Muğlalı sendromu hortluyor mu?


Van'ın Özalp ilçesinde kaçakçılık yaptığı ileri sürülen 35 köylüyü yargısız infaz etmekten mahkûm olan ve kahrından cezaevinde ölen General Mustafa Muğlalı, cihet-i askeriyede sendroma yol açmıştı. Terör ve asayiş olaylarında işinin hakkını veremeyenlerin başvurduğu sudan bahane ve beynamaz özrüydü, bu. "Asayişi berkemal hale getirmek kolay, ama sonumuz Muğlalı gibi olmasın" mazeretine sığınanların sözlerini şöyle tercüme edebiliriz: "Bu işi hukuk içinde çözemeyiz, hukuk dışına çıkma imtiyazı istiyoruz." Muğlalı sendromu aslında askerleri değil, hukuku esir alan bir hastalıktı. Bir kısım bürokrat buna sığınarak 'rutin dışına çıkma' ayrıcalığına erişti. Darbelerin bile gerekçeleri arasına girdi. Hukuku askıya alarak ülkeyi ve demokrasiyi kurtaranlar(!) Muğlalı hadisesini iyi kullandı. Çok partili hayata geçişte General Muğlalı'yı gecikmeli de olsa yargılayabilen Türkiye, zaman zaman hastalığın nüksetmesine şahit oluyor. Güncel örneklere geçmeden Muğlalı olayının geldiği noktayı hatırlatmakta fayda var. 2004 yılında Van Özalp'teki jandarma kışlasının adı Mustafa Muğlalı olarak değiştirildi. Muğlalı'nın infaz ettiği kişilerin torunlarının acısını tazelemek, devletle problemi olmayanları problemli hale getirmek istercesine alınan karar hâlâ uygulamada. Yani Özalpliler kafalarını kaldırdıklarında Muğlalı Kışlası'nı görüyor. Bu, sadece orada yaşayanlara değil bütün ülkeye verilmiş bir mesaj olarak algılanmalı. Kırık kolu yen içinde tutmak şeffaflıktan ve denetimden uzak yapıların vasfı mümeyyizi gibi. Kendine ait bir hukuk ve yargı düzeni kuran silahlı kuvvetleri denetime açmanın yolu yargı birliğinden geçiyor. Demokratik ve çağdaş hukuk rejimlerinde askerî yargı disiplin suçlarıyla sınırlanmış ve askerî hiyerarşi dışına taşınmış durumda. Bizde ise alınacak çok mesafe var. Mesela 'el bombalı cezanın' faili Teğmen Mehmet Tümer'in mahkeme safahatı iç açıcı fotoğraflar vermiyor. Davaya müdahil olan şehit erlerin aileleri sık sık "Burada Teğmen Tümer mi bizim çocuklarımız mı yargılanıyor?" sorusunu sormak zorunda kalıyor. Avukatları normal olarak müvekkillerinin daha az ceza alması için uğraşacaklar. Ancak kullanılan usuller mahkemeyle ilgili eleştirileri beraberinde getiriyor. Ceza alan erin disiplinsiz olduğunu ispat etmek, öldürülmesini haklı kılmayacak. Diğer üç şehidin hayatta olmamalarını izah etmeye ise hiç yetmeyecek. Mahkeme salonunda uzmanlara boş bombaya kürdan taktırıp, bunun arazide dolu bombayla ve o panikle yapılacağını ileri sürmek için söyleyecek söz bulamıyorum. Aslında işin başlangıcı da hatalı. Olay yeri tatbikatını dikkatli bir gözle seyredin; şüpheli teğmen omzunda tüfekle görülüyor. Bir kazayı anlatan tanık sanabilirsiniz. Mustafa Muğlalı'ya benzer iddialarla yargılanan Albay Cemal Temizöz'le ilgili eleştirilere de tatmin edici cevaplar verilemiyor. 23 kişiyi yargısız infazla suçlanan ve tutuklu yargılanan Temizöz; mahkûm olmadan görevine son verilmesin ama bütün bürokraside uygulandığı üzere hiç olmazsa açığa alınsın. Evli bir kadınla gayrimeşru ilişki yaşadığı medyaya yansıyan askerî savcı Albay Zekeriya Duran'ın iddialara rağmen rütbe alması da izaha muhtaç. Hem asker hem savcı olması olayın vahametini büyütüyor. Birçok olayda gereğini yapmaktan çekinmeyen Genelkurmay'ın bazen Muğlalı sendromunun etkisine girdiği söylenebilir. Yen içinde tutulan kırıkların sebep olduğu kangrenleri görmezden gelen tavırların günümüz dünyasında yeri yok. Hukukun üstünlüğü anlayışı hiçbir kişi ve zümreye imtiyaz vermemeyi gerektiriyor.
<< Önceki Haber Muğlalı sendromu hortluyor mu? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER