MHP'NİN 'DERİN DEVLET'İN BAHÇE(Lİ)SİNDEN HİÇ ÇIK(A)MAYANLARLA ONUR İMTİHANI


Önce Hasan Celal Güzel’in 1980’li yıllarla ilgili MHP değerlendirmesi ile işe başlayalım; Güzel ironik bir söylemle; ‘…10 milliyetçi arkadaş bir araya gelince, bunların 3-4 tanesi milliyetçi, 6-7 tanesi de çakma milliyetçi istihbaratçı olabilirdi ve ben de arkadaşlara takılırdım. MHP mi MİT’i ya da MİT mi MHP’yi idare ediyor / yönetiyor derdim…’ anlatımında bulunuyor. İsterseniz Devlet Bahçeli için de, ismiyle müsemma olarak, (ama derin ama sığ) devletin bahçesinden, hiç dışarıya çıkmayan bir akademisyen midi(r) diye de soralım. Bu bağlamda, Mehmet Şandır, Oktay Vural ve Deniz Bölükbaşı gibi MHP’lilerin, MHP vitrinde sıklıkla boy göstermesi sonucunda, kendi değerleri ile taban tabana zıt söylemler geliştiren bu kişilerin gereğinden fazla konuşması nedeniyle, MHP’nin gerçek Anadolu insanı olan kişilerden oluşan tabanında, kaymalar / kırılmalar / çatlaklar / oy kaybetmeler söz konusudur. Şandır, Vural, Bölükbaşı’nın söylemlerinin adeta bir ‘kozmik bürobasın açıklaması gibi olduğunu da eski(meyen) bir ülkücü olarak gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Benim ‘ülkücü’ denildiğinde, aklıma ilk gelenlerin, İzmir’den babamın yakın arkadaşı ‘Fedai’ dergisinin sahibi şehit Kemal Fedai Coşkuner ya da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu olduğunu belirtebilirim. İşte o nedenle de; Şandır, Vural ve Bölükbaşı’nın söylemlerinin, Ergenekon tutuklusu Doğu Perinçek’in anlatımları ile çoğu zaman bire bir örtüştüğünü görüp üzülüyorum. Şandır, Vural ve Bölükbaşı gibilere inat, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ülkücü hareketi ve alperenleri ne kadar şiddetten arındırmak ve yasal olmayan her türlü eylemden izole etmek için çalışmalar yaptığını ilk elden bilen birisiyim. Onun böylesi şiddetten ve aşırılıklardan arınmış ve hatta (ılımlı) İslam ile de barışmış olan yaşam biçimi ve milliyetçilerin ‘sözde değil öz de Müslüman’ olmalarını savunan söylemleri, ülkücü tabanda da içselleştirildiği için, Muhsin Yazıcıoğlu da, ‘derin devletin’ ortadan kaldırılması gerekenler listesinde yer alıyordu. Yer alıyordu çünkü; ‘…12 Eylül öncesinde biz devletimizi savunuyoruz diye mücadele ederken, 1980 ihtilali ile devletin sağ eli solculara bir yumruk vururken, devletin sol eli de biz ülkücülere bir tokat attı ve bizi Mamak Askeri Cezaevine / Cehennemine gönderdi. Ben yedi yıl boyunca Maocuların Türkiye Sorumlusu ile birlikte ayni hücrede kaldım. Arkadaşlarımıza işkence yapıldığı için, ölenler, yaralananlar, kısmı felç geçirenler oldu. Avrupa’dan gözlemciler geldiğinde, devrimci arkadaşlar ‘bize işkence yapılıyor’ diye bas bas bağırırken, biz ‘milli devlet güçlü iktidar’ söylemleri ile büyüdüğümüz için, bize sorulduğunda ‘hayır işkence yapılmıyor’ derdik. Ama şimdiki aklım olsa, bas bas bağırır ve evet yapılıyor derdim…’ anlatımında bulunuyordu. Ve; ‘…teröristle ve terörle uğraşmak / mücadele etmek ülkücünün / alperenin işi değil, devletin askeri – polisi var. Onlar terör ve teröristle mücadele edecekler, kimse durumdan vazife çıkararak kendine bir rol biçmesin…’ haklı anlatımında bulunurdu. Bulunduğu için de, ülkücüleri, alperenleri teröre bulaştıramayan karanlık güçler, onun ortadan kaldırılmasını istediler. Muhsin Yazıcıoğlu, Şamil Tayyar’a; ‘ülkücü / alperen tarlası bizim ama burayı başkaları sürmüş / ekmiş’ değerlendirmesini yapmıştı. İşte bu çerçeveden konuya yaklaştığımızda; ağzını her açtığında M(C)HP’ye değil, BBP’ye saldırmayı bir meziyet sayan Doğu Perinçek; ‘…Hrant Dink cinayetinden sonra BBP çevresi ve Alperenlerin adının geçtiğini biliyoruz. Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde Hristiyanların katledilmesine bakıyorsunuz BBP ve Alperenler. Rahip Santaro cinayetinde yine BBP çevresi ve Alperenler. Birleştirilen Danıştay davasında sanıklar hep BBP’li ve Alperenler. Alparslan Arslan da, İdris Arslan da bu çevrelerden. Alparslan Arslan hukuk fakültesi yıllarında, yurt, öğrenci faaliyetlerinde BBP ve çevresi içinde. Gladyonun eylemlerinde bir tarafta PKK, bir tarafta BBP ve Alperenler var…’ şeklinde açıklamalar yaparak görevini Silivri’den bile tam ifa etmeye çalışmaktadır. ABD siyasi hayatındaki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar ikili yapısındaki gibi bir yapının ‘cumhuriyetçiler’ini oluşturan ve ulusal sol ile ulusal sağı bir araya getirmeyi amaçlayan Kızılelma koalisyonu çerçevesinde olaylara baktığımızda, Yaşar Okuyan, Mümtaz Soysal, Doğu Perinçek, Sadettin Tantan, Türk Solu, Alpaslan Aslan, Veli Küçük, Fikri Karadağ ve Kemal Kerinçsiz gibi çok farklı kişi ve gruplar aynı çatı altında toplanmaktadır. MHP ve CHP’nin yapması gereken de bu ‘cumhuriyetçiler’ yapısının içinde mi olacaklar yoksa ‘demokratlar’ şeklinde ifade edilecek bir statüde mi bulunacaklardır?.. Bu makale bağlamında irdelediğimiz MHP’ye baktığımızda, Devlet Bahçeli’nin düzenlediği son medya ile kahvaltılı basın toplantısına çağrıl(mayan)lar bile başlı başına bir ibretlik durum sergilemektedir. Bazı gazete ve televizyonların temsilcilerine ismen davetiye gönderilirken, Zaman, Türkiye, Bugün, Yeni Şafak, Star ve Vakit gazeteleri ile Samanyolu TV, Kanaltürk, Kanal 24, Kanal 7, İHA ve TGRT'nin de aralarında bulunduğu televizyon kanallarına toplantı yalnızca faksla duyurulur. Bilindiği gibi, aynı uygulamanın bir benzeri de Bahçeli'nin önceki medya kahvaltısında da yapıldı. İsmine davetiye gönderilmeyen temsilci ve muhabirler toplantıya alınmadı ve kapıdan çev(i)rildi. MHP yönetimi bu garabet durumu ise yalnızca "parti tercihi" şeklinde açıkladı. ‘Halkoylamasında kendini parçalarcasına BDP, Ergenekon, CHP üçlüsüne destek veren Doğan medyasına ambargo koymasını beklemiyorsunuz herhalde değil mi?’ diyenlere de eminim verilecek bir yanıt vardır. MHP’nin % 16’larda olan oyunun yarısına yakınının sandıkta ‘evet’ demesi ve partinin inanılmaz oy kaybı ve hatta kalesi sayılabilecek yerlerde bile yaşadığı hezimetler göz önünde bulundurulduğunda, muhafazakâr medyayı takip eden Anadolu insanı da elbette parti tercihleri ve akredite olmuş partiler bağlamında kendince değerlendirmelerde bulunacaktır. Umudumuz ve temennimiz o ki; Erzurum, Yozgat, Konya, Kütahya, Manisa, Tokat gibi standart Anadolu şehirlerinin halkı da muhafazakâr bakış açısını yansıtan medyaya tavır koyan MHP’ye aynı tavrı sandıkta göstererek onu daha önceki seçimlerde yaptığı gibi parlamento dışında bırak(may)acaktır. Ramiz Ongun’dan sonra, MHP İstanbul eski milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk, referandumda MHP'nin kalelerinde açık ara “evet”çıkması üzerine MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye istifa çağrısında bulunarak “Herkes fesini önüne koyup kendine çeki düzen versin. Mağlup olanlar da, ‘artık biz galip gelemiyoruz, hadi Allah'a ısmarladık' demelidir” anlatımında bulunmaktadır ki kanımızca önemlidir. Yine Prof. Numan Kurtulmuş’un Devlet Bahçeli’ye içtenlikle söyledikleri de önemlidir. Bahçeli’nin kırıcı ve uzlaşmaz üslubuna atıfta bulunan Kurtulmuş; ‘…Eğer bir siyasi kooperatifinden bahsedilecekse, bu kooperatifin en gayretli üyesi Sayın Bahçeli'nin kendisidir. Maalesef dışlayıcı ve suçlayıcı muhalefet anlayışı ile Sayın Bahçeli AKP değirmenine su taşımaktadır. Keşke bu süreçte kamplaşma, kutuplaşma yerine Saadet Partisi'nin üslubu tercih edilseydi. Biz yapıcı ve sorumlu muhalefet anlayışımız gereği yeri geldiğinde hükümetin politikalarını en sert şekilde eleştirmemize rağmen, referandum sürecini, iktidarın bir güven oylaması olarak görmedik ve en başından beri bir kamplaşma ve kutuplaşmanın içerisinde olmadık. Saadet Partisi'nin referandumdaki tavrı, Sayın Bahçeli'nin iddia ettiği gibi Saadet Partisi ve AKP arasında bir işbirliği değil, 82 Anayasası ile birlikte millet egemenliğine karşı oluşturulan bürokratik oligarşiyi yıkma adına ortaya konmuş ilkeli bir duruştur. Şunu samimiyetle söylüyorum ki, iktidarda MHP olsaydı ve böyle bir Anayasa paketini gündeme getirseydi biz bu pakete de 'evet' derdik…’ anlatımları ile duygularını açıklar. Bahçeli’nin; ‘…MHP'nin genel başkanlık makamı bir tarikatın, bir cemaatin siyasi sesi, siyasi odağı haline gelemez. Eğer bir cemaate ya da tarikata bağlı, kendi inanç sistemini yaşayan bir parti mensubumuz, o cemaatin siyasallaşma süreci paralelinde hareket etmeye başlarsa MHP ile ilişkisi kopmuş demektir…’ anlatımı da ‘okyanus ötesini’ de, ‘cemaatleri de, kendi MHP tabanını da, Türkiye gerçeklerini de kavramaktan uzak bir değerlendirmedir. Bu çerçevede yapılan her değerlendirme, sanırım Devlet Bahçeli’yi, içinde oynadığı devlet bahçesinde bile yalnızlaştıracak / izole edecek ve değil iktidara taşımak, CHP statükosu ile özdeşleşen bir MHP görüntüsünün ortaya çıkmasına neden olacaktır. Gene Devlet Bahçeli’nin; ’Bir dağa bir serçe konsa dağ ne kazanır, bir dağdan bir serçe kalksa dağ ne kaybeder?’ şeklindeki söyleminin, ne kadar doğru ya da ne kadar yanlış olduğunu, sanırız çok kısa bir süreç içerisinde bütünüyle Anadolu insanları kendisine gösterecektir. Yeri geldiği zaman, rahmetli Bülent Ecevit kadar bile kararlı ve saygın bir dik duruş göster(e)meyen, sessiz kalmayı tercih eden, ‘sessizliğin sesini sonuna kadar açıp, karanlıkta ıslık çalmaya gayret edenler’, ibret ve hayretle Kanal 24, Star Gazetesi, Yenişafak Gazetesi, Zaman Gazetesi, Bugün Gazetesi, Samanyolu Tv, Samanyolu Haber Tv, Kanaltürk, Habertürk Tv, İHA, Cihan Haber Ajansı, Tgrt Haber, Türkiye Gazetesi, Vakit Gazetesi, Kanal 7 ve Taraf Gazetesi tarafından izlenilecek ya da haberleştiril(mey)erek kamuoyuna gereken bilgi verilecektir. İnternet medyasının dünyadaki en büyük haber portalları olmasının bile göz ardı edildiği bir durumda, MHP’nin uyguladığı ambargo da internet medyasını da unutmayarak, toplantıya internet medyasından bir tane bile temsilcinin davet edilmemesi de, sanırım en büyük garabet olarak akıllarda kalacak bir durum olsa gerek. Arzumuz ve umudumuz, iktidar alternatifi olacak ve ortak akılla hareket eden bir MHP’nin mevcudiyeti… O ise C(M)HP olmak yolunda giden, vesayet sistemini savunan ve ‘hayır’ da ‘hayır’ arayan bir MHP!... Allah MHP’ni versin ne diyelim!.. [email protected]
<< Önceki Haber MHP'NİN 'DERİN DEVLET'İN BAHÇE(Lİ)SİNDEN HİÇ ÇIK(A)MAYANLARLA... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER