Bizim memlekette
siyaset,
iktidar-muhalefet zıtlaşmasından çok çekti. Ya da daha doğru deyişle, bu memleket fazlasıyla kan kaybetti iktidar-muhalefet zıtlaşmasından.
Birinin ak dediğine, ötekinin kara dediği dönemler siyaset meydanımızdan hiç eksik olmadı.
Uzlaşma...
Diyalog...
Tolerans...
Tahammül...
Siyasetimiz bunlardan nasibini doğru dürüst hiç bir zaman almadı, alamadı. Bu yüzden
Türkiye belirli aralıklarla kutuplaştı, cepheleşti.
Günü geldi her lider, her parti kendi başına buyruk davrandı, kendi doğrusundan en ufak bir kuşku duymadı, dediğim dedikçilikten hiç sapmadı.
1950’ler böyleydi.
Bir yanda Bayar-
Menderes, yani
Demokrat Parti, diğer yanda İsmet Paşa, yani
CHP vardı.
Uzlaşamadılar.
27
Mayıs,
darbe geldi.
1960’lar da böyleydi.
Demirel-
İnönü kavgasıyla geçti.
Uzlaşamadılar.
12
Mart, darbe geldi.
1970’ler de böyleydi.
Demirel‘le Ecevit sahne aldı.
Uzlaşamadılar.
12
Eylül, darbe geldi.
1980’ler de böyleydi.
Özal-Demirel kavgası.
1990’lar da böyleydi.
Çiller’le Yılmaz.
Ve 28
Şubat, post-
modern darbe...
Siyasi liderlerin biri diğerinden hep nefret etti. Yüz yüze gelmek bile istemediler.
Demokrasiyi ortak bir
platform olarak kabul etmeyi akıllarının ucundan bile geçirmediler.
Yıllar böyle geçti.
Türkiye bu yüzden çok kan kaybetti. Ankara’da siyaset kurumu, çözüm değil sorun üretti.
Örneğin ekonomide yapısal reformlar 1990’lar boyunca bekledi.
Kürt sorunu bekledi.
Kıbrıs sorunu bekledi.
AB ile ilişkiler bekledi.
Demokratikleşme bekledi.
Neden?..
Bir yandan siyasal kadroların ufuksuzluğu, öte yandan siyaset sahnesinin bölünmüşlüğünden ve zayıf
koalisyon hükümetlerinden beslenen istikrarsızlık yatıyordu bütün bu meselelerin dibinde...
Şimdi sahneye bakıyorum.
Erdoğan’la
Baykal var.
Yine akla kara...
Erdoğan ne derse, Baykal tam tersini söylüyor.
Erdoğan,
Ergenekon diyor.
Baykal, Ergenekon’u savunuyor.
Erdoğan, Ergenekon’un aydınlanmasıyla Türkiye’de
demokrasi yolunun açılacağı kanısında.
Baykal, Ergenekon avukatlığına öylesine soyunuyor ki, Erdoğan’ın Ergenekon’la muhalefeti sindirmek istediğini iddia ediyor.
Erdoğan, demokratik
açılım diyor. Baykal, açılım böler diyor.
Erdoğan, darbe tertiplerinin açığa çıkmasını savunuyor.
Baykal, üstünü örtüyor.
Listeyi uzatmak yersiz.
Ama kaygı verici bir durum. İktidarla muhalefetin böylesine zıtlaşıyor olması, Türkiye’de siyasal istikrar açısından büyük bir talihsizlik...
Eğer bu
siyah-beyaz zıtlaşma ortamı gitgide bir kan davasına dönüşürse, hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye kendini yine eskilerin istikrarsızlık çukurunda bulabilir.
Siyaset sahnesinin bölünmesi...
Koalisyon hükümetleri...
Ve sorunların birikmesi...
Bu ihtimal yabana atılmasın. Erdoğan’ın eleştirilecek yanları elbette var, artıları var, eksileri var. Bence bugün hâlâ artıları ağır basıyor.
Demek istiyorum ki.
Ergenekon’u küçümsemeyin.
Sulandırmayın.
Eksiği gediği olmasına rağmen, hukuki bakımdan bazı haksızlıkları yaşatmasına rağmen Ergenekon, bu ülkede devletin kirlerinden temizlenmesine ve askerin hukukun içine çekilmesine açılan kapıyı aralamıştır.
Bu konuda Erdoğan, siyasal iradeyi Ergenekon’un arkasına koymakla doğru yapmıştır. “Erdoğan, Ergenekon’u muhalefeti sindirme aracı olarak kullanıyor” demek, bana pek öyle inandırıcı gelmiyor.
Öte yandan Baykal, örneğin ‘demokratik açılım’a da karşı çıkıyor, Türkiye’yi bölecek gerekçesiyle...
Bence tam tersi geçerli.
Asıl Baykal’ın tutumudur, bu ülkede bölücülüğün değirmenine su taşıyan...
Sözü uzatmak istemiyorum.
İktidarın yanlışları elbette var. Ama bugün asıl yanlış yolda olan iktidar değil, ‘Baykal muhalefeti’dir, Baykal’ın muhalefet anlayışıdır.
Bu nedenledir ki:
Türkiye’de istikrarı samimiyetle önemseyenlerin, Türkiye’de ‘muhalefet sorunu’na ve iktidar alternatifi konusuna ciddiyetle eğilmeleri gerekir.