'Bu ağızdan haktan başkası çıkmaz'

"Yaz! Hayatım elinde olan Zat'a yemin ederim ki, bu ağızdan haktan başkası çıkmaz"

'Bu ağızdan haktan başkası çıkmaz'

[Kürsü] Malumunuz olduğu üzere, okuma-yazma bilmeyen ve zihni, annesinden doğduğu gibi saf ve temiz kalan kimseye "ümmî" denir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Ey Resûlüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi." (Ankebût Sûresi, 29/48) ayetinin de açıkça ifade ettiği gibi ümmî idi. Nitekim kendisine vahiy gelinceye kadar okuma-yazma bilmediği umum ulema tarafından kabul edilmektedir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Allah öğretmediği için, Tevrat ve İncil veya başkalarının yazdıkları kitapları okuyamıyordu. Allah'ın O'na okuma ve yazmayı öğretmemesi, peygamberliği için gerekli olan hususlardan biriydi. Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere Allah Resulü'ne yazı yazma ve okuma öğretilmemişti. Şayet bilseydi, bâtıl peşinde koşanlar, "O, geçmiş kitapları alıyor, okuyor ve okuduklarını bize anlatıyor" diyeceklerdi. Hâlbuki Efendimiz'in ümmî olduğunu dost-düşman herkes biliyordu. Binaenaleyh burada, Efendimiz'in okuyup yazmasının olmamasını, O'nun peygamberliğinin, Saadet Asrındaki kendi muhatapları tarafından tasdik edilmesiyle alakalı olduğunu da görüyoruz. Bu itibarla, Efendimiz'e yazı yazdırılmamıştır. Ancak burada hemen şunu ifade etmek gerekir ki, ilim, yazı yazmak demek değildir. Allah Resûlü, ulûm-u evvelin ve âhirine (öncekilerin ve sonrakilerin ilmine) vâkıftı. Allah, -keyfiyeti bizce meçhul- elini onun sırtına koyunca, mağrib ve maşrık arası açılmış ve Efendimiz zerreden küreye, makro âlemden mikro âleme kadar her şeyi bir kitap sayfası gibi önünde görmüştür. Allah "ikra' - oku" dediği zaman da, "hakikatin ifadesini ve okunmasını O'nun ruhuna üflemişti." Cenab-ı Hak 'ikra' diyerek Nebi'sini okutmuştur ve o Nebi de kendisine indirilen Kur'an'ı tek okuyuşta ezberine almıştır. O'nun Kur'an dışında hayatın her ünitesiyle alakalı söylediği sözlerinin bütünü de ayrı bir ilim hazinesidir ki, bu hazineye de "vahy-i gayr-i metlüv" denilmektedir. Vahy-i gayr-i metlüv, doğrudan doğruya Cibril vasıtasıyla, Kur'an şeklinde gelen vahyin dışında, Allah'ın Efendimiz'in ruhuna üflediği vahiy demektir. Allah Resûlü hayatı boyunca konuşmuş ve yanında bulunan güzide ashabı da onun bütün konuşmalarını kayıt altına almışlardı. Bir ara bazı sahabiler, Efendimiz'in de beşer olması itibarıyla sinirlendiği ya da sevindiği anlar olabileceği ihtimaline binaen, münhasıran o zamanlarda konuştuğu şeylerin yazılmasının doğru olmadığını düşünmüşlerdi. Bu hâdiseyi Hazreti Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) bize şöyle anlatır: "Ashâb-ı Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) arasında benden daha fazla hadis bilen yoktur; ancak Abdullah b. Amr ibn el-Âs müstesnâ; çünkü ben yazmazdım, o yazardı". Gerçekten, bizzat Abdullah b. Amr Hazretleri'nin ifadesine göre, o Allah Resûlü'nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) duyduğu her şeyi yazardı. Kendisine "Sen, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun; halbuki o da bir beşerdir. Öfkelendiği zaman da olur, hoşnut olduğu zaman da" diyenler oldu. (Bu sözleri kimlerin söylediğini edep açısından ve gerekmediği için hadîs râvileri gizlerler.) Abdullah ibn Amr, bunun üzerine yazmayı bıraktı ve meseleyi Allah'ın Resûlü'ne arz etti. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) elini fem-i mübareklerine götürerek şöyle buyurdular: "Yaz! Hayatım elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, buradan haktan başkası çıkmaz." O, bir beşer de olsa, yine Nebî idi; gazaplanması da, hoşnutluğu da Allah içindi ve her hâlukârda o hep hakkı söylerdi. Evet O'nun hiçbir sözü hevâsından değildi ve beşerî arzularından kaynaklanmıyordu. Daha doğrusu O, kendinden konuşmaz; sadece kendine vahyolunanı söylerdi (Bkz: Necm Sûresi, 53/3). Evet tekrar mevzua dönecek olursak, Efendimiz'in ümmîliğini, -haşa- bir şey bilmiyordu şeklinde anlamamak gerekir. Vahiy gelmeden evvel bile O, çok kâmil ve yüce bir ruhtu. Hazreti İbrahim'in dininin bakiyesi ile amel ediyordu. Çevresince de faziletli bir insan olarak tanınırdı. Öyle olmasaydı, Mekke'de, insanların birbirlerini öldürdükleri o dönemde, hiç O'nun hakemliğine müracaat ederler miydi? Allah, O'nu evvela müstesna yarattı. Sonra da o müstesna aynaya Kendi ilmini aksettirdi ve biz Efendimiz'de Allah'a ait hakikatleri müşahede ettik. ÖZETLE 1- Efendimiz, yazılı metinleri Allah öğretmediği için okuyamıyordu. Allah'ın O'na okuma ve yazmayı öğretmemesi, peygamberliği için gerekliydi. 2- Allah, -keyfiyeti meçhul- elini onun sırtına koyunca, mağrib ve maşrık arası açılmış ve Efendimiz her şeyi bir kitap sayfası gibi görmüştür. 3- O, bir beşer de olsa, Nebî idi; her hali Allah içindi ve hep hakkı söylerdi. Evet O'nun hiçbir sözü hevâ ve arzusundan kaynaklanmıyordu.
<< Önceki Haber 'Bu ağızdan haktan başkası çıkmaz' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER