Referandum ve CHP'nin tatlı hayalleri


Değişim süreçleri çatışmalı olur. Türkiye gibi emperyal düzenlerde değişim modeli bizzat çatışma üzerine oturur. Ama tek eksenli değildir değişim-çatışma ilişkisi... Değişim çatışmayla yol alır, ama yol üzerinde yeniden yapılanmayı da üretir. Bu bir anlamda yeni duruma ilişkin bir kurumlaşma gereğidir. Nitekim bizde bir miktar böyle oluyor. Örneğin demilitarizasyon süreci sert çatışmalarla gerçekleşiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri çatışma üzerinden, prestij kaybederek, direnerek kışlasına dönüyor. Ancak bunun yanında kurum olarak bütünlüğünü korumaya, kendisini yeni duruma uyarlamaya çalışıyor, karargâh politikası temel olarak kurumsal dokuyu koruyarak değişimi yönetmeye gayret ediyor, buna dair bir politika geliştiriyor. Böyle olmadığı anlar da olur ve böyle anlarda değişim-çatışma dengesinde, ikincisi öne çıkar ve değişim yerini kurumsal boşluklara bırakabilir. Türkiye'nin değişim sürecinde bu anlara yaklaştığı durumlar yok değil. Yargıda yaşanan yarılma buna açık örnektir... Son yapılan bir araştırma, Metropoll'ün çalışması yargıya güvenin tüm toplumsal kesimlerde yüzde 46 oranında azaldığı gösteriyor. Bu vahim durumun ve yarılmanın temel nedeni, yargının ordudan farklı olarak yeni duruma uyum sağlayacak adımlar atamaması, tersine yargı gücünü bölünerek, parçalara ayrılarak, savcı ve hakim meşrebine göre kişileştirip ya da siyasileştirerek keyfi bir şekilde kullanmasıdır. Böyle olunca asli sorunlardan birisi yargı içindeki çatışma haline dönüşmektedir. Bu durum Türkiye ve değişim açısından ciddi bir risk oluşturuyor. Bu sorun nasıl çözülecek? Referandum bu sorunu çözebilir mi? Hemen söyleyelim: Kabul edilmeleri halinde, yeni düzenlemelerin orta ve uzun vadeli etkisinin olacağına hiç şüphe yoktur. Ancak bu düzenlemelerin sorunu bir çırpıda çözmesi de mümkün değildir. Kaldı ki bir anayasa değişikliğinin kabul edilip edilmemesi kadar, hangi yöntemle, hangi yeni toplumsal sonuçlarla, hangi oranla ve hangi çerçevede kabul edildiği de önemlidir. Tek paket üzerinde yapılacak, plebisit vari bir oylama, toplumu da ortasından ikiye bölme ihtimalini taşır. Bu ihtimal yargıdaki yarılmanın giderilmesinin ötesinde, toplumsal yarılma tarafından beslenmesi riski demektir. Referandumun Başsavcı Aykut Engin Cengiz ile Zekeriya Öz arasındaki bir meşruiyet yarışmasına dönmesi mümkündür. Bu durumda yüzde 55'lik "evet" karşısında yüzde 45 "hayır" bile yarılma, en önemlisi direncin varlığına, meşruiyetine yol verir. Bu noktada siyasi iktidara önemli bir iş düşüyor. 1. Referandumun toplumu kutuplaşmaya itecek ve bunu meşrulaştıracak bir mekanizma olmasını önlemek... 2. Tersine referandumu toplumu siyasetle buluşturacak, çıkacak kararı (kararları) toplumsal çoğulculuğu açığa çıkaracak ve devreye sokacak hale dönüştürmek... Bunun ön koşulu referandumu farklı alt paketlere ayırmaktır. Böylece farklı eğilimlerin, farklı paketlerde ittifak yapmalarını, başka paketlerde ise başka eğilim ve görüşlerle bir araya gelmelerini sağlamaktır. Bu yol sadece kutuplaşmayı engellemez, aynı zamanda toplumun farklı paketleri tartışmasını açık katılımını ve düşünmesini sağlar. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD yolunda yaptığı açıklama bu konuda umut vericiydi. CHP'yi mecliste birlikte davranmaya ve ayrı paketlerle oylama kapısı açmaya davet ediyordu. Bu öneri karşısında CHP yine yolu yokuşa sürüyor ve sadece 15. maddeyi oylayalım diyor. Zaman CHP başta olmak üzere mecliste uzlaşma, referandumda farklı talep etmek zamanıdır.
<< Önceki Haber Referandum ve CHP'nin tatlı hayalleri Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER