PKK'nın ötesindeki muhatap


Kürt sorununda "kiminle çatışılıyorsa onunla konuşulur, onunla muhatap olunur" sözü insanların özellikle de devletin ve devletçi kesimlerin zar zor geldikleri ama baştan beri doğru olan çizgi olarak işaret edildi. Kürt sorununu çözecek yasal adımlar atılsa bile, hatta bu adımlar Kürt halkı nezdinde bir hüsnü kabul görse bile, bu sorunun müvekkilliğine soyunmuş ve bu sorunun varlığıyla kendine bir varlık elde etmiş güçleri muhatap almadan bitiremiyorsunuz. Elinde bir savaş makinası var ve bu savaş makinasını sürekli çalıştırmakla tehdit ediyor bu güç. Bu gücün talep ettiği şey iktidar ve sırf iktidarı elde etmek için başvurduğu bu acımasız yollar, o güce neden bir iktidar teslim edilemeyeceğini yeterince gösteriyor. Ama bir yandan da bu gücün elinde tuttuğu rehineleri kurtarmak gerekiyor. PKK meselesi bir yerden sonra bir rehine kurtarma operasyonunu andırıyor. İstedikleri yerine getirilmezse daha çok kan akacağını anlatmaya çalışıyor sürekli. Haklarını savunduğunu söylediği halkın durumunun iyileştirilmesi, o halk lehine bazı garantilerin verilmesi de yetmiyor. O kendisi için de bir şeyler istiyor ama çok fazla şey istiyor, verilemeyecek kadar şey istiyor. İstediği zaman istediği yerde pusular kurup insanları öldürebileceğini kanıtlayarak bu yeteneğini isteklerinin yerine getirilmesi için bir tehdit olarak kullanıyor. Devletin birinci önceliği rehineleri kurtarmak. Mümkünse rehineleri elinde tutanların makul isteklerini de yerine getirerek bir çözüme gitmek. KCK tutuklamalarından dolayı BDP'li Gülten Kışanak "AKP Kürt avına çıkmış!" diye tepki gösteriyor. Kürtlerle PKK arasında mutlak özdeşlik kuran bu dile daha önce de değinmiştik. Bu çok tehlikeli ve ucuz bir siyasallaştırma dili. Kürt halkını ajite etmeye dönük bu dille aslında kendi halkını kendisine kalkan yapmış oluyor. Kendisine yönelecek bütün öfkenin önüne hiç de mertçe olmayan bir hareketle Kürt halkını sürüyor. Oysa KCK, şehir eylemlerinde PKK'yı temsil eden bir kuruluş. Şehirdeki terör olaylarını organize eden, seçilmiş belediyeler üzerinde PKK'nın vesayetini tesis eden, insanlardan haraç alan, her türlü mafya faaliyetini de içeren bir yapı. Gerçekten silahı bırakıp siyaset yapmak isteyenlerden olsa baş göz üstüne. PKK'nın siyasallaşması kim ne derse korkulacak, kaçınılacak bir şey değil. Ama siyasallaşma demek, silahlı gücünden ve imkanlarından vazgeçmeden bir de siyasetin araçlarını da kullanmak demek değil. Sözümona bir "Kürt veya PKK realitesi" adına her tür kanunsuzluk, haraç, gasp, tehdit, silahlı vesayet de tolere edilemez. PKK gerçekten siyasallaşacaksa buyursun siyasallaşsın, bunu artık herkes bekliyor. Ama KCK yapılanması ve faaliyetleri siyasallaşma değil, siyasetin PKK tarafından rehin alınmasıdır ve arkasında ne kadar halk desteği olursa olsun kabul edilemez. KCK operasyonlarını çözümsüzlüğün nedeni olarak öne süren BDP, bir yandan da KCK'nın mezkur ve menşur terör eylemlerinin siyasal faaliyetler cümlesinden makul ve anlayışla karşılanmasını istiyor. Galiba bunun karşısında devlete de bir yandan müzakereleri devam ettirirken, kendi operasyonlarının anlayışla karşılanmasını talep etme hakkı doğmuş oluyor. Söylemesi tabii ki hoş değil, ama bu akla uyarsak, BDP'nin de bunu anlayışla karşılaması gerekiyor. Bir Öcalan'ın, bir Kandil'in bir BDP'nin muhatap alınması üzerine yıllarca oyalanan devlet nihayet kim varsa, kim gerçekten istiyorsa onu muhatap alma noktasına gelince, bir de fark edildi ki, PKK veya Kürt siyasetinin içinde aslında sorunu çözebilecek, çözüm üretebilecek yetkide kimse yok. Bu aslında bu hareketin toplamının kendi kontrolünü kaybetmiş olduğunun göstergesi. Bugün Öcalan'ın avukatlarıyla görüştürülmesini Kürt sorununun odağına yerleştiren BDP'liler daha bir süre önce Öcalan'ın iradesini yok sayan sürece şevkle hizmet etmediler mi? Bu da çözümün son noktasında Öcalan'ın da yetkili olarak kabul edilmeyeceğinin güçlü bir işareti olarak anlaşılmadı mı? PKK adına gerçekten yetkili biri bulunsa hükümet artık muhatap almaktan çekinmiyor, ama muhatap kim? PKK diye aslında Türkiye kiminle savaşıyor? Bu soru bizi kaçınılmaz olarak PKK'nın ötesine götürüyor. * * * TENZİLE ANNENİN DUASI SDAV Genel Sekreteri değerli dostum Aydın Bolat yakınlarda annesini kaybettiğinde, taziye için ziyaretimde altmışında yetim kalmış biri olarak beni çok etkileyen bir söz sarfetmişti: "Bir dua kaynağını kaybettim demişti" Aydın abi. Anneler çocukları için muhakkak ki çok şey ifade eder, ama bir de çok önemli bir dua kaynağı olma özellikleri var. En içten en hesapsız, en kalbi duaları edenlerdir analar. Tenzile anne, evladı için çok güçlü bir dua kaynağı olmalı. O dualar evladını yaptıklarıyla bu dünyanın bütün hesaplarını altüst eden muvaffakiyetlere koşturmuş. O dualar olmasa, Allah katında neyiz ki? Başbakanın bu dünyada başardıklarının basitçe akıl, strateji ve taktiklerinin bir sonucu olmadığını ancak arkasından yapılan "dua"yı bilenler bilir. Onun yaptıklarının ardında her şeyden önce Tenzile annenin duası var. Şimdi o dua kaynağı, bütün duaların kaynak ve hedefine, Rahmet-i âlâya ulaştı. Tabii ki o kaynağın kuruduğunu göstermiyor bu. Dua, kaynağını bizzat yüce yaradanın suladığı ve nasibi olanlara ulaşan bir pınardır. Gelmiş geçmiş siyasetçiler arasında Erdoğan kadar bu kaynaktan nasiplenen bir kimse olduğunu sanmıyorum. Rahmetli anneannemin sevdiği, herkes için ve tabi kendisi için hergün onlarca kez tekrarladığı tek kelimelik bir duası vardı "alel-iman" derdi. Yani "Allah akıbetimizi iman üzere kılsın". Başbakan Erdoğan'ın vefat eden sevgili annesine Allah'tan rahmet, ailesine sabr-ı cemil diliyorum.
<< Önceki Haber PKK'nın ötesindeki muhatap Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER