Hidayet Karaca'nın avukatları AYM'ye başvurdu

Hidayet Karaca'nın avukatları Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.

Hidayet Karaca'nın avukatları AYM'ye başvurdu

Hidayet Karaca'nın avukatı Fikret Duran canlı yayında yaptığı açıklamada Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını söyledi. 


Duran; "AYM bu tür konuları ivedilikle görüşür bu dosyanın da en geç 4 5 gün içerisinde karara bağlayacağını düşünüyoruz. Eğer AYM gerekli sürede dosyayı görüşmezse konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyacağız. AİHM'in bu konuda daha önceki kararları çok açıktır, en ufak bir gecikmeyi dahi cezalandırmışlardır." dedi.

KARACA'NIN BİREYSEL BAŞVURU DİLEKÇESİ

A- Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:

Müvekkil Hidayet Karaca 1994 yılında başladığı gazetecilik mesleğini 21 yıldır başarı ile sürdürmektedir. Mesleki kariyerinde bir ulusal gazetenin İzmir ve Ankara temsilciliğini de yapan Karaca, 1999’da uluslararası yayın yapan Samanyolu Televizyonu’nda (STV) Genel Koordinatörlük görevini yapmaya başlamıştır. Sürekli sarı basın kartı sahibi olan Karaca halen Samanyolu Yayın Grubu’nun Grup Başkanlığı görevini yürütmektedir. Samanyolu Yayın Grubu bünyesinde 14 televizyon, 9 radyo, 1 internet portalı, 1 internet haber sitesi, 2 dergi bulunmaktadır. Basın Konseyi Yüksek Kurulu ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Karaca 2009-2011 yılları arasında (TVYD) Televizyon Yayıncıları Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Evli ve iki çocuk babası olan müvekkilimiz, aynı zamanda Reklamcılar Derneği ve Reklam Verenler Derneği’nin katkılarıyla kurulan (TİAK A.Ş) Televizyon İzleme Araştırmaları A.Ş yönetim kurulu Başkanlığı görevini yapmıştır.


Müvekkil 14.12.2014 tarihi sabah saatlerinde davet üzerine gittiği İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014/133596 numaralı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, gözaltı süresi 3 gün daha uzatılarak, müvekkilimiz 84 saat boyunca ifade vermeksizin bekletildikten sonra 19.12.2014 tarihinde alınan hakim kararıyla ifade özgürlüğü kapsamında kalan bir televizyon dizisinin yöneticisi olduğu Samanyolu yayın grubunun bir kanalında yayınlanması sebebiyle terör örgütü yöneticisi olduğu gerekçesiyle, AİHS 5. maddesi anlamında KEYFİ olarak tutuklanmıştır. (Ek – 1, Ek – 2)

Tutuklama sonrası defalarca tahliye talebinde bulunulmuş ve tutukluluk kararı veren farklı Sulh Ceza Hakimleri hakkında, bunların bağımsız ve tarafsız olmadıkları gerekçesiyle reddi hakim talebinde bulunulmuştur (Ek – 3). Ancak bu talepler her defasında gerekçesiz, basma kalıp ifadelerle ve kopyala yapıştır şeklinde reddedilmiştir (Ek – 4). Aynı şekilde müvekkil adına yapılan tahliye talepleri de AİHS 5. Maddeye ve Anayasa 141. Maddeye  aykırı olarak gerekçesiz basma kalıp ifadelerle reddedilmiştir (Ek -5).

20.02.2015 tarihinde yapılan reddi hakim talebi hakkında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, savcılığın da talebi doğrultusunda görevli mahkemenin Asliye Ceza Mahkemesi olduğuna karar vermiştir (Ek – 6). Bunun üzerine müvekkil adına 20.04.2015 tarihinde reddi hakim talepli olarak tahliye talebinde bulunulmuştur (Ek – 7). Bu talep olumlu olarak karşılanmış ve önce İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hakimlerin reddi hakkında karar verilmiş (Ek – 8), ardından 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından da müvekkilin ve dosyada tutuklu bulunan diğer şüphelilerin tahliyesine karar verilmiştir (Ek – 9). Bu karar üzerine müvekkilin derhal serbest bırakılması için ilgili savcılığa müzekkere yazılmıştır (Ek -10). Bu arada 25.04.2015 tarihinde İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği (SCH) müvekkil hakkında verilen tahliye kararının “yok hükmünde” olduğuna karar vermiştir (Ek – 11). Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İnfaz bürosu görevli savcısı Orhan Güldiker SCH kararını da gerekçe göstererek müvekkilin tahliyesi hakkında yazılan müzekkeresini Ceza İnfaz Kurumuna göndermeyi reddetmiş ve 26.04.2015 tarihinde dosyayı infaz etmeksizin 32. Asliye Ceza Mahkemesine geri göndermiştir (Ek – 12). Bunun üzerine Asliye Ceza Mahkemesi kararının doğru olduğu konusunda ısrar etmiş ve tahliyenin gerçekleştirilmesi gerektiğine karar vermiştir (Ek -13). Tahliye kararının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu 26.014.2015 saat 02.20’de yazılı bir açıklama yaparak kararın geçerli olmadığını belirterek tahliye müzekkerelerini topluca reddetmiştir. (Ek – 14)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 27.04.2015 tarihinde Kuveyt’e gerçekleştireceği resmi ziyaret öncesi Esenboğa Havalimanında yaptığı basın açıklamasında olayın basında geniş yankı bulması sebebiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun karar vermekte geç kaldığını, (kesinlikle gizli olan) müfettiş raporlarının kendisi tarafından bilindiğini ve HSYK’nın bu raporlar doğrultusunda karar vermesi gerektiğini beyan etmiştir (Ek – 15).

Bu kararı alan HSYK 2. Daire’sinin başkanı olan Mehmet Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuveyt’e hareket etmeden önce havaalanında yaptığı “HSYK’nın başlatmış olduğu toplantı geç kalmış bir toplantıdır” açıklamasının hemen ardından, “Hiçbir kimsenin suç işleme özgürlüğü yok. Bu mahkemelerin bu kararları verme yetkisi yok. Kamuoyundan özür diliyorum. Araya hafta sonu girmesi nedeniyle kararımız gecikti” şeklinde özür dilemiş ve 2. HSYK dairesinin İstanbul 29. ve 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimlerinin açığa alınmasına karar verdiğini açıklamıştır (Ek – 16).

26.04.2015 tarihinde Başbakan Ahmet Davutoğlu Gümüşhane mitinginde yaptığı konuşmada Asliye Ceza Mahkemesi hakimlerinin emir aldıklarını ve bu konu hakkında ellerinde kayıtlanır bulunduğunu ifade etmiştir (Ek – 17).

28.04.2015 tarihinde Asliye Ceza Mahkemesine yeni hakim atanmıştır. Atanmasının ardından çok kısa bir süre sonra bu hakim kendi mahkemesi tarafından verilen kararın “yok” hükmünde olduğuna dair karar vermiştir (Ek – 18). Tahliye kararı ile ilgili olarak gerekli bütün girişimler yapılmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İnfaz Bürosu ile İstanbul 49. Asliye Ceza Mahkemesi’ne (infaz hakimliği) dilekçeler verilmiş (Ek – 19) ve en son Silivri İnfaz Hakimliği’ne UYAP aracılığıyla ve elden tahliye müzekkeresinin derhal uygulanmasına ilişkin dilekçe verilmiştir. (Ek – 20).

Ancak işbu başvurunun yapıldığı tarih ve saatten şu zamana kadar müvekkilin tahliyesi halen yapılmamıştır. Dolayısıyla hakkında kesin bir tahliye kararı bulunan müvekkil, işbu başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla halen Silivri Cezaevinde “REHİN” ve “TUTSAK” olarak tutulmaktadır.

B- Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar:

Yukarıda anlatılan olaylar sebebiyle müvekkilin Anayasa ile koruma altına alman ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki protokoller kapsamında olan aşağıdaki hakları ihlal edilmiştir:

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 73. maddesi uyarınca tedbir talebinin gerekçesi

Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 73. maddesi Mahkemeye, özellikle tarafların temel hak ve özgürlüklerinin korunması adına tedbir kararı verme yetkisi tanımaktadır. Buna göre “başvurucunun (…) maddi ya da manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması üzerine” tedbir kararı verilebilmektedir. AİHM İçtüzüğünün 39. maddesine göre ise, “tedbir kararı ilgilinin gerçek ve tamir edilemez bir zarara maruz kalması” hallerinde verilmektedir.

Yukarıda olaylar bölümünde açıklandığı üzere müvekkil “KEYFİ” olarak ve “SUÇ OLUŞTURMAYAN BİR FİİL” sebebiyle tutuklanmıştır. Bu haliyle müvekkilin tutukluluğu zaten AİHM ve AYM içtihadı anlamında 5. maddeye aykırıdır (5/1, 5/1 c), 5/3 ve 5/4 madde hükümleri ve Anayasanın 19. maddesi). Aynı zamanda tutukluluk hali AİHS 7. maddeye ve Anayasa 38. maddeye de aykırıdır. Bilindiği gibi 7. maddenin uygulanabilir olması için mutlaka bir mahkumiyet gerekmemektedir Müvekkil bu KEYFÎ tutukluluk sebebiyle telafi edilemez bir manevi zarara uğramıştır.

Müvekkil adına yaptığımız tahliye talepleri de gerekçesiz bir şekilde reddedildiği için bu tutukluluk sebebiyle uğranılan telafisi imkansız manevi zarar gün geçtikçe artmaktadır. Ancak işbu başvuruyu yapmamıza sebep olan son olaylar sebebiyle müvekkilin hakları hiçbir şekilde tamir edilemez ve telafisi imkansız şekilde ihlal edilmiştir. Her ne kadar daha sonraki bir aşamada haksız tutukluluk sebebiyle maddi giderim talep etme imkanı olsa da, somut olayda maddi olarak giderilemeyecek ve telafisi imkansız bir zarar bulunmaktadır. Müvekkil artık keyfi olarak tutukluluk statüsünden, ne yazı ki, “REHİN” statüsüne geçmiştir.

Hukuk devleti olması gereken bir ülkede bu durumun ne maddi, ne de manevi telafisi bulunmamaktadır. Tek telafisi, sayın Mahkemenizin vereceği tedbir kararı ile müvekkilin tahliyesidir. Bundan sonraki aşamada bir başka mahkemenin hukuka ve AİHM içtihatlarına uygun bir kararla tekrar tutuklama kararı vermesine iç hukukta bir engel bulunmamaktadır. Bu başvurunun sebebi müvekkilin, mahkeme kararı olmaksızın tutulması ile aynı seviyede olan REHİN olmasının engellenmesidir. Nitekim AİHM, 5. madde gereklerine uygun tutuklama koşulları sağlayamayacak ülkelere başvurucuların sınır dışı edilmesine tedbir kararı uygulamaktadır. Oysa müvekkil, sınır dışı edilmeksizin, kendi ülkesinde tahliyesi yönünde KESİNLEŞMİŞ bir mahkeme kararı olmasına rağmen TUTSAK OLARAK tutulmaktadır. Bu konu hakkında aklı selim sahibi bütün hukuk adamları hemfikirdir.

Somut olayda telafisi imkansız manevi zarara yol açan bir durum vardır. Bu da müvekkil hakkında verilen tahliye kararının siyasi irade baskısı ile uygulanmaması ve müvekkilin özellikle keyfi olarak tutuklu kalmasının istenmesidir. Zira müvekkil sıradan bir şahsiyet olmayıp bir gazetecidir ve başında bulunduğu yayın grubu ifade özgürlüğü sınırları içinde yayın yapmaktadır. Yukarıda kısaca bahsedildiği gibi, siyasi irade baskısı ile müvekkil hakkında verilen tahliye kararı uygulanmamış, tahliye kararı veren hakimler süratle görevden alınarak haklarında soruşturma başlatılmıştır.

Öte yandan bu soruşturmayı başlatan organ olan HSYK üyeleri siyasi iradenin güdümünde olduklarını açıkça deklare etmişler, bazı üyeler sosyal medyada bu olguyu kanıtlayacak twitler dahi paylaşmışlardır. (Ek – 21, HSYK 2. Daire başkanı Mehmet Yılmaz’ın twitleri)
Bu kurula seçilen üyelerin bağımsızlıkları ve tarafsızlıkları da açıkça tartışmalıdır. Kurul üyelerinden birisi siyasi iktidarın Adalet Bakanı, bir diğeri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatının kardeşi, başka bir diğeri de eski milletvekili adayıdır. Bir çoğu da hükümete yakın olarak bilinen Yargıda Birlik Platformu listelerinden seçilmişlerdir.

Bütün bu ilişkiler, ihsası rey veya siyasi bağımlılık olmasa bile, salt müvekkil hakkında verdikleri karar sebebiyle hakimlerin görevden alınması işbu tedbir talebimizi kanımızca haklı kılmaktadır. Bütün bu gerekçelerle, müvekkil hakkında verilen tahliye kararının uygulanmaması onun kişisel olarak hakkını telafi edilemez şekilde ihlal etmektedir.

Bununla beraber siyasi irade baskısı altında bulunan ve her an tayin edilme-görevden alınma korkusu yaşayan hakim ve savcılarla adaletin gerçekleştirilmesi, bu adalete güvenen- güvenmesi gereken bütün yargılanabilir kişilerin haklarını da etkilemektedir. Türkiye’de son zamanlarda yaşanan ifade özgürlüğü kapsamındaki tutuklamalar (bkz. özellikle Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye kararı), hakim ve savcılar üzerinde siyasi irade baskısı, hakim ve savcıların geniş çaplı görev yeri değişiklikleri vb. sebeplerle işbu başvuru daha da önem kazanmaktadır.

Öte yandan kesinleşmiş bir mahkeme kararı da KEYFİ, olarak uygulanmamaktadır. AİHM birçok davada kararların (keyfi veya değil) uygulanmamasını açıkça AİHS’in 6. maddesine aykırı bulmuştur. Dolayısıyla ve başvurunun kendine has (yukarıda açıklanan) genel ve özel koşulları dikkate alındığında, müvekkil Hidayet Karaca’nın AİHS 5, ve 6. maddeler ve Anayasanın 19. ve 36. maddeleri ile korunan hakların telafisi imkansız şekilde ihlal edilmiş ve edilmeye de devam etmektedir.

Bu başvuruda müvekkil hakkında tedbir kararı verilmesi gerekliliğinin bir diğer gerekçesi de yargılamayı reddetme ve yargı kararını tanımamadır (DÉNI DE JUSTICE/DENIAL OF JUSTICE). AİHM Soering/İngiltere kararında benzer bir durum için tedbir kararı vermiştir. Somut olayda her ne kadar başka bir ülkeye sınır dışı edilme söz konusu değilse de, müvekkil Anayasanın 19. ve 36. maddeleri bağlamında kendi ülkesinde açık bir hukuk tanımazlığın kurbanı olmaktadır. Dolayısıyla müvekkil hakkında İçtüzük 73. maddenin uygulanmasını talep etme zorunluluğu doğmuştur.

Bütün bu gerekçelerle müvekkil hakkında sayın Mahkemenizden İçtüzüğün 73. maddesinin uygulanmasını talep etme zorunluluğu doğmuştur.

2. Şikayetler:

Ön açıklama:

İşbu başvuruda dile getirilen taleplerimizin başlıca sebebi müvekkilin KEYFİ olarak tutuklanması ve hakkında verilen tahliye kararının uygulanmamasıdır. Hakkında yürütülen soruşturmada müvekkilin Anayasa ile koruma altına alman bir çok hakkı, örneğin 19. madde ile korunan hakları, 38. madde bağlanımdaki hakları, özel hayat ve ifade özgürlüğü bağlamındaki haklan, etkili başvuru ve ayrımcılık yasağı bağlanımdaki hakları ağır şekilde ihlal edilmiştir. Bu konulara ilişkin olarak farklı tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır. Dolaysıyla aşağıdaki açıklamalar ve işbu tedbir talebindeki şikayetlerimizin müvekkilin 19. madde ve 36. madde ile koruma altına alınan hakları bakımından incelenmesini talep etmekteyiz. Dosyada yer alan bilgilerden yola çıkarak özellikle 38. madde ile 25. ve 26. maddeler hakkında değerlendirme yapmak hususunu sayın Mahkemenizin takdirine bırakmaktayız.

b) Şikayetlerin esasına dair açıklamalar:

Anayasanın 19. maddesi ihlali

Yukarıda olaylar bölümünde yer verilen tahliye kararının uygulanmaması sebebiyle müvekkilin 19. madde ile korunan hakları ağır şekilde ihlal edilmiştir. Bilindiği gibi 19. maddenin temel amacı kişileri KEYFÎ tutuklamalara karşı korumaktır. Ancak hem tutuklama keyfi olunca ve hem de tahliye kararı keyfi olarak uygulanmayınca mağduriyet katlanmakta ve her geçen dakika artmaktadır.

Anayasanın 19. maddesine göre hiç kimse keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Aynı şekilde AİHS’in 5. maddesinin birinci ve en temel amacı kişiyi keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmaktan korumaktır (Labita/İtalya Büyük Daire kararı, par. 170). Bu sebeple AÎHM tahliye kararlarının uygulanması ve infazı ile ilgili şikayetleri özel bir dikkatle incelemektedir (Bojinov/Bulgaristan, par. 36). Yine AÎHM kararlarına göre, 5. maddenin temel amacı da dikkate alındığında, tahliye kararı sonrası idari formalitelerin yerine getirilmesi birkaç saati geçmemelidir (Nikolov/Bulgaristan, par. 82). AÎHM Veysel Şahin/Türkiye kararında idarenin tahliye ile ilgili üzerine düşeni yerine getirmekte gecikmesini 5. maddenin ihlali olarak değerlendirmiştir (bkz. Veysel Şahin/Türkiye kararı, par. 28 ve orada anılan Ladent/Polonya kararı, par. 83).

Somut vakada, müvekkil 14.12.2014 tarihinde zaten keyfi olarak gözaltına alınmış ve 19.12.2014 tarihinde de tutuklanmıştır. Bu konu ile ilgili şikayetlerimiz Anayasa Mahkemesine sunulan 06.01.2105 tarihli ve 2015/144 numaralı bireysel başvuru dilekçesinde dile getirilmiştir. Her ne kadar keyfî olarak da tutuklu olsa, hukukun üstünlüğüne olan inancımız gereği salt hukuki girişimler yapılarak müvekkilin tahliyesi talep edilmiş ve bu konuda gerekli girişimler yapılmıştır. Başvuru konusu olayda bu zamana kadar yapılan hukuki girişimler sonuç vermiş ve İstanbul 32. ACM müvekkilin tahliyesine karar vermiştir. Ancak bu karar 5 gündür ve işbu başvurunun yapıldığı saat itibarıyla henüz infaz edilmemiştir. Bu arada müvekkil hakkında başkaca bir tutuklama kararı da bulunmamaktadır.

Halbuki AİHM tahliye kararının uygulanması ve infazı bakımından 11 saatlik bir gecikmeyi bile 5. maddeye aykırı bulmuştur (bkz. Quinn/Fransa kararı, par. 39-43). Dolayısıyla, zaten başından beri keyfi olarak tutulan ve hakkında verilen tutuklama kararları AÎHM içtihatları anlamında yok hükmünde olan müvekkil, tahliye kararının uygulanmaması ile yasa dışı tutukluluktan “REHİN” konumuna getirilmiştir. Bütün bu gerekçelerle müvekkilin Anayasanın 19. maddesi ile koruma altına alman özgürlük ve güvenlik hakkı ağır şekilde ihlal edilmiş ve ihlal edilmeye devam edilmektedir.

Müvekkil bu durum dolayısıyla telafisi imkansız bir mağduriyet yaşamaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, müvekkilin tutuklanma süreci, Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler, yargı mensupları üzerindeki baskı ve hukukun üstünlüğüne aykırı açıklama ve davranışlar dikkate alındığında, daha sonra haksız tutukluluk sebebiyle açılacak bir maddi tazminat davası müvekkilin bugün yaşadığı ağır manevi mağduriyeti giderecek nitelikte değildir. Dolayısıyla işbu başvurumuzun İçtüzüğünün 73. maddesi anlamında incelenmesi ve müvekkilin derhal tahliye edilmesi yönünde karar verilmesi gerekliliğinin ilgili makamlara bildirilmesini talep etme zorunluluğu doğmuştur.

Anayasa 19/7 madde ihlali

Ayrıca müvekkil hakkında verilen tahliye kararım infaz ettirmek bakımından başvurulacak hiçbir ETKİN hukuk yolu da bulunmamaktadır. Bu durum müvekkilin yukarıda açıklanan anlamdaki mağduriyetini daha da arttırmaktadır. Bu anlamda Anayasanın 19. maddesi ve özellikle bu maddenin 7. fıkrası ihlal edilmiş ve edilmeye devam etmektedir.

Somut olayda müvekkil hakkında verilen tahliye kararı dolayısıyla hakimlerin görevden alınması, haklarında soruşturma açılması, yetkisiz mahkemelerin tahliye kararının yok hükmünde olduğuna dair kararlar vermesi, tahliye kararı veren hakimler ve PISYK ile ilgili siyasilerin açıklamaları konuyu hayati önem düzeyine çıkarmıştır. Dolayısıyla hukuk devletinin temellerini etkileyecek şekilde, kesin bir mahkeme kararının uygulanmaması yönünde siyasiler tarafından verilen açık talimatlar başvurunun önemini arttırmaktadır. Bütün bu gerekçelerle müvekkilin Anayasanın 19/7 anlamındaki haklan ağır şekilde ihlal edilmiş ve sayın Mahkemenize başvurma zorunluluğu doğmuştur.

İfade özgürlüğünün kullanılması sebebiyle AİHS 5. madde bağlantılı 10. madde ihlali

Müvekkil sadece ifade özgürlüğünü kullandığı için tutuklanmış ve halen keyfi olarak tutuklu bulunmaktadır. AİHM Ahmet Şık ve Nedim Şener kararlarında ifade özgürlüğünün kullanılması sebebiyle tutuklama kararı verilmesini açıkça AİHS’ne aykırı bulmuştur (bkz. Nedim Şener/Türkiye kararı, par. 120-123). Yine yakın tarihli Lütfiye Zengin ve diğerleri kararında ise yasa dışı gösteriye katılan başvurucuların tutuklanmasını hem Ceza Muhakemesi Kanununun ilgili maddelerine ve hem de 5. maddeye aykırı bulmuştur (bkz. Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye kararı, par. 80-89).

Ayrıca somut olayda müvekkil AİHS’in 7. maddesi ve Anayasanın 38. maddesi anlamında suç oluşturmayan bir fiil sebebiyle ve üstelik hakkında verilen tahliye kararma aykırı olarak tutulmaktadır. AÎHM içtihatlarına göre 7. madde bağlamındaki ceza kanunları dar yorumlanmak ve özellikle kıyas yapılmamalıdır (bkz. Başkaya ve Okçuoğlu kararı, par. 36.).Müvekkilin ifade özgürlüğü bağlamındaki bir fiil sebebiyle KEYFİ olarak tutuklanması (bkz özellikle tutuklama kararı gerekçeleri), tutukluluğunun devamı hakkında verilen kararların AİHS 5. madde anlamında gerekçesiz olması, tutuklamanın hem iç hukuka (CMK 100 vd. maddelerine) ve hem de AİHS 5. maddeye uygun olmaması, tahliye kararından sonra illegal bir şekilde REHİN tutulması, hakkındaki suçlamaların AİHS 7. ve 10. madde anlamında suç olmaması, hakkındaki kesinleşmiş bir mahkeme kararının AİHS 6. madde anlamında infaz edilmemesi dikkate alındığında, müvekkilin halen “REHİN” olarak tutulması onun 5. madde ve 10. madde ile koruma altına alman haklarını telafisi imkansız bir şekilde ihlal etmektedir.

Aynı şekilde (yukarıda açıklanan gerekçelerle) bu hak ihlalleri bakımından gidilebilecek etkili bir başvuru yolu olmaması sebebiyle Anayasanın 19/7 hükmü de ihlal edilmiştir.

Anayasanın 19. maddesi bağlantılı 36. maddesi ihlali:

Müvekkil hakkında verilen tahliye kararı iç hukuka uygun olup, mahkemelerin ilgili kanunların yorumlaması suretiyle ve daha üst mahkemelerin (örneğin Ağır Ceza Mahkemesi) kararlarına dayanılarak verilmiş bir karardır. Söz konusu tahliye kararı iç hukuk anlamında kesin olup, bu tahliye kararının ortadan kaldırılması belli itiraz mekanizmaları ile ancak mümkündür. Bu itiraz mekanizmaları da çalıştırılıncaya kadar kesin olan tahliye kararının uygulanması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, tahliye kararı kesindir ve artık onun doğruluğu veya yanlışlığı tartışılamayacaktır. Hukuk devletinde her ne kadar mahkeme kararları beğenilmese de, bu kararların gereğini yapmak en temel haklardandır.

Ancak önce yetkisiz mahkemelerin Asliye Ceza Mahkemesi kararını yok hükmünde sayması, ardından savcılıkların (ve idari personelin) açıkça suç işleyerek karan infaz etmekten kaçınması, siyasilerin yargı makamlarına tavsiye, telkin ve hatta emir vermesi sebebiyle söz konusu karar bugün itibarıyla halen infaz edilmemiştir.

Öte yandan müvekkil hakkında usulüne uygun olarak başka bir tutuklama kararı da verilmiş değildir. Bunun yerine siyasi iradenin baskısıyla görevden alman hakim yerine görevlendirilen diğer hakimin kendi mahkemesinin kararını yok hükmünde sayması gibi açık bir hukuk tanımazlık ortaya çıkmaktadır. Bağımsızlığı ve tarafsızlığı açıkça tartışmalı olan bu hakimin verdiği kararın hukuka uygunluğu bulunmadığı gibi, yukarıdan detayları açıklanan olaylar sebebiyle müvekkilin Anayasa 36, madde anlamında hukuk güvenliği hakkı ağır ve telafisi imkansız şekilde ihlal edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir.

AİHM kararlarına göre, hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olarak, taraflar kesin ve uygulanabilir mahkeme kararlarının yeniden gözden geçirilmesini talep edemez. Kararın yeniden gözden geçirilmesi dolaylı (hileli) bir itiraz veya temyiz mekanizması olarak ortaya çıkmamalıdır. Ayrıca aynı konuda farklı iki bakış açısının varlığı bir davanın yeniden görülmesinin gerekçesi olamaz (bkz. Riabykh/Rusya kararı, par. 52). Öte yandan, yine AİHM içtihatlarına göre, karar lehine olan tarafça talep edilmedikçe kesin bir mahkeme kararı yeniden gözden geçirilemez ve ortadan kaldırılamaz. Kararın ortadan kaldırılmasının ilgili için sonucu, hangi gerekçeyle diğer mahkemelerin kararı yok saydığı, kararın yok sayılmasının iç hukuka uygunluğu, mevzuat tarafından öngörülmesi, kararın yok sayılmasının amacı ve nihayet kararın yeniden gözden geçirilmesinin kamu otoriteleri tarafından kötüye kullanılmasını engelleyecek hukuki ve fiili korumaların bulunup bulunmadığı gibi unsurların hukuk güvenliği açısından denetlenmesi gerekmektedir (bkz. özellikle Savinski/Ukrayna kararı, par. 24-26).

Somut olayda hem SCH ve hem de Asliye Ceza Mahkemesine yeni görevlendirilen hakim müvekkil hakkında verilen tahliye kararının yok hükmünde olduğuna karar vermiştir. Tek başına bu olgu bile Sözleşmenin 6. maddesini ve dolayısıyla 5. maddesini ihlal eder niteliktedir. Bu durum sadece Türk hukuk tarihine değil, dünya hukuk tarihine geçecek bir olaydır. Hatta bütün dünyada, 3. dünya ülkeleri dahil, hukuk katliamının nasıl yapıldığına en somut örnek olarak hukuk fakültelerinde okutulabilir.

Ancak bunun yanında siyasi iradenin yaptığı açıklamalar, tahliye kararı veren hakimin görevden alınması, HSYK açıklamaları, savcılığın kararı infaz etmemekte direnmesi, kararın yok sayılmasının iç hukuka uygun olmaması ve nihayet müvekkilin bu yönde bir talebi olmaması gibi unsurlar birlikte değerlendirildiğinde, somut olayda Anayasanın 19. maddesi ile bağlantılı olarak 36. maddesinin ihlal edildiği çok açıktır. Müvekkil halen açık bir hukuk tammzalık örneği olarak cezaevinde REHİN olarak tutulmaktadır. Yukarıda sayılan Anayasa ihlalleri sebebiyle mağduriyeti halen devam etmektedir. Dolaysıyla güncel ve kişisel bir temel hakkı doğrudan ve telafisi imkansız bir şekilde zedelenmiş, hatta yerle bir edilmiştir. Bu durumun tek telafisi acilen müvekkilin tahliyesine karar verilmesi olacaktır.

C- Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının
açıklanması:

Müvekkil halen açık bir hukuk tanımazlık örneği olarak cezaevinde REHİN olarak tutulmaktadır. Yukarıda sayılan Anayasa ihlalleri sebebiyle mağduriyeti halen devam etmektedir. Dolaysıyla güncel ve kişisel bir temel hakkı doğrudan ve telafisi imkansız bir şekilde zedelenmiş, hatta yerle bir edilmiştir. Bu durumun tek telafisi acilen müvekkilin tahliyesine karar verilmesi olacaktır.

III- BAŞVURU YOLLARININ TÜKETİLDİĞİNE İLİŞKİN BİLGİLER
Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamalar:
Müvekkil hakkında verilen tahliye kararı ile ilgili bütün girişimler yapılmış, ancak ne yazık ki bir sonuç alınamamıştır. Dolayısıyla kesinleşmiş bir mahkeme kararının uygulanmaması sebebiyle ve yukarıda açıklanan gerekçelerle gidilebilecek başka bir yol da bulunmamaktadır.

B- Başvuru yollarının tüketildiği veya başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih:

Başvuru yolları yukarıda açıklandığı şekilde önce tahliye talepli hakimin reddi talebi ile, ardından Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın infazının ilgili mercilerden talep edilmesi suretiyle tüketilmiştir. Bu anlamda nihai karar İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/146 D.İş sayılı kararıdır.

KARARI VEREN MAHKEME/MERCİİ/ MAKAM :
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi
KARARIN TARİHİ VE SAYISI:
25.04.2015 tarihinde verilen 2015/146 D.İş sayılı karar
3- TEBLİĞ VEYA ÖĞRENME TARİHİ :
Yukarıda anılan Asliye Ceza Mahkemesi kararı ve ardından savcılığın bu kararı infaz etmeme kararı 26.04.2015 tarihinde öğrenilmiş ve süresi içinde sayın Mahkemenize başvurulmuştur.
C- Başvuru mazeret nedeniyle süresi içinde yapılamamışsa buna dair açıklamalar:
Başvuru süresinde yapılmıştır.
IV- DİĞER BİLGİLER
A- Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde devam eden bir başka başvurusu varsa
Numarası:
Müvekkilin Anayasa Mahkemesi önünde halen derdest olan 06.01.2015 tarihli ve 2015/144 numaralı bireysel başvurusu bulunmaktadır. Ayrıca bu başvuruya ek olarak beyanlar da sayın Mahkemenize sunulmuştur.

B- Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebi ve bunun
gerekçesi:
Kimliğin gizli tutulması talebimiz bulunmamaktadır.

V- SONUÇ TALEPLERİ
İşbu başvuru ile öncelikle:
Müvekkil hakkında verilen tahliye kararının uygulanmaması sebebiyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 73. maddesi uyarınca ACİL tedbir kararı verilmesini ve müvekkilin derhal salıverilmesi hakkında ilgili makamlara gerekli bildirimlerin yapılmasını;
Müvekkilin yukarıda açıklanan Anayasal haklarının ihlal edildiğinin tespitini;
Bu ihlaller dolayısıyla her ne kadar derhal salıverilme en uygun giderim olacaksa da, buna karar verilmemesi durumunda müvekkilin haklarının ihlal edilmesi gerekçesiyle maddi tazminata hükmedilmesini; Ayrıca yargılama giderleri ve masrafların tarafımıza ödenmesine ve vekalet ücretine hükmedilmesini vekaleten talep ederiz.

Bu başvuru formunda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu; formda belirtilen bilgilerde, adreslerimde veya başvuruyla ilgili koşullarda herhangi bir değişiklik meydana geldiğinde Mahkemeye bildireceğimi beyan ederim.

Başvurucu : HİDAYET KARACA

Temsilcisi/Avukatı : FİKRET DURAN, GÜLTEKİN AVCI

<< Önceki Haber Hidayet Karaca'nın avukatları AYM'ye başvurdu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER