Doğrular ve yanlışlar


Ayrılıkçılık Balkan Savaşı’ndan Birinci Dünya Savaşı’na yaşanan süreçte doğup filizlenen, güçlenen bir akımdır. Gayrı müslim unsurlarda başlayıp Müslüman tebaya sıçramasının sebebi de sır değil: Osmanlı, Türk, gayrı Türk, İslam, gayrı müslim, imparatorluk ahalisinin gözünde hami ve kalkan olma vasfını kaybetmişti... Örneğin Arnavutluk isyanının gerisinde yatan, çözülme gerçekleştiğinde bizim durumumuz ne olacak, sorusudur. Çepeçevre Hıristiyan devletler tarafından kuşatılmış Müslüman Arnavutları Hıristiyan Arnavutlarla milliyetçilik potasında yan yana getiren budur. Araplar tarihçilerin bile hayırla yad etmediği Şerif Hüseyin isyanı bir yana bırakılırsa Araplar 1918’e kadar yani savaşın Osmanlı’nın aleyhine sonuçlanacağı kesinlik kazanana kadar Devlet-i Ali’ye sadık kalmışlar, o noktadan sonra başlarının çaresine bakmakta gecikiyor oldukları kanaati ve paniğiyle kendilerini akıntıya bırakmışlardır. 1980 ihtilali öncesi MHP’de Genel Sekreter Yardımcısı olan ve bence rahmetli Erol Güngör’den sonra Türk milliyetçiliği düşüncesinin en önemli birkaç isminden biri olan Nevzat Kösoğlu’nun ‘Milliyetçilikte Yeni Arayışlar’ kitabında bu arka plana bakarak yönelttiği soru şu: “O dönemde Kürt milliyetçiliği hareketleri başlamış, gazeteler çıkartılmış, tartışmalar yapılmıştır. Eğer o dönemde Kürt hareketi Arap ve Arnavut hareketleri gibi gelişseydi onları bugün kınayabilir miydik, bilemiyorum. Ama Kürtler böyle yapmamış hayat ve istikballerini Türklere bağlamışlardır...” Ve Kösoğlu bu tesbitin ardından günümüz Kürt aydınlarına sesleniyor: “Sizin kaderinizi bize bağlayan dedelerinizden daha akıllı daha yaman Kürtler olduğunuz zehabına lütfen kapılmayın. Kıblenizin onlar kadar doğru olduğundan emin olmayın ve konumunuzu ne devlet ne halk indinde fazla abartmayın...” Ne yazık ki tartışarak makulde buluşmak, meselelere birlikte çözüm aramak yerine ağız dalaşı ve kavga etmeyi önceleyen bir siyasi geleneğe yaslanıyoruz... Kendi dünyamızdan insanlarla bir araya geldiğimizde ‘Demokrasi herkesin ikinci tercihiyle yaşamaya rıza gösterdiği rejimdir’ diyoruz belki; ama dışımızdaki dünyanın havasını koklayıp ötekiyle karşılaştığımızda yine yumruklarımız sıkılıyor, şakak damarlarımız kabarıyor... Önümüzdeki sorun malum: Kürt meselesi!.. Yüksek sesle bağırma imkânı olduğu ve bundan dolayı gürültüsü fazla çıktığı için önemsenenler dışında on milyon Kürt var memlekette... Elimizde ne onların ne istedikleri, ya da ne istemedikleriyle ilgili bir araştırma var, ne de en müfritinden en mutediline devletten taleplerin doğurması muhtemel sonuçlara ilişkin bilgi... Hükümetin ‘açılım’ derken ne kastettiği, muhalefet partilerinin ‘karşıyız’ derken neyi işaret ettikleri, basında her gün artan bir hararetle ve sonu gelmeyecek gibi görünen tartışmanın ne üzerine olduğu meçhul... Kör döğüşü denilen şey bu işte.. Korkarım bu sürecin nihayetinde ortaya çıkacak sonuçtan ne Türkler ne Kürtler memnun kalmayacaklar... Zira devleti yeniden kurmaktan başlayıp ‘Ortada sorun/morun yok, beğenmeyen çeksin Kuzey Irak’a gitsin’e uzanan mümteni (=imkânsız) denizinde geziyoruz... Kimsenin ‘vacibin’ (=her şartta olması gereken) ya da ‘mümkün’ün (=orta yolun) yüzüne baktığı yok... Kavga revaçta... NOT: Yücel Çakmaklı ağabeyi kaybettik. Taklidin makbul sayıldığı iklimde az sayıdaki yerliden biriydi o. Ve günümüzün kabarmış kimi yelkenleri Yücel ağabeyin nefesinde buldular ilk rüzgârı... Allah’tan rahmet, gurur abidesi isim bıraktığı ailesine sabır diliyorum.
<< Önceki Haber Doğrular ve yanlışlar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER