Ali Bulaç'tan 'adresi belli' yorumsuz gönderme

Ali Bulaç hırsızlıkla ilgili yazdığı yazıda bunun yolsuzlukla aynı olduğunu ve İslam hukukuna göre cezasının da belli olduğunu belirtti.

Ali Bulaç'tan 'adresi belli' yorumsuz gönderme

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, yolsuzluk yapan kişilerin hükmünü Peygamber Efendimiz'den naklettiği hikaye ile anlattı. Bulaç'a göre yolsuzluk ve hırsızlık arasında fark yok ve cezası belli.

***

Fatıma da olsa!

İslam hukuku, hırsızlık yapan erkek veya kadın için ağır cezalar vaz’etmiştir (Bkz. 5/Maide, 38-40.) Hırsızlık sadece açıkta veya gizli malı çalmak demek değildir, nitelikli ve niteliksiz olanlarıyla envai türlüdür.

Had cezasını gerektiren hırsızlık fiillerinin klasik ve geleneksel toplumlardaki şekliyle modern toplumda geçerli olan iktisadî, malî finans şekli arasında önemli farklılıklar var. Yukarıda işaret edildiği üzere modern iktisadi hayatta kaba, hemen tespit edilebilir hırsızlıktan çok, nitelikli, dolambaçlı yollarla yapılan hırsızlıklar, yolsuzluklar söz konusudur. İslam fıkhında bu konuyla ilgili yeni içtihatlara ihtiyaç vardır. Söz gelimi ortaklıklardan müteşekkil şirketler veya kamu kaynaklarına yönelik suistimal, usulsüzlük ve yolsuzluklar bu kapsamda ele alınıp yeni içtihatlar yapılmayacak olursa, nitelikli hırsızlar pastanın büyük payını alacak, yoksulluk ve açlık içinde kıvrananlar ise kaba hırsızlıklar yapmaya zorlanıp çeşitli cezalara maruz kalacaklardır. Bu, hükmün hikmetine de, maksadına aykırı olur.

Hırsızlık ahlakî açıdan yüz kızartıcı bir suçtur; malı, parası veya kıymetli eşyası çalınan kişi mağdur olur. Hırsız mazur görülemez. Fakihler, ‘kullara ait hakların ihlali’ ile ‘Allah’a ait hakların ihlali’ arasındaki farka işaret ederek cezada ısrar etmişlerdir. Hırsız hiçbir şekilde korunamaz. Bunun en çarpıcı örneği Hz. Peygamber (sas)’in Mahzunoğulları’ndan bir kadının yaptığı hırsızlık olayında takındığı tutumdur:

Hz. Aişe (r.anha) diyor ki: “Allah’ın Elçisi zamanında Mekke’nin fethi sırasında hırsızlık suçu işleyen Mahzunoğulları’ndan bir kadına uygulanacak hüküm Kureyş’in ağırına gitti. ‘-Acaba kim Allah’ın Elçisi’nden bunun affedilmesini rica edebilir?’ dediler. ‘Buna Allah’ın Elçisi’nin sevdiği Üsame bin Zeyd’den başkası cesaret edemez’ dediler. Üsame bin Zeyd, kadın hakkında Allah’ın Elçisi’yle konuştu. Allah Elçisi’nin rengi değişti.

‘-Sen yüce Allah’ın cezalarından birini kaldırmak için şefaat mi ediyorsun?’ dedi. Üsame (bir anda yaptığı hatanın farkına vararak);

‘-Ey Allah’ın Elçisi, benim için Allah’tan bağışlanma dile.’ dedi.

‘Yatsı olunca, Allah’ın Elçisi kalktı, bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ü senadan sonra dedi ki:

Sizden öncekilerin helak olmasına sebep şerefli biri çaldığı zaman onu bırakmaları, zayıf biri çaldığı zaman onu cezalandırmaları olmuştur. Nefsimi elinde bulunduran Allah’a andolsun ki, Muhammed’in kızı Fatıma da çalsa, elbette elini keserim.’ Sonra emir verdi, hırsız kadının eli kesildi.” Hz. Aişe der ki: ‘O kadının tevbesi güzel oldu. Evlendi, bana gelir giderdi. Ben onun dileğini Allah’ın Rasulü (sas)’e iletirdim.’ (Buhari, Enbiya, 54, Megazi, 35; Hudud, 11; Müslim, Hudud, 9).

Belirtmek gerekir ki, Efendimiz’in temiz kızı Fatıma söz konusu olduğunda bu hipotetik (farazi) bir olaydır. Ceza adaletinin herkese eşit olarak dağıtılması hikmetine mebnidir. Güçlüler, statü sahipleri, büyük zenginler, imtiyazlılar hırsızlık yaptığında korunur, yoksullar ise şiddetli bir biçimde cezalandırılır. Hz. Peygamber, bunun öteden beri süren bir uygulama olduğunu, toplumların çöküşüne yol açtığını ve adaleti temelden sarstığını belirtmiştir.

Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde infaz edilen ilahî bir hüküm (had), orada yaşayanlar için kırk sabah yağmur yağmasından daha faydalıdır.” (Nesai, Hudud, 3.) Hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk gibi suçları işleyenler önemli, itibarlı kişilerdir diye korunmaz, hangi görevde olursa olsun yargılanır. Hiç kimse Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’dan daha itibarlı ve daha saygın değildir.

Vehbe ez-Züheyli “İslâm ceza hukukunda ‘had’ler ‘Allah hakkı’ olarak kabul edilmiştir.” der. Yani haddi (İslâm’ın tespit ettiği cezayı) gerektiren suçlar kamu hukukuna tecavüz anlamı taşımaktadır. Kısas kul hakkı olduğu için buna had denilmemiştir.  Suç işleyenlere hak ettikleri ceza uygulandığında kimseyi bir acıma tutmamalı (24/Nur, 3), cezaları neyse ne eksik ne fazla tam olarak verilmelidir. Güçlüleri suç işlediğinde korunan bir toplum çöker. Bu, İlahi sünnetin gereğidir.
<< Önceki Haber Ali Bulaç'tan 'adresi belli' yorumsuz gönderme Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER