduk. Çok haklı olarak; TSK'nın kendi kendini yalnızlığa mahkûm ettiğini ve bundan dolayı "sokağın" nabzını doğru tutamadığını vurguluyordu. Doğrusu bu benim yıllardan beri saptamış olduğum ve dile getirdiğim bir husustu. Bugün TSK'ya mensup subayların (eğer doğru biliyorsam) tümü korunaklı lojmanlarda yaşıyor. İşlerine servisle gidip geliyorlar. Zaten bu lojmanlardan önemli bir bölümü askeri birim ve tesislerin içinde yani sokakta subay göremiyorsunuz. Bu işler eskiden böyle değildi. Subaylar kimi zaman kamu araçlarıyla işlerine gider gelirlerdi. İşyerleri kamu araçlarının geçmediği yerlerde olanlar; servis ya da benzer araçlarla kamu araçları bulabilecekleri yerlere götürülürler ve buradan sonra herkes başının çaresine bakardı ama büyük saygı görürlerdi. Çocukluğumda Laleli'deki sokağımızda Belentepe soyadlı bir subay yaşardı. (Babam onun yanında askerlik yaptığı için adını unutmamışım. Zaten ailecek de görüşürdük.) Belentepe o zamanlar şehrin çok dışında olan Davutpaşa Kışlası'nda (şimdiki Yıldız Üniversitesi) görev yapardı. Ve bu nedenle eve üstü açık bir ciple gelirdi. Cipi bizim sokağa girdiği zaman oyunu bırakır saygıyla selamlardık. Kimi zaman durur ve bizi severdi. Mahalle böyle bir subay bizim sokakta oturduğu için iftihar ederdi. Bayramlarda evi bir arı kovanı gibi olurdu. Ufak tefek anlaşmazlıklarda da hakemliğine başvurulurdu. Bu işler galiba 1960 sonrasında değişti...

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER