Jülide Ateş'in 28 Şubat'ta yaşadıkları...

Jülide Ateş'le randevu öncesi, telefonda bir mesaj trafiği yaşadık. Maslak'ta sabah saat 08.45'e randevu verince, trafiği de düşünerek, o saatte gelmenin zorluğuna dikkat çektik. Verdiği cevap manidardı: "Ben sabah 4'te kalkıyorum. Geç olursa uyuyakalırım. Allah korusun." Sona koyduğu, gülme imlecini de unutmayalım :)

Jülide Ateş'in 28 Şubat'ta yaşadıkları...

Uzun yıllar anchorwoman'lık (ana haber spikerliği) yaptınız. Şimdi Star TV'de sabah haberleri sunuyorsunuz. TGRT'den 2007'de ayrıldım, sonrasında TRT'de kültür-sanat haberleri yaptım, sonra tekrar bir ara verdim. Çünkü tam istediğim gibi bir şey çıkmadı. 19 yaşında çalışmaya başladım, 2007'ye kadar aralıksız çalıştım. Sırf 10 yılım TGRT'de anchor'lıkla geçti. Çok yorulmuştum. Başarıya ve stüdyoya mahkûmiyet bende bir klostrofobi, Truman Show efekti meydana getirdi. Oradan hiç çıkamayacakmışım gibi bir hisse kapıldım. Buna rağmen neden 10 yıl devam ettiniz? İyi kazanıyordum ve mutlu çalışıyordum. 10 yıl boyunca çok değer görerek, iyi şartlar altında çalıştım. TGRT dönemi, siyasi anlamda da büyük kırılmaların yaşandığı süreçlere denk geliyor... Evet, 28 Şubat'ta TGRT'deydim. TGRT, 28 Şubat'ta askerin baskısını en ağır hisseden kanallardan biriydi. Bir asker kızı olarak, o süreci nasıl yaşadınız? 28 Şubat'ta askerin yayınladığı listede İhlâs Holding de vardı. Ben bir asker kızıyım, iki taraftan da bakabiliyorum. Askerî ortamdaki vatanseverliğe de tanık olup, bir taraftan da holdingde beraber çalıştığım insanların vatanseverliklerini görünce; aralarındaki iletişim kopukluğu beni çok üzdü. İki tarafa da aynı mesafedeydim. Ben askerî lojmanlarda büyüdüm. O çok korkulan, haklarında şehir efsaneleri çıkarılan askerler, bizim 'amca' dediğimiz, aile dostlarımızdı. Vatanla ilgili duygularını, dini itikatlarının derinliğini bildiğim insanlar. İnsan bilmediğinden korkuyor. Bu muhafazakâr kesim için de böyle, asker için de böyle! Sizce bu iletişimsizliğin öncelikli faili hangisiydi? Kendini melek ilan edebilmenin birinci koşulu, bir şeytan bulmaktır! Siz ne kadar siyahsanız, ben o kadar beyaz görünürüm! Herkes fon karartarak, kendini aklamaya çalışıyor. Herkes bir zalim arayışı içinde! Türkiye 'irticacılar' ve 'darbeciler' korkusu arasında gidip geliyor. Yok mu bunun ortası? TGRT'ye girdiğinizde bilmediğiniz, muhafazakâr bir kanalda çalışmanın çekincesini duydunuz mu? Duydum. Fakat ilk haftadan hepsi boşa çıktı. Özel hayatıma müdahale edileceği tedirginliğini yaşamıştım. Ben çağdaş, laik, Atatürkçü bir asker babanın kızıyım. Ne kıyafetim, ne hayat tarzım konusunda hiçbir müdahale olmadığı gibi, her zaman saygı gördüm. Esas yobazlık bence "Aaa bak, Jülide oraya gitti, cemaatin adamı oldu." gibi yaftalamalardı! Kendi çevrenizde de var mıydı, böyle diyenler? Hayır, onlar benim kim olduğumu biliyordu. Medya içinden geliyordu bu tepkiler. 90'ların ortalarına dönüp baktığınızda TGRT ve Kanal 7 gibi muhafazakâr kanalları, habercilik yönünden bu kadar başarılı kılan neydi? Bizim arkamızda İhlâs Haber Ajansı (İHA) ve Amerikalı danışmanlar vardı. İHA'nın patladığı zamanlardı! Grafiklerimize kadar Amerikalılardan danışmanlık alıyorduk. Hep sahadaydık. Depremde, Öcalan yakalandığında, PKK ile mücadelede... CNN World Report'a çok haber yolladım, Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde, Kıbrıs konusunda. TGRT, FOX TV'ye dönüştürüldüğünde, sizinle çalışmama kararı aldılar. Kendi ifadenizle o 'kovulma' nasıl bir rahatlık getirdi size? Bir şeyin aynısından hep daha fazlasının olması, insanı ne kadar zenginleştirebilir? Başka şeyleri kaçırıyorsunuz. Sonrasında o kadar çok seyahat edip yeni dostlar edinip, eski dostlara vakit ayırdım ki! Bir boşluk yaşamadınız mı? Akşam saat 4'ten haberin olduğu saat 7'ye kadar, bünye bir disiplin istiyor. O saatlerdeki aylaklık beni rahatsız ediyordu. Sonra bunu keyfe çevirdim. Çok detokslanmak da iyi değil! O zaman da "Hayat böyleyken niye geri döneyim?" diyorsunuz. Gelen teklifleri, armudun sapı, üzümün çöpü diye reddettim. Ne kadar sürdü bu? 2007'de ayrıldım, 2008'de TRT'de başladım. Ara ara, birer yıllık dönemler şeklinde sürdü. Annelik ne zaman girdi devreye? Ali, 2003'te doğdu. Şimdi 9 yaşında. Ali'yle vakit geçirebilmek, çalışmamayı zevkli kılan nedenlerden bir tanesidir. Çok öpüş, kokuş bir dönemimiz oldu. İki gazetecinin evliliği, çocuk açısından zor mu? Mesai saatleri iyi ayarlanırsa güzel. Aynı şeyleri konuşuyorsunuz, ortak arkadaş gruplarınız oluyor. Sosyoekonomik olarak da paralel seyrediyorsunuz. Mesai saatleri? Emre (İskeçeli) bana çok destek veriyor. Ali'yi okula Emre gönderiyor. Ben Emre'den çok şey öğreniyorum. O, daha suyun başında duruyor. Bütün haber kaynakları önünde. Star TV'de sabah haberlerini sunmaya başladıktan sonra, bir gününüz nasıl geçmeye başladı? Sabah 4'te kalkıyorum, 4 buçukta evden çıkıyorum. En geç 5'te şirketteyim. 06.40'ta program başlıyor. 9'a kadar... Sonrasında gün bana kalıyor. Bir öğle uykusu, mutlaka spor... Gece 9 buçuk, 10 gibi yatıyorum. Başlarda alışmakta çok zorlandım. Hayatı ıskaladığınızı mı düşündünüz? Özlemişim ama... Bir de ilk defa, evime yakın bir işyerim oldu. Yeniköy'de yaşıyorum, beş dakikada işyerine ulaşmak o kadar lüks bir şey ki! Oğlumu karşılayabiliyorum, gün bana kalıyor. Hayatı dar alanda yaşamak, nasıl geliyor size? Uzun sürerse klostrofobik geliyor. Şimdi her şey yolunda giderse, bir ay Monaco'dayım, orada yazlık evimizi kiraladık; bir ay da ABD'de Hamptons'tayım. Güzellik yarışmasının ardından, medyadaki yeriniz itibarıyla öncü olduğunuzu düşünür müsünüz? Bu konuda mütevazı olmayacağım! TRT kökenli olmayan ilk haber spikeriyim. Ben spiker olduğumda, TRT kökenli olmadığım için "Ne hadle?" dediler. Bir stereotype'ı kırdığımı algılamaları uzun sürdü! 2000 yılında Türk Dil Kurumu Onur Ödülü'nü aldım. 17 yıldır bu sektörden ekmek yiyorum, bugüne kadar da en güzel transferleri yapan kişilerden biriyim! Ben yüzmeyi, okyanusa atlayarak öğrendim. Sabah 7-10 arası 'İyi Günler Türkiye' programını yapardım, 11'de Boğaziçi Üniversitesi'nde okulumdaydım. 40'ından sonra hayat bir başka! 40 yaş... 41... 41 yaşına gelirken, bir eşikten geçtiniz mi? Geçtim. 40, zor oldu. Hep, yaşlılık başkasının başına gelecekmiş gibi kabul ediyorsun. Bir kere kabul ettikten sonra, tadını çıkarmaya başladım. Edilebilecek en büyük küfürleri ben kendime etmişim! En büyük lanetleri kendime okumuşum ve artık dersimi almışım. Dolayısıyla, tolore etmeyi öğreniyorsunuz. Annelik de bana çok şey kazandırdı. Kızdıklarımın çocuklukları aklıma geliyor, değişiyorum. Ölüme dair düşüncelerinizde bir yoğunlaşma oldu mu? Size garip gelebilir; ama ben ölümü o kadar heyecanla bekliyorum ki! Benim için en üst düzeydeki huzur, ölüm. Hiç korkmuyorum, ölümden. Kalbimden geçen, ölümün bir kavuşma olacağı, Allah'a. İnanın, mezarlığa falan gittiğimde toprağa yatarım ve içimi huzur kaplar. Ölüm bir teslimiyet. Kumanda artık sizde değil. Kumandanın sizde olduğu bir hayat, çok daha zor ölümden. Ölüm bana bir kurtuluş olarak geliyor. Ben sevginin gücüne inanırım. O da benim için Allah'tır. O'na teslim olmaksa ölüm, niye korkayım? Ne cesaretle podyuma çıkmışım! Sabah haber programlarında, sunucuların yorumculuğu da söz konusu. Sizin programınız bundan biraz uzak gibi... Bir hedef bulununca ve küfredilince, insanlar rahatlıyor sanırım! İçine sinmeyen olaylar oluyor; ama oradan çıkıp şeytan taşlamak gibi bir niyetim yok. Celal'in de yok. Nasıl daha iyiye gidilebilir, 'öteki'nin iyi yönü ne? Benim kafam buralara gidiyor. Arada Twitter'dan küfür de yiyoruz ama... Sizin gibi birisi bile mi? Öyle yazmışlar. İnsan kırılıyor! "Sen asker kızısın. Aslın bu, neslin bu!" Bu da bilindik biri. Bunu okuyorsunuz, yutkunuyorsunuz. "Taşlanacak bir şeytanım yok." diyecek kadar dengeli olmak, bir monotonluk tehlikesini de içermiyor mu? Hayat size "Ben bir savaş meydanıyım. Gel savaş." demiyor! Allah'ın bahşettiği güzel bir hayatı ve doğayı ıskalıyoruz, böyle! Büyük kahramanlıkların altında hep ego yatar. Bu gaflete düşmek istemiyorum. Ölümlü bir insan olduğumu kabul edip hayatın sunduklarıyla ilgilenmek daha güzel. Dışarıdan bakıldığında 'Beyaz Türk' gibisiniz; ama hangi taraftan olursa olsun, insanlara güven veren bir yanınız var. Ben Elazığ doğumluyum. Her yaz tatilinde, anneannemleri ve babaannemleri ziyarete giderdik. Elazığ kültürüyle yoğruldum. Twitter'dan "Onun aklı, dün akşam yediği suşidedir." diyorlar. Ben çiğ köfteyi de çok iyi bilirim! Kokoreci de çok iyi biliyorum! Ama suşiyi de iyi biliyorum! Benim o çeşitliliğimi algılamak çok zor! Ablam, 22 yıldır ABD'de. Her yaz gidiyorum. Batı'yı çok iyi biliyorum. Çok uluslu yaşamı seviyorum. Güzellik anlayışınız değişti mi, aradan geçen 22 yılda? Geçenlerde bir jüride de onu söyledim, ne cesaretle podyuma çıkmışım diye! 19'lu yaşlar, kavak yellerinin estiği yaşlar. Bende gerçek bir güzellik kraliçesinin edası, hissiyatı yoktur. Çünkü şımartılarak büyümedim. Etrafımdakileri etkileyeyim gibi bir düşüncem olmadı. Sadece kendi erkeğime kadın olmak isterim. Onun dışındaki bütün insanlara cinsiyetsiz olmayı tercih ederim!
<< Önceki Haber Jülide Ateş'in 28 Şubat'ta yaşadıkları... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER