Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan AKP'ye gönderme

Türkiye, Mursi’ye verilen idam kararını seçim malzemesi olarak kullanmaktan öte bir şey yapmıyor. Ortadoğu ve İslam dünyasını en iyi bilenlerden Ekmeleddin İhsanoğlu buna itiraz ediyor. “Maksat Mursi’nin canını kurtarmaksa bunun yolları çok.” diyen İhsanoğlu, Pakistan’ın devrik Başbakanı Navaz Şerif’in kurtarılmasını örnek gösteriyor.

Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan AKP'ye gönderme

Türkiye’nin son dönemde en başarısız olduğu alanlardan biri olarak dış politika gösteriliyor. ‘Arap Baharı’ sürecindeki Ortadoğu politikası, özellikle Mısır ve Suriye’de hayal kırıklığı ile neticelendi. Mısır’ın devrik lideri Muhammed Mursi hakkındaki idam kararının tartışıldığı şu günlerde, 10 yıl İslam Konferansı Teşkilatı’nın (İKT) genel sekreterliğini yapan Ekmeleddin İhsanoğlu ile bu konuları konuştuk. Türkiye’nin bölgesel güç olmasını tarihi ve coğrafi realite olarak gören İhsanoğlu, “Önemli olan bunun davul zurnayla mı yoksa ince sazla mı yapılacağıdır. Davul zurnayla yaparsanız herkes sizden uzaklaşır.” dedi. İKT’deki görevinin son döneminde Mısır krizinde arabuluculuk yapma fırsatı doğduğunu, ancak AKP iktidarının sert açıklamalarıyla bunun engellendiğini belirtti. Türkiye’nin maksadı Mursi’nin idamına engel olmaksa bunun için yapılabilecek çok şey olduğuna dikkat çeken İhsanoğlu, Demirel örneğini verdi: “General Müşerref, Pakistan’da darbe yaptığı zaman, Cumhurbaşkanı Demirel kendisiyle görüşerek devrik başbakan Navaz Şerif’in canına kıymasını engellemiştir.” Arap kavgalarında taraf olmamayı ‘altın kural’ diye niteleyerek, “Taraf tutarsanız iki tarafı da kaybedersiniz. Türkiye şu an bu durumda.” diye konuştu.

Ekmel Bey’in dış politika tecrübesine dikkat

Türkiye ‘çatı aday’ olarak tanıdı ama, muhafazakar camia kendisini 35 yıldır Osmanlı tarihi, medeniyeti hakkında ciltler dolusu kitap yazan bir entelektüel olarak yakından tanıyordu. 25 yıl İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırmaları Merkezi (A haberleri'>IRCICA) başkanlığı yapan Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004-2014 arasında İslam Konferansı Teşkilatı genel sekreteri olarak İslam dünyasının başkentlerinde mekik dokudu. Buna rağmen cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde dindarlığı hatta Müslümanlığı sorgulandı. MHP’nin bu seçimdeki en büyük sürprizi Ekmel Bey ile partisinin dış politika vizyonunu ve seçim döneminde maruz kaldığı ‘iftira kampanyası’nı konuştuk.

MHP seçim kampanyalarını genellikle terör ve ülkenin bölünmezliği gibi temalar üzerine kuruyor. Dış politika çoğunlukla geri planda kalıyor. MHP Türkiye’nin önündeki bölgesel sorunlara, mesela Ortadoğu’ya nasıl bakıyor?

Sayın Bahçeli’nin 3 Mayıs’ta açıkladığı seçim beyannamesi ki ben onu aynı zamanda hükümet programı olarak da görüyorum, çok kapsamlı bir vizyon çiziyor. Türkiye’nin “bölgesel güç ve küresel aktör” olarak rolü çok geniş bir şekilde ele alınıyor. Bunun icrası çok yönlü adımların atılmasını gerektirmektedir.

Türkiye’nin bölgesel güç iddiası bir retorik mi yoksa reel karşılığı var mı?

Türkiye’nin bölgesel güç olması tarihi ve coğrafi bir realite… Jeo-stratejik bir realite. Sağcı da solcu da olsanız, nasyonalist de olsanız bu değişmez. Ama bu eldeki hazır imkandan nasıl yararlanırsınız ve hangi enstrümanları kullanırsınız, esas önemli olan husus budur. Bunu davul zurnayla mı yapacaksınız, yoksa ince sazla mı yapacaksınız? Yani keman ya da kemençe çalar gibi mi yapacaksınız, ney üfler gibi mi yapacaksınız? Davul zurnayla yaparsanız herkes sizden uzaklaşır. Doğru enstrümanları kullanırsanız etrafınızda dost kazanırsınız.

İktidarın ‘bölgeye nizam veriyoruz’ söylemi Türkiye’ye dost kazandırıyor mu?

Biraz önce söylediğim davul zurna bu. Bu herkesi sizden kaçırır. Ben sizin ağabeyinizim, size yol göstereceğim derseniz, kimse size gelmez. Çünkü kimse bir başkasının kendisine ağabeylik taslamasını istemez. Bu konudaki sıkıntıları bizzat muhataplarımızdan dinledik. Zaten dinlemesek de her şey ortada…

Türkiye’nin bölgesel politikalarında önceliği ne olmalı sizce?

Türkiye esas itibarıyla bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğü ve devletlerin hükümranlık hakkının sağlanmasını savunmak zorundadır. Rejimin şekli benim hoşuma gitti gitmedi meselesi değil önemli olan… Ortadoğu’da başlayan parçalanma devam ederse, bizi de etkiler. Nitekim tesirlerini görmeye başladık.

Bu bakış açınız nedeniyle Mısır’daki darbeye destek vermekle suçlandınız…

Kim ne destek verdi acaba? Siz başka ülkeye müdahale ederseniz o ülkenin de size müdahale hakkı doğar. Ha o askeri rejimdir bizimki demokratiktir, diyemezsiniz. Uluslararası ilişkilerde böyle bir norm yoktur. Siz bir ülkedeki rejim değişikliklerini beğenmiyor ve orada bir siyasi hareketi destekliyorsanız, bunu ketumiyet içinde davul zurna kullanmadan yaparsınız. Bizim böyle imkanlarımız vardı. Mısır’daki hadiseler görevimin son aylarında vuku buldu ve müdahale imkanı yakalamak üzereyken kaybettim.  

İİT genel sekreterliğiniz döneminde Mısır’daki krizde arabulucu olma fırsat ve ihtimaliniz mi vardı?

Evet, Avrupa Birliği Dış Politika yüksek temsilcisi Catherine Ashton Mısır’a gitti. Aynı zamanda ben de gitme talebinde bulundum. Tercihi Ashton’dan yana kullandılar. İkinci tercihi benden yana kullanacaklardı. Ama başka şeyler devreye girdiği ve ben Türk olduğum için bu hakkı vermek istemediler. Eğer siyasi iklim daha uygun olsaydı belki orada müspet tesirler yaratabilirdik.

İktidarın Mısır’la ilgili sert açıklamaları mı arabulucu olmanıza mani oldu?

Evet. Belki 30-40 sene sonra açıklanacak belgeleri okursanız söylenenlerle yapılanlar arasındaki farkı göreceksiniz. Önemli olan netice almaktır, konuşmak değil.

O dönemde Müslüman Kardeşler cumhurbaşkanlığı seçiminde Tunus’taki gibi başka gruplarla mutabakat arasa durum farklı olur muydu?

Çok farklı olurdu. İhvan mecliste ve hükümette daha rahat olurdu. Mısır’daki cumhurbaşkanı makamı çok güçlü bir makam… Son 60 senede üç asker idare etti. Tüm yetki orada… Mısır İhvan’ının çok acı tecrübeleri oldu. Devamlı mazlum ve mağdur oldular. Büyük işkencelere maruz kaldılar. Mısır’da siyasi tecrübe tamamlansaydı herkesi rahatlatacaktı.

Eski cumhurbaşkanı Mursi için verilen idam kararı uygulanabilir mi?  

Bir cumhurbaşkanının bu karara muhatap olması çok üzücüdür. Temennim kararın temyiz edilmesi. Bir cumhurbaşkanının canına kıymak bahanesi ne olursa olsun tarihe kara bir leke olarak geçer.

Türkiye’nin idamların infazına engel olmak için yapabilecekleri var mı hâlâ?

Türk kamuoyunun iyi bildiği bir örneği hatırlatmak isterim. General Müşerref Pakistan’da darbe yaptığı zaman, Cumhurbaşkanı Demirel kendisiyle görüşerek devrik başbakan Navaz Şerif’in canına kıymamasını sağlamıştır. Süleyman Bey Türkiye’nin ağırlığını hissettirerek faciayı engellemiştir. Sayın Demirel’in ‘kan lekesini hiçbir şey temizleyemez, dikkatli olunuz lütfen’ sözü etkisini göstermiştir. Maksat Dr. Mursi’nin canını kurtarmak ise bunun yolları çoktur. Ancak eğer maksat başka ise o zaman milletimiz bunun farkına varacaktır.

Oysa AK Parti, iktidarının ilk yıllarında başarılı bir dış politika yürüttü. İKÖ genel sekreteri seçilmeniz büyük bir başarıydı. Sonra her şey tersine döndü. Bu makas değişikliğinin nedeni ne?

Bu çok önemli bir sual... Görünüyor ki 2009’dan itibaren bu geçiş oldu. Dış politikanın iç politikaya alet edilmesi. Arap Baharı tabirini yanlış buluyorum. Arap despotlarının sonbaharı… Mübarek, Kaddafi, Zeynelabidin, Abdullah Salih… Bunların düşmesiyle yaşanacak olanlar aynı şablona göre gelişecek zannedildi. Tunus ile Libya, ya da Libya ile Mısır arasındaki fark görülmedi. Libya’da devlet yoktu, ordu yoktu. Ama Mısır’da 1805’ten itibaren bir ordu var, sivil ve askeri bürokrasi var. 1952’den itibaren askerler devleti elde etmişlerdi. 60 yıl Mısır’ı üç asker idare etmiştir. Bunu görmeden bir anda iktidarın değişeceğini, devleti 200 sene idare edenlerin devleti teslim edeceğini düşünmek, o ülkeyi hiç bilmemektir. Suriye’de bir kesimin ve onun derin devletinin, ülkenin tüm kurumlarına mutlak şekilde hakim olduğunu bilmeden, ayrıca Suriye devletinin İsrail, ABD, Fransa, Rusya ve İran’la olan özel ilişkilerini bilmeden düşebileceğini düşünmek çok sathi bir bakıştır. Birkaç hafta içinde Emevi Camii’nde namaz kılacağız... Bu çok “fantastik” bir şey…

İktidar sizce Arap Baharı’nın yeni Osmanlı fırsatı yarattığını mı düşündü?

Yeni Osmanlı sözü çok yanlıştır. Mesela Britanya, Commonwealth yani Müşterek Servet fikri etrafında eski müstemlekelerini bir araya toplamaya çalışıyor. Fransa ise bunu Frankofoni yani dil etrafında yapmaya çalışıyor. Yirmi birinci yüzyılda İslam ülkelerini İİT dışında bir fikir etrafında toparlamak zor görünüyor.  Bugün hilafet kavramı etrafında yapılan tartışmalar birçok ülkenin egemenlik hakkıyla bağdaşmaz. Bu yolda devam etmek dost kazandırmaz. 7 Haziran seçiminden sonra değişim sadece iç politikada olmayacak. Türkiye’nin ne dostu, ne komşusu kaldı. Resmi müttefikleri de idare-i maslahat ediyorlar.

Bölgede dostu kalmayan Türk dış politikası nasıl rayına oturtacak?

Dışişleri Bakanlığı’ndaki yetişmiş kadrolar Türk dış politikasını rayına oturtacak donanıma sahiptir. Yeter ki ideolojik yaklaşımlardan uzak duralım. Mesela Arap kavgalarına taraf olmamak... Altın bir kuraldır. Katar ve Mısır’daki iktidar birbirlerine karşı ağza alınmayacak şeyler söyledi. Bu kadar seviyesiz tenkit olur mu, insanların şahsi hayatlarına kadar uzandı. Sefirler çekildi filan. Ama sonra Sharm El Sheikh’teki zirveye katıldılar. Sarmaş dolaş fotoğraf çektirdiler. Biz ortada kaldık. Arap siyasetini takip eden insanlar bilir ki, bu kavgalar alevlenir, parlar sonra sükunete erer. Taraf tutarsanız iki tarafı da kaybedersiniz. Türkiye şu an bu durumda…

Muhafazakar iktidar dindarlıktan kindarlığa geçti

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde çok yıpratıcı eleştirilere maruz kaldınız. Muhafazakarlar iktidarda neden bu kadar kötü bir sınav verdi?

Çünkü Türkiye’de bazı muhafazakar iktidar çevreleri dindarlıktan kindarlığa geçiş yaptı. Din fonksiyon değiştirdi, din araç oldu. Din bir inanç sistemi değil, iktidar vasıtası oldu. Sonra dinin haram saydığını kendisi için helal saymaya başladı. Son yıllarda Türkiye’nin yaşadığı hercümerç içinde en çok kaybeden, din ve dini kavramlar oldu. Bu çok acı bir şeydir ve bunun neticesinde milliyetçi muhafazakâr kesim, kendini AKP’den çekti ve MHP’ye yöneldi.

Dindarlığınız sorgulandı, başörtüsü düşmanı ilan edildiniz…

Benim hayatım boyunca müdafaa ettiğim ilkelerin, Ekmeleddin olarak, müderris İhsan Efendi’nin oğlu olarak, müdafaa ettiğim şeylerin tam tersini bana isnad ettiler.  Mesela Anadolu’da benim başörtüsü düşmanı olduğum iftirasını yaydılar. Bunu dindar kesim yapıyor üstelik. Ben 28 Şubat sürecinde verilen talimata aykırı olarak kızlarımızın başörtüleriyle derslere girmesini sağladım. Osmanlı bilim tarihi ile ilgili ders verdiğim için kürsüm kapatıldı. Üniversiteyle de kavgalı olduğum için 10 senemi kaybettim.

Buna rağmen Kur’an’ı yasaklayacağınız kampanyası yapıldı…

Trabzon’da bir cami çıkışında bir genç geldi, ‘efendim siz seçilirseniz Kur’an’ı yasaklayacakmışsınız, siz Kur’an’ı Türkçe okutacakmışsınız, ben hafızım’ dedi. Ben ‘seçildiğim gün seni Çankaya’ya çağıracak kıraat-ı aşere üzerine Kur’an okutacağım’ dedim. Bana Filistin yönetimi Kudüs’e hizmetimden dolayı nişan verdi. Gittiler İhsanoğlu İsrail’den nişan aldı dediler.  Ne diyeceksin? Hiçbirine cevap vermedim, çünkü eski tabirle türrehat, yani boş laf, yalan… Şimdi Meral Hanımefendi’ye iftira attılar. Bunlar Hucurat Sûresi’nde anlatılan, bir fasık size haber getirdiği zaman önce emin olun. Bunlar fasıktır. Bunlar münafıktır. Bunlar ehl-i iman değildir, ehl-i kıble değildir. İftira atıyorlar. Bunlar ortaya çıkacaktır.

Diyanet ve ilahiyat camiasından neden tek bir itiraz yükselmedi?

Korku. Korku. Başka ne olabilir ki. Korku rejimi böyle bir şey olsa gerek.
<< Önceki Haber Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan AKP'ye gönderme Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER