Polis ve TSK: Bir mukayese


Bu hafta sonu Antalya’da Polis Akademisi’nin düzenlediği bir sempozyuma katıldım. Uluslararası sempozyumun temel konusu terörün finansmanı ve özellikle sınıraşan terör ile mücadelenin finansman yöntemleri idi. Sempozyumun konusu, tartışılan konular da ilginç idi ama benim bu sempozyumdan en büyük kazancım bu vesileyle tanıştığım pırıl pırıl, çok iyi yetişmiş, konularını çok iyi bilen genç polislerle tanışmam oldu. Ettiğimiz sohbetlerde, bir kez daha, doğru işler yapıldığında, bir kurumun nereden nereye gelebileceğini gördüm. Meseleye tersten de bakabilirsiniz, doğru işleri yapmadığınızda bir kurumun nasıl gerileyebileceğini, nasıl itibar kaybına uğrayacağını da görebiliyorsunuz. Açıkçası polis teşkilatından ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden bahsediyorum. Her iki kurum da Türkiye’nin, Türkiye’yi bir kenara bırakın, her devletin çağımızda en temel kurumlarının başlarında gelirler, ürettikleri kamu hizmeti de çok yaşamsal kamu hizmeti türleri. Polis iç güvenlik, TSK ise dış güvenlik üretmekle mükellefler; rejim bekçiliği gibi laflar anlamsız, aptalca laflar. Ve, unutmayalım, hem polis hem de TSK güvenlik ile ilgili söz konusu kamu hizmetlerini vergi mükelleflerinin ödedikleri vergilerle ve vergi mükellefleri için üretiyorlar. Özünde performans kriterleri açısından birbirinden farklılaşmamaları, hatta daha iyi güvenlik hizmeti üretimi açısından birbirleriyle yarışmaları gereken iki kurumdan, bir devletin en temel iki kamu hizmeti kurumundan bahsediyoruz. Ve geçtiğimiz yirmi-otuz sene içinde bu iki kurumdan biri, iç güvenlik hizmeti üreten polis örgütü performans kriterleri açısından TSK’yı çok gerilerde bırakıyor. Dürüst olmak gerekir ise yirmi, otuz sene önce bu iki kurum arasında bir performans farkı pek yoktu ve bu eşitlik düşük bir performans seviyesinde idi. Sonra, yirmi sene içinde bir şeyler oldu ve polis örgütü, her açıdan TSK’yı solladı. Bu gerçeğin nedenleri iyi araştırılmalı, iyi sonuçlar çıkarılmalı ve TSK’nın yitirdiği, yitirmeye devam ettiği senelere de bir son verilmeli. Bu yazıyı yazmaya aslında geçen hafta bir karakolda yaşanan çok sevimsiz bir kadın dayağı sonrası karar verdim. Bu dayak olayını birileri polis kurumu için olumsuz olarak da yorumlayabilir ama ben bu olayda polis kurumunun neden mesafe aldığının kökenlerini görüyorum. Dayak olayı yaşandı, berbat bir olay idi, gerekçe olarak da kadının bir konsomatris olduğunun söylenmesi daha da kötüydü ama sonra olayın kamera kayıtları tüm basına yansıdı, hemen bir soruşturma başlatıldı, Sayın Fatma Şahin, bir bakan olarak, olaya tepkisini kelimeleri yutmadan dile getirdi. Lafın özeti, polis eleştirildi ve hemen eleştirildi. Ordu ise, bu tür olaylarda hala eleştiriye kapalı; yakın geçmişe oranla suçlular daha kolay cezalandırılıyor ama yine de karşımızda kapalı bir kutu var. Askeriyede böyle bir dayak olayı yaşansa, yaklaşık her gün onlarcası yaşanıyor, kamera görüntülerinin basına yansıyacağını düşünüyor musunuz? Olumsuzluklarını kamuya yansıtmayan, kendini eleştirmeyen, dış eleştiriye açık olamayan kurumlar çürümeye başlıyorlar; Ergenekon süreci bunun en büyük kanıtı. Çürüdüğünü gördüğümüz kurum da TSK ise kimsenin sessiz kalma lüksü olamaz. Süreci çevirmek için önce eleştiriden, saydamlıktan işe başlamak lazım. Muhtemelen gerisi kendiliğinden gelecektir.
<< Önceki Haber Polis ve TSK: Bir mukayese Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER