İntihar mı etsek, cahil mi kalsak?

Tartışmanın başladığı andan itibaren saflarını belirleyenler ‘manşetleriyle’ süreci tanımlamaya çalıştılar.

İntihar mı etsek, cahil mi kalsak?

‘Ak Parti’yi ve (Fethullah) Gülen’i bitirme planı’ diyerek lafı dolaştırmadan gerçeği ve hedefi zihnimize kazıyan Taraf gazetesi’ne karşılık, ulusalcı blok önce belgeyi algılama biçimlerimizde kırılma yaratmaya çalıştı. ‘İrtica Eylem Planı’ diyenler için ‘o belge varsa bile haklı bir nedeni ve arka planı vardır; çünkü gericileri işbaşından uzaklaştırmak istiyordur’ düşüncesi yayılmak istendi. ‘Bu üslupla belge mi yazılır’ dendi. ‘Topyekün Savaş’ manşetlerinin atıldığı 28 Şubat sürecinde darbeciler ‘gerekirse silah kullanırız’ başlığıyla tehditlerini iletirken üslup sorun olmamıştı. 27 Nisan E- Muhtırası’nın Türkçe’si herhalde ilkokul kompozisyon derslerine ‘ibretlik ev ödevi’ olarak konu olabilirdi. Edebiyat ile darbe arasında doğrudan bir bağ olmadığı açık. Genelkurmay Başkanı’nın basın toplantısındaki ‘ Belgeyi ve Albay’ı kovuşturmaya gerek duyulmadı’ açıklaması yine bir ‘çelişkiler yumağı’ olarak karşımıza çıkmadı. Hukuki sürecin işletilmesi gerekliliğini ve askeri yargı’nın objektif olamayacağı gerçeğini öne sürenlere de ‘ cahil ve maksatlı kişiler’ damgası vurularak ‘ne diyorsak o’ kıvamında tartışma sona erdirilmek istendi. Bu üslupla belge de yazılmaz elbette, tartışma da bitirilmez! SÖZDE MÜHİMMAT, SÖZDE BELGE! Günler sonra sonuçlandırıldığı iddia edilen bu ‘darbe planı’ tartışmasında temel sorular yine cevapsız bırakılarak asimetrik bir taarruz süreci başlatılmış oldu. ‘Biz söylüyoruz inanmıyor musunuz?’ ifadesini dinlerken ‘Law silahlarının kendilerine daha önce ait olmadığını söyleyenlerin’ ‘envanterde var olduğunu gösteren MKE raporunu’ hatırlamadığını anladık. Herkesin bildiğini tekrara gerek yok. Imzanın gerçekliğini belgeleyen resmi raporlar,ifade de atılan sahte imzalar,daha önce ortaya çıkarılan Lahika belgesi gibi ‘ibretlik detayları’ sadece tebessümle hatırlayalım yeter.Sözde mühimmat’tan sözde belgeye nasıl gelindiğini anlarız. Ben bu bütün tartışmaları bitirmeyi amaçlayan toplantının neye benzediğini Çetin Altan’ın yazdığı ve 1962 yılında sahnelenen ‘Dilekçe’ adlı harika tiyatro oyunundan bir kesit aktararak anlayacağımızı düşünüyorum.Bürokratik çürümüşlüğü, soğuk savaşın ezberlerini, statüko kibrini,kraldan çok kralcılığı,cehalet dolu ‘vatanseverlik edebiyatını’ ancak bu satırlardaki kara mizah gözler önüne serebilirdi… …“ OSMAN: Alo…Saatleri Ayarlama Müdürlüğü… Efendim? Buradan kalkan bir uçak öbür gün bura saatiyle19 da Avusturalya’da olursa, Avusturalya saatiyle kaçta mı olur? (Önündeki saatlere bakar.)Avusturalya saati durmuş…Yanlış gidiyordu biz durdurduk.Avusturalya’ya da resmen müracaat ettik.Oradan bir saat gönderecekler buraya …Evet…Saati almak için bir heyetimiz gidecek.Şimdiden kesin bir şey söyleyemeyiz.Mahalli saatler yaz kış saatleri yüzünden tam olarak ayarlanamıyor.Coğrafi saat başka,resmi saat başka,hususi başka…Rica ederim burası devlet dairesi…Nato’ya sormadan güneşin batma saatini tam olarak bildiremeyiz.Bunu niçin öğrenmek istediğinizi yazınız…O zaman bir karara varırız. Evet, evet…Bir şey değil…(Telefonu kapatır.Leman biraz kendine gelmiş gibidir) Mahrem bilgi istiyorlar,atlattım…” ‘Belgenin gerçekliğini değil, imal edenleri araştırsınlar’ diyerek hem ‘belirsizliği’ yeniden tedavüle sürüp, hem de sivil yargıya sınır ve hedef belirlemek de acaba ‘atlatma’ olarak algılanabilir mi? HEPİMİZ CAHİLİZ! Siyaset bilimci Ulrich Beck’in mevcut insani ve politik krizlerin temel nedeninin ‘Sorunların üstesinden gelmek için’ oluşturulan kurumların ‘sorunlara neden olan kurumlara’ dönüştürülmesi” süreci olduğunu işaret etmesi bizim için de anlamlı görünüyor.Türkiye’de 367 krizinden,üniversitede eğitim açmazına,Kürt sorunundan,temel hak ve özgürlükler meselelerine kadar bütün açmazlar ‘sorunların üstesinden gelmek için’ kurulduğu iddia edilen kurumlar tarafından üretiliyor ve sürdürülüyor.Askeriye, Yök, Yüksek yargı organları,siyasal partiler,eğitim kurumları ‘jakobenlerin marifetiyle’, ‘hakemlik’ ve ‘katalizörlük ‘yerine statükonun tahkiminde ‘barikat’ olarak görev yapıyorlar.’Kendisi dışında herkesi’ maksatlı ve cahil olarak suçlamak,seçkincilikle milli iradeyi,demokrasi taleplerini küçümsemek öncelikle (geçmişte görüldüğü üzere) orduya zarar verir. ‘Demokrasiye müdahale planı’nda herkes üzerine düşeni yaparsa ‘kurumlar asli fonksiyonlarını’ yerine getirdiği için ‘meşruiyetlerini’ korurlar. Ayrıca CHP’de ‘darbecileri yargılayalım’ çıkışında samimiyetini göstermek için ‘darbecilere sivil yargı yolunu açan’ kanun tasarısına destek verebilir ve ‘mıncıklandık’ diyerek hala ‘askerleri kışkırtarak iktidara gelme’ rüyasından uyanabilirdi. Yoksa bu çıkış ‘darbeci’ imajından sıyrılmak, belge tartışmasını sona erdirmek, AKP’yi de orduyla karşı karşıya getirmek için mi tasarlanmıştı? Hem samimi olsaydınız Kenan Evren’in intihar teşebbüsüne de gerek kalmazdı. Madem demokrasiyi korumak için darbe yapmıştı;sivil yargıdan korkmaya ne gerek vardı? Belge tartışmasında demokrasiden yana olanlar için sözde belgeden,fotokopiye ordan da ‘kağıt parçasına’hepsinin aslı gibi değeri var. Çünkü demokratikleşmeye bir adım daha yaklaşıyoruz. İntihar gerektirecek korkularımız da yok.Adalete ve vicdanımıza bağlılık kusursa, elbette ‘hepimiz cahiliz”? ORHAN OĞUZ GÜRBÜZ - yazar- [email protected] 4 Temmuz Cumartesi - TARAF
<< Önceki Haber İntihar mı etsek, cahil mi kalsak? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER