Futbol
futboldur.
Kulüp takımları,
milli takım farketmez, farketmemelidir.
Dolayısıyla yazımın başlığındaki “biz” ibaresini ister
Fenerbahçe,
Galatasaray,
Beşiktaş, isterseniz de Milli Takımımız olarak okuyabilirsiniz.
Bendeniz
doğal olarak daha fazla vurguyu her zaman olduğu gibi Fenerbahçe üzerine yapabilirim.
Dünya Kupası’nı biraz da bizim Milli Takımın orada olmamasının ezikliği ile izliyorum. Bu durumun bir de avantajı var, maçları daha objektif bir gözle takip edebiliyorsunuz. Ve ister istemez
takımları, oyun stillerini Fenerbahçe ile, Milli Takım ile karşılaştırmaya çabalıyorsunuz.
Güney Afrika’da en çok dikkatimi çeken şey futbolun geldiği olağanüstü hızlı ve sert tempo. Nicedir
Hollanda-
Brezilya maçı kadar tempolu bir maç izlemedim.
Bu tempo Hollanda’nın doğal ve geleneksel temposu. Brezilya ise Dunga ile bu tempoda, bu stilde top oynamaya başlayan bir takım; kadrodaki oyuncularının zaten adeta tümü Avrupa’da top koşturan
futbolcular. Meseleye böyle bakarsanız Brezilya, Hollanda’nın temposunu, oyun anlayışını kabullenerek rekabete giriyor ve kaybediyor, bu da biraz doğal.
Brezilya’nın başında Zico ya da Parreira olsaydı ne olurdu bilemiyorum. Ne Fenerbahçe’nin, ne de bizim Milli Takımın da bu tempoya dayanmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum.
İspanya’nın
Alman makinasını devirmesinin altında yatan sır da kanımca İspanya’nın da aynı tempolu oyunu ama biraz daha
teknik seviyesi yüksek olarak oynaması idi.
Hollanda-İspanya maçı bu anlamda çok yüksek tempolu oynayan ama teknik seviyeleri de yakın iki takımın mücadelesi olacak. Bizim bu dünyada yer almamız ise artık kaçınılmaz olarak fizik ve teknik gücü daha yüksek takımlar oluşturmakla mümkün.
Çarşamba geceki yarı
final maçının bir ilginç yönü de iki takımın
teknik direktörünün de bizim ülkemizden şutlanmış
teknik direktörler oluşu idi ama bugün bu iki adamın yönettiği milli takımlar
yarı finalde nefes kesen bir mücadele verdiler.
Teknik direktör işinden iyi anladığımız bir kez daha ortaya konmuş oldu böylece.