Muhtıra engellenebilir miydi?

Bu durumu engelleyebilir miydik? Daha doğrusu Türkiye bu sert krize girmeden bir cumhurbaşkanı seçer ve yeni bir döneme adım atabilir miydi?

Muhtıra engellenebilir miydi?

Çok kişi çok yerde bu soruyu soruyor. Ve yine çok kişi bu krizin atlatılabileceği kanaatini taşıyor ve diyor ki: "AK Parti bu süreci daha iyi yönetseydi Türkiye böyle bir gerginliğin eşiğine gelmezdi..." Sorunu krizi üreten askeri bir kenara koyarak ele almak, birçok çevrede meşru ve makul bir yaklaşım halini aldı… Aslında dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ve sorumuz değişmiyor, ısrarla merak ediyoruz "tavuk mu yumurtadan çıktı yoksa yumurta mı tavuktan" diye… Krizin sorumlusu kim: Asker mi yoksa siyasetçi mi? Böyle dönemlerde siyasetçi makul davransa, sınırlarını aşmasa, boşluk bırakmasa asker siyasetin içine giremez diyenler çoğunlukta olur. Askeri faktör, değiştirilemez bir faktördür çünkü. Askeri dengeleyebilecek tek şeyin, ona uyum sağlayacak, onu tahrik etmeyecek, onun taleplerini zorlamayacak bir sivil anlayış olduğu düşünülür. Bu durumda AK Parti'nin krizi engellemesinin ya da askeri muhtıraya meydan bırakmayacak bir tavır almasının tek bir formülü olabilirdi: Sınırları aşmamak, boyun eğmek, askerin taleplerini dikkate almak… Örneğin AK Parti cumhurbaşkanı adayı olarak Hikmet Çetin'i açıklasaydı ya da CHP'yle benzer bir isim üzerinde anlaşsaydı muhtemelen muhtıra gelmezdi. Bu bir iktidar oyunudur, kimse bu oyunu başka araçlarla rasyonelleştirmeye kalkmasın ve kimse şundan şüphe etmesin: AK Parti, "işte size başı örtülü olmayan bir aday" deyip Vecdi Gönül'e işaret etseydi bile oyun değişmeyecekti. Asker ve muhalefet muhtemelen çıtayı biraz daha düşürecek ve ön koşul olarak AK Parti'li olmayan bir adayı talep edecek, iş "Hikmet Çetin" tipi bir formüle kadar gidecekti… Eğer buna siyaset deniyorsa, demokrasi böyle bir iktidar ilişkisinden ibaretse denecek bir şey yoktur. Asker bu tür bir adımı siyaset alanını bir kez daha derinlemesine işgal etmeye vesile edecekse, örneğin bu sürecin sonunda KKK Emasya Birlikleri'ne adli soruşturma yetkisi çıkaracaksa ve askeri vesayet modelinin pekiştirilmesi istikrar olarak adlandırılacaksa, elbet, denecek bir şey yoktur… Herkes layık olduğu "demokrasi"yle yönetilir… Ama bu "güdük demokrasi" anlayışı, bu "yarı tatmin hali" bile aslında bir hayal olabilir… Hasan Cemal haklı olarak günlerdir yazıyor, "Türkiye'de bir darbe süreci vardır" diye… Ve sürecin başlangıcını 2003'lere, AK Parti iktidarının ilk günlerine, yani Şenuygur, Fırtına, Yalman gibi kuvvet komutanlarının darbe hazırlıklarına kadar götürüyor… Eğer böyleyse, o zaman krizi engelleyecek olan AK Parti'nin tavrının değişmesi değil, AK Parti'nin varlığının buharlaşması gerekir… Bu duruma yarım demokratlar bile demokrasi diyemezler… Kriz nasıl engellenirdi biliyor musunuz? 2003 ve 2004'te darbe girişimi nasıl engellendiyse öyle engellenirdi. Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay'ın, Hürriyet'te Emin Çölaşan'ın dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e salvo ateşi açarak, genç subaylar rahatsız manşetleriyle oluşturulmaya çalışılan darbe zeminine Türkiye nasıl tepki göstermişti hatırlayın. AB reform projesi etrafında kenetlenen toplumsal, ekonomik, siyasi ve medyatik güçler tarihte ilk kez askeri geri püskürtmüştü, hatta askere tavır alınmıştı… O noktadan uzaklaştık… Peki neden? "Askere rağmen askeri müdahale nasıl engellenebilir sorusu"nun yanıtı işte burada, bu küçük neden sorusunun içinde saklı. Yarına devam… Ali Bayramoğlu/Yeni Şafak
<< Önceki Haber Muhtıra engellenebilir miydi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER