HANEFİ AVCI NURETTİN VEREN Mİ? BEN FETHULLAH GÜLEN Mİ? YADA TERSİ Mİ?


1. Başlık dikkat çekici olsun diye böyle kullanıldı. Yazıyı okuyan herkes istediği bir başlığı düşünebilir ve hatta bu konu hakkında düşüncelerini de bana e-mail atabilir. 2. Hanefi Avcı’nın 3’ün 1’i şekliyle, bir proje dahilinde 3 farklı kişiden 1’isi olarak ve 3 ayrı kitap çalışmasından 1 tanesi olarak bu kitabı yazacağını / yazdığını biliyordum. Eski(meyen) hukukumuza dayanarak, Hanefi Avcı’nın kitabı yazdı(rıl)ğı süreçte, zaman zaman kendisini aramayı düşünsem de, önce yazsın, sonra da değerlendirmelerimizi ona göre yaparız şeklinde düşündüm. 3. Hanefi Avcı iki çocuğunu da Fethullah hocanın olduğu iddia edilen özel kolejlerde okutmuştur. Ben de bu sene kendi oğlum ve kızımı okutmak için aynı okullara müracaat ettiğimde, her bir öğrenci için 14 milyar fiyat verildi. İki çocuğunuz olduğu için de aile indirimi yapılacağı ve 20 milyar iki kardeş için ödersem okullarına kayıt yaptırtabileceğimi söylediler. Ben bu parayı bulamadığım için çocuklarımı okutamadım ve devlet Anadolu liselerinde okuttum. Hanefi Avcı’nın 2 çocuğunu da özel okullarda okuttuğu ve Fethullahçı olmadığı bir sistemde, bir de kendisini aklamak ve çevresindekilere ‘mok’ çalmak için yazdıklarına bakınca, benim hakkımda çıkarılan dedikoduları algılamakta zorlanıyorum. Haaaa bu arada, benim hakkımdaki dedikodular son bulsun ve ben de kahraman bir ulusalcı sayılayım diye kendimi, Doğu Perinçek, Adil Serdar Saçan, Yaşar Okuyan, Sebahattin Önkibar, Yalçın Küçük, Osman Ak, Veli Küçük ve Hanefi Avcı ile her ne pahasına olursa olsun, asla ama asla aynı kefeye koymayacağım. Fethullahçı denilen yapıda da eleştirilecek konuları gördüğümde, elbette onları da eleştirecek ve irdeleyeceğim. 4. 20 Ağustos gece 05,08 de eski bir gazeteci dosttan telefonuma mesaj geldi: ‘…Acil, Vatan gazetesinde Hanefi Avcı haberi var. Kitap yazmış onu veriyor. Önemli…’ diyordu. Ben de önce Vatan gazetesini, sonra da internette yazılanları açıp okudum. Ve okur okumaz da Hanevi Avcı’ya eski(meyen) dostluğumuza da güvenerek; ‘Hanefi abi ben senin, 28 Şubat’taki adamlığına ve dik duruşuna hasta olmuştum / vurulmuştum. Ama şimdi kendini oda tv, ulusal tv., Adil Serdar Saçan ve Osman Ak ile aynı kefeye mi koydun?’ şeklinde yazarak, onun cep telefonuna bir mesaj attım. 5. Bir gün sonra da Ankara da Dost Kitapevine giderek 2 kitap aldım. Önce ikinci bölümü okudum. Sonra da bir 15-20 dakika kadar kendisi ile telefonda konuştuk. Daha sonra da, NTV’de Mirgün Çabaş ile Ruşen Çakır’ın programlarında kendisini seyrettim. Seyrederken notlar tutum ve bu arada da aradığım 10-15 il emniyet müdüründen bir tanesi olan Diyarbakır Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam’a da ‘Abi NTV’yi şimdi seyredebilir misin?’ dedim. O ise; ‘seyredemem’ dedi. Ben ‘neden seyredemezsin ama’ diye üsteleyince; ‘seyredemem çünkü yeni bir operasyon yaptık ve 64 kilo C-4 ele geçirdik onunla ilgili haftalardır yaptığımız çalışma devam ediyor’ dedi. Ben de; ‘ne demek bu 64 kg C-4’ dediğimde de; cevaben; ’64 ayrı ilde, 64 alış veriş merkezine, birer kilo C-4 koyup patlatırsan, o alış veriş merkezlerinde yüzlerce kişinin ölümüne ve o binaların kullanılmaz bir şekilde tahribine neden olursun’ dedi. Ve Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam bana; ‘üzgünüm Önder isterdim ama şimdi seyredemem’ dedi… 6. Bir yerde iş yaparken televizyon bile seyretmeye vakti olmayan emniyetçiler, diğer tarafta da kitap yazacak, televizyonlara güvenlik bağlamındaki olumlu icraatları ile değil konuşmaları ve söylemleri ile çıkacak güvenlikçiler… NTV de Hanefi Avcı’yı seyrederken ve onun kitaplarının sayfaları arasında gezinirken, bir kahramanımın / bir ‘hero’mun, kendi kendine harakiri yapışını seyredip / okuyup üzülürken, yeni yeni kahramanların içinden çıktığı bir emniyeti ve emniyetçileri tanımanın verdiği umut ve ümitle de yola devam ettim… Programın sonrasında da Hanefi Avcı’yı aradım ve 10-15 dakika kadar konuştuk ve ben de; ‘artık senin hakkında yazmaya başlayacağım’ diyerek okumalarıma devam ettim. 7. Bu arada NTV de yayınlanan bu program öncesinde NTV’den Adna Gerger’i arayarak ben de canlı yayına telefon ile katılmak istediğimi söyledim. Gelen cevapta ise; ‘programa canlı yayın sırasında, telefon ile bağlanılmasının ol(a)madığı’nı Adnan Gerger bana söyledi… Program sonrasında da Ruşen Çakır’a e-mail attım ve ‘ben de programlarına konuk olmak istediğimi, istedikleri her şeyi sorabileceklerini’ ifade ettim. Umuyorum davet ederler ve akıllarına gelen her şeyi sorarlar ve yaz(dır)ılmış kitabı da yeniden irdeleriz diye düşünüyorum ve buradan da haykırıyorum var mısınız diye?.. 8. Hanefi Avcı’yı 1997 yılından bu tarafa tanırım ve çok sever(d)im. 9. 1997 yılında, ‘terör güvenlik güçleri ve medya’ konulu doktora çalışmamın anket sorularını gönderdiğim yüzlerce uzmandan birisi de, dönemin İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı idi. Pek çok uzmandan hiçbir yanıt alamama rağmen, soruları verdikten 15 gün sonra, Hanefi Avcı kendi el yazısı ile hem de 9-10 sayfa şeklinde, sorularımı yanıtladı. Bu durum bile, benim açımdan onu sevmeme ve candanlığına bir işaretti. 10. Hanefi Avcı 2000’li yılların başına kadar, ‘burnundan kıl aldırmayan’, ‘uyuz’ ve ‘her haltı ben bilirim’ diyen bir emniyetçi asla değildi. İnsancıldı, mütevazi idi ve adam gibi adamdı. 11. Hanefi Avcı’nın çalıştığı yerlere baktığımızda; Mersin, Diyarbakır, İstanbul, İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Edirne ve Eskişehir İl Emniyet Müdürlükleridir. 1. Sınıf Emniyet Müdürü olana kadar ki süreçte, bu görev yapılan yerlere bakıldığında; kesinlikle, ‘terfi etmeyi istemem’, ‘ben hiçbir göreve talip olmadım’ biçiminde algılanacak görev yerleri değildir. Aksine, hırslı, istikrarlı ve kararlı olan bir emniyetçinin, tesadüfî değil, bilinçli olarak seçimini yaptığı ve çalıştığı yerlerdir. Yani Hanefi Avcı’nın çalıştığı yerler, hep yükselmeye ve bir üstü göreve talip olmaya çok yatkın olan çalışma yerleridir. 12. Emniyette çalışan herkes bilir ki, bir emniyetçi Diyarbakır da çalışmışsa, mutlaka İstanbul’a gelir / gelmek ister ve orada da görev yapar. Diyarbakır’dan sonra Antalya’ya, Tokat’a, Zonguldak’a, Samsun’a gitmek, bir anlamda emekliliğe doğru adım atmak olarak algılanırken, Diyarbakır sonrasında İstanbul’a gitmek / tayin olmak, artık İstanbul tecrübesini de dağarcığına yüklemeyi ve daha da üst görevlere ve Ankara’ya yükselerek gidilmesinin adeta doğal bir süreci olarak kendini gösterir. 13. İstanbul da bir emniyetçi olarak çalışmak, maddi ve manevi anlamda doygunluğun sağlanılmasında önemli bir paradigma kırılmasıdır. İstanbul’a gelen hiçbir emniyetçi kendi isteğiyle İstanbul’dan ayrılmaz. Başka bir ilde, il emniyet müdür yardımcısı olmaktansa, İstanbul da tedviren şube müdürü olarak kalmayı bile her rütbeli arzular. Türkiye’nin tanıdığı; Mehmet Ağar, Necdet Menzir, Ünal Erkan, Cevet Saral, Adil Serdar Saçan, Emin Aslan, Ercüment Yılmaz gibi ya da tanımadığı ama emniyet mensuplarının çok iyi bildiği; Necati Altıntaş, Sedat Demir, Mustafa Köse, Avni Usta gibi her emniyetçi de, mutlaka İstanbul da görev yapmıştır. Çünkü İstanbul ayrı bir okul / ayrı bir ekoldür. 14. Avcı’nın İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olduğu dönem, istihbaratçılar açısından adeta bir dönüm noktası / bir sıçrama noktasıdır. Bölücü örgütlerin yazılı dokümanlarının emniyet personelince yalanıp yutulduğu / okunduğu ve hatta artık birbirlerine hitap ederken ‘yoldaş’ denilecek kadar ileri gidildiği bir süreçtir. İstanbul metropolü içinde, polislerin, aynı bir terörist gibi, 6 ay ile 9 ay arasında, polis kimliklerinden arındırarak yaşadığı ve teröristlerle bire bir empatinin gerçekleştirildiği ve hizmet içi eğitimlerin Türkiye genelinde sistematize edildiği adeta ‘altın çağ’ denilebilecek bir dönemdir. 15. Hanefi Avcı, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı olduğu döneme kadar geçen süreçte, sürekli, Necdet Menzir, Emin Aslan ve Sabri uzun tarafından -Sabri Uzun’un söylemiyle bir ‘mösyö’ olarak- korunur ve himaye görür. Mehmet Ağar, Ünal Erkan gibi usta emniyetçiler açısından da yalnızca emniyetçi olan genç bir çocuktur. 16. Susurluk Komisyonunda verdiği ifadelerden sonra İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığından kızağa çekilen ve AKKM Başkan Yardımcılığına getirilen Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü yeni binasının 9. Katındaki asansörün hemen yanındaki odasında, adeta medyanın emniyetteki kulis odası statüsünde dolup dolup taşmaktadır. 17. Tuncay Opçin, Adnan Gerger, Saygı Öztürk, Kamil Elibol, Tolga Şardan, Necdet Açan, Soner Arıkanoğlu, Kadir Ercan ve adını burada saymadığım yüzlerce Ankara ve İstanbul da emniyeti koklayan ve haber yapan gazeteci arkadaşlarla, ben de onun odasında tanıştım / arkadaş oldum. Ve, onlara ilk elden bilgi ve belgelerin Hanefi Avcı tarafından verildiğine de onlarca kez şahit oldum ki; ben de bunun aynısını daha sonraki süreçler içerisinde, demokrasiye hizmet etmek bağlamında, defalarca yaptım. 18. Hatta herhangi bir gazetede çıkan emniyet ve güvenlik ile ilgili bir haberin, nereden verildiğini, kaynağını ve hatta o haberden sonra hangi gazetede hangi gazetecinin imzasıyla, nasıl haberin çıkabileceğini de öngörü şeklinde hep bil(ebil)dim / öğren(ebil)dim ve bunun önemini de kavradım. 19. Hatta, Türkiye içinde değişik illerde ve kurumlardaki binlerce kurs ve konferansımda ve 4 farklı üniversitede lisans ve yüksek lisans seviyesinde verdiğim derslerde de, katılımcılara hep; a) Ellinizde ‘meşum’ bir devlet belgesi varsa, b) Bu belge, sizin dışınızda en az 10 yerde / kişi de daha bulunuyorsa, c) Bu belgenin kamuoyu ve medya ile paylaşılması durumunda, bu belgenin sizden çıkmış olacağı asla anlaşılamayacaksa, d) Bu belgenin kamuoyu ve medya ile paylaşılması; devletin şeffaflaşmasına, ‘leviathan’nın yaptığı her eylem ve işlemden sorumlu olmasına, hukukun üstünlüğüne, insan haklarının ihlal edilmemesine, devletin yurttaş odaklı hale dönüşmesine, yurttaşın devletin kölesi olmasından kurtulmasına katkı sağlayacaksa, bu belgeyi mutlaka kamuoyu ve medya ile paylaşın dedim. Hep bunu savundum ve hala da bunun doğruluğuna canı gönülden inanıyorum. 20. Hanefi Avcı’nın, 1. Sınıf Emniyet Müdürlüğüne terfi ettiği, polis yüksek şurasında, Emin Aslan’ın çok onurlu duruşu ve; ‘Hanefi Avcı, 1. Sınıf Emniyet Müdürlüğüne terfii ettirilmeyecekse, ben de gelen terfilerin hiç birisini imzalamam. İstiyorsanız beni de görevden alın’ yaklaşımını göstermesi söz konusudur. Dönemin Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanının, olaya / krize farklı bir müdahalesi sonucunda, Hanefi Avcı terfi ede(bili)r. Emin Aslan’ın Emniyet Genel Müdür Yardımcılığından istifa etmek kararlılığını göstermesinin de katkılarıyla, Avcı’ya 1. Sınıf Emniyet Müdürlüğünün kapısını aralamasına karşın Aynı Hanefi Avcı, Emin Aslan’la ilgili mahkemede ve savcılık da verdiği ifadelerinde, medyaya söyledikleri ile çelişen söylemler içerisinde bulunabilir. 21. 1997 yılında yazdığım ‘Medyanın Gözüyle Susurluk ve Çeteler’ adlı ilk kitabımı; Hanefi Avcı’ya, kalemiyle onurlu yaşayanlara (Uğur Mumcu’ya) ve Polis Akademisi Öğrencilerine ithaf ettim ve kitabı hazırlarken de Avcı’dan aldığım kaynaklardan yararlandım. Örneğin: Binbaşı Ersever’in JİTEM Bölge Komutanı olarak aldığı takdir belgesinin fotokopisi gibi. Örneğin Veli Küçük ile ilgili dokümanlar da olduğu gibi. 22. Hanefi Avcı’nın Susurluk sürecindeki dik duruşu, polisin ‘omurgasız’ olduğunu söyleyenlere karşı tavrı, benim açımdan Hanefi Avcı’yı gerçekten de çok önemli bir obje haline getirmesi ve değer verilmesine neden olan bir durumdur. 23. Polis Akademisinde dersine girdiğim bütün öğrencilere, hem de yıllarca, Hanefi Avcı’yı tanıştırmaya gayret ettim. Onun bir anlamda; ‘ete kemiğe bürünen’ bir idol olmasına / o şekilde kurgulanmasına ben de katkı sağladım. Çünkü; emniyette rol model olarak modellenebilecek kişilerin varlığını göstermenin gerekliliğine inanıyor(d)um. ‘Sıradanları olağan üstüleştirmek yerine, olağan üstülerin bile sıradanlaştırılmasının’ gerekliliğine inanıyor(d)um. Bu nedenle de, Hanefi Avcı’yı hem kendim emniyetteki iyi adamlardan birisi olarak görüyordum, hem de onu emniyetteki öğrencilerime de bu şekliyle ifade ediyordum. 24. 1997 -2010 arasında kendisiyle yüzlerce kez yüz yüze, binlerce kez de telefon ile görüştüm. Emniyetin acaip esnek ve kırılgan ve de görevimi kaybederim korkusu içindeki insanlarına inat, 1997 Susurluk sürecindeki Hanefi Avcının sıkı duruşundan dolayı, o süreçte de hep onun yanında oldum. Onu savundum ve onun yanında olmaktan korkan emniyetçilere inat, onunla birlikte hareket ettim. Bugün ayni şey olsa da, yine onun / mağdurun / mazlumun yanında olur(d)um. 25. 1997 yılında Avcı’nın Mehmet Ali Birand’ın ‘32. Gün’ programına çıktıktan sonra da telefonla ilk arayan ve tebrik eden bendim. 26. Güvenlik Bilimleri Enstitüsündeki master derslerimde yıllardır verdiğim ‘Polis ve Medya İlişkileri’ konusundaki uzmanlığımı da, Avcı’nın medya üzerinde uzmanlaşmam konusundaki telkinlerinin katkısını olduğunu da burada söylemeliyim. 27. Hanefi Avcı’nın 1. Sınıf Emniyet Müdürü ve fakat pasif görevde olduğu zaman içerisinde, dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya, onu ilk götüren benim. İlk takdim eden benim. Benim Abdülkadir–Emine Aksu ile olan, 25 yıllık aile dostluğu çerçevesindeki çok yakınlığımı da katalizör yaparak, Hanefi Avcı’nın aktif bir göreve gelmesinde / aktif bir vazife yapmasında çok ısrarcı oldum ki; aradan bir ay geçmeden de, kendisinin Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı olduğunu da söylemeliyim. 28. Hanefi Avcı aktif görevlerde bulunduğu dönem içerisinde, hiçbir süreçte, kendisinden herhangi bir konuda, bir talebim olmadı. Kendisi Polis Akademisinden mezun olup, onun görev yaptığı yere tayin olan genç komiserler konusunda beni arar ve bunların nerelerde çalışırlarsa yararlı olabileceklerini bana sorar ve verdiğim bilgilerin sağlamlığına güvendiğini de ifade ederek, o genç arkadaşları da ona göre görevlere tayin ettiğini de burada söylemeliyim. Hiçbir il emniyet müdürünü göreve başladığında ziyaret etmememe rağmen, Hanefi Avcı’yı Edirne’ye tayin olduğunda, ziyaret ederek tebrik ettiğimi de belirtmeliyim. 29. Hanefi Avcı’nın 1997 ile 2004 arasındaki süreçte, teknik donanımdan ve istihbarati pratik uygulamalardan birebir uzaklaşması neticesinde, aktif göreve geri döndüğünde bir hayli zorlandığını, eski tüfek bazı polis memurları ve bazı eski emniyet müdürleri ile birlikte çalışmak şekliyle, kendisinin zaman tünelinin içinde kaldığını, ‘mezardan çıkmış birisi’ olarak’, yeni donanımlara ve sistematik analizine uyum sağlamakta zorlandığını da söylemeliyim. 30. Ayni zaman dilimi içerisinde, aktif görevde kalıcılığını süreklileştirmek adına, bazı çapraz ilişkilere girdiğini de, Abdülkadir Aksu’nun bana serzenişte bulunmalarından da biliyorum. Ama hala ‘maydanoz tarlasını bozmamak’ için bu konuda çok fazla bir şey yazmayacağım. 31. Benim Hanefi Avcı’yı çok sevmemden ve önemsememden kaynaklanan onun ‘kaplan’ statüsünde görmenin getirdiği körlük, onun bazı konularda ‘paper tiger’ olduğunu göremeyecek kadar şartlanmışlığıma neden olduğunu son yazdığı kitaptan sonra sanki daha net algılayabiliyorum. 32. Bundan sonraki süreç içinde, peşi sıra Hanefi Avcı’nın hakkında derinlemesine teferruatlı makaleler yazacağım. Yazdığı ilk ve sanırım son olacak olan bu kitabından hareketle de iki ayrı kitap çalışmasını hazırlıyorum. 3 ay içerisinde de onları okuyucunun değerlendirmesine sunacağım. 33. ‘The cemaat’ içindeki, makam / görev çekişmesi içinde olan, çok az sayıdaki; 3-5 esnaf / iş adamı, 8-10 emniyetçi, 3-4 MİT’çi, 5-6 muvazzaf veya emekli subay, 2-3 çakma hocadan oluşmuş ve önceden Fethullahçıymış gibi gözüken, ama her zaman başka başka yerlerle irtibatlı olmuş küçücük bir ‘Kemal’e ermiş bir grubun, Avcı’yı ama inandırarak ama kandırarak, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaları ve onun açıklamalarını kendi söylediklerine payanda yapmaları söz konusu mu sorusunun yanıtını da bulmaya çalışacağım. 35. Yine bir elin parmaklarını bile bulmayacak kadar az sayıdaki, ülke insanına ve devlete hizmet etme yerine, cebini doldurma ve makamını pekiştirme düşüncesi içindeki sanki ‘the cemaat’in içindeymiş gibi gözüken ve fakat güvenlik bürokrasisi içinde yer alan Sabri Basrioğlu ve Murtaza Çetiner gibilerin, Hanefi Avcı’nın arkasına saklanarak, karşı taraf olarak gördüklerine, Hanefi Avcı’nın arkasından ve medya üzerinden ateş etme arzusu mu söz konusu sorusunun yanıtını da yazacaklarım / okuyacaklarım / konuşacaklarım içinde arayacağım. Bu kişiler, yıllardır ‘güvenlik, istihbarat, emniyet, asker, polis, MİT’ gibi caf caflı lafları kullanarak, hem insanların üzerinde haksız tahakküm kurmuşlar, hem de yetkileri ellerinden gidince de Avcı’yı ‘av’ haline getirtme saikini de sistematize ederek, onu çok kötü bir şekilde kullanmışlar mıdır ya da Hanefi Avcı da başka başka ince hesaplar ile bu adımı mı atıyordur sorularının cevaplarını da burada alt alta sıralayacağım. 36. Kişisel hatalarından dolayı Sabri Uzun, Emin Aslan, Orhan Özdemir, Faruk Ünsal, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya’nın aktif görevlerini kaybetmeleri söz konusu olunca, Hanefi Avcı; kendisinin zaafları / yaptıkları / yapmadıkları bağlamında, sıranın kendisine geldiğini anlamış ve ortanın üzerindeki her zeka sahibinin ortaya koyacağı bir savunma refleksiyle; ‘en iyi savunma saldırmadır, onlar gerçekleri açıklamadan önce ben saldırayım ki kamuoyunun kafasını karıştırayım, benim hatalarım ve yanlışlarım da ortaya çıkıp, ben görevden alınacağıma göre, kavgada ilk yumruğu ben vurayım ve bunu da ‘the cemaat’ operasyonuna dönüştürerek masumu oynayayım’ ajitasyonuna adım mı atmıştır. 37. Yukarıda saydığım emniyetçi olan her isim ile ilgili daha sonraki yazılarımda ve kitap çalışmalarımın içinde çok ama çok teferruatlı olarak bahsedilecektir. Ancak Sabri Abi (Uzun), Emin Abi (Aslan) ve Celal Abi (Uzunkaya) çerçevesinde bir cümle söylemem gerekirse, yarın yasalarla bu 3 kişi % 100 suçlu bulunsalar ve yargı yoluyla mahkum edilseler bile, benim açımdan bu 3 abi gerçekten de çok sevilen ve sayılan kişilerdir ve de hapishane olsalar bile ziyaretlerine gidilecek olan büyüklerimdir. Yasalar onları suçlu bulana kadar, ben onların suçlu olmadığına inanma hakkımı kullanmaktayım. 38. Ankara ve Kayseri eski il emniyet müdürü Orhan Özdemir hakkında nötrüm. Tanırım, hakkında pek çok şey bilirim, duyarım ama olumlu da ya da olumsuz da şu aşamada hiçbir şey söylemek istemiyorum. 39. Mustafa Gülcü ve Faruk Ünsal hakkında da; vefat ettiklerinde cenaze namazlarını kıldıran imam; merhumları nasıl bildiriniz?’ diye sorduğunda; ‘ben iyi bilirdik’ diyemeyeceğim ve mevtalara; ‘hakkınızı helal edin’ dediğinde de; ‘hakkımı –eğer varsa- helal edemeyeceğim. Tanrı’ya inanan birisi olarak öteki dünyada da çok ciddi azap görecekleri kanısındayım. Ergenekon yapısının özel güvenlik içinde odaklanmasıyla ilgili olarak, özel güvenlikte yasal boşlukların bilinçli olarak bırakıldığını düşünüyorum ve bu konuda da başbakan’a gerekli olan bilgileri verdim. 40. Hanefi Avcı ‘Vahşi bin Harp’ midir? 2. Nurettin (Veren) midir? 3. Adil Serdar Saçan mıdır? Ya da kendi idollüğünü bazı menfaatler için harcayan bir zavallı mıdır? Veyahutta kasetinin otaya çıkmasından endişe duyan bir ‘paper’ kaplan mıdır?.. İşte bu soruların yanıtlarını bundan sonraki makalelerimizde fazlasıyla bulacaksınız… [email protected]
<< Önceki Haber HANEFİ AVCI NURETTİN VEREN Mİ? BEN FETHULLAH GÜLEN Mİ?... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER