Karpat'tan 22 Temmuz önerileri

Karpat, “22 Temmuz’un dört mağlubu” diye nitelediği Sezer, yargı, ordu ve CHP’nin kendilerine çekidüzen vermesini tavsiye ediyor.

Karpat'tan 22 Temmuz önerileri

Aksiyon, Türkiye’nin yaşayan tarih otoritesi Kemal Karpat’la siyasetin en sıcak aylarını ve yeni dengeleri konuştu. Prof. Karpat, “22 Temmuz’un dört mağlubu” diye nitelediği Sezer, yargı, ordu ve CHP’nin kendilerine çekidüzen vermesini tavsiye ediyor. Prof. Dr. Kemal Karpat, 9 ay önce yine Aksiyon için yaptığımız söyleşide AK Parti’nin elinde olan tarihî fırsatlara işaret ederek bazı uyarılar yapmıştı. Hatta bu uyarıları içeren bir mektup göndermişti Başbakan Tayyip Erdoğan’a. Medyada da mektubun adrese ulaşıp ulaşmadığı tartışma mevzuu olmuştu. Okuyacağınız röportaj bir fikri takip eseridir; yani cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, 27 Nisan, 22 Temmuz gibi tarihî dönemeçlerin ardından Prof. Karpat’la yeniden dönemi ve aktörleri konuşmak gerekiyordu. Karpat, bu dönemi ‘imtihan süreci’ olarak değerlendiriyor ve sürece dahil olan aktörlerin sicil zabıtlarını açıklıyor. Sınıfta kalanları tek tek değerlendirirken bazen Osmanlı’daki ‘anayasalar’a bazen de Millî Mücadele’ye gidiyoruz. Ancak karne notlarını eksiksiz tamamlıyoruz. -22 Temmuz sonrası ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni durumun eskiye nazaran çok daha iyi olduğunu, temsil gücünün arttığını ve böylece iktidara daha rahat kanun yapma, hareket etme imkânı sağladığını düşünüyorum. Meclis’te %80’leri aşan bir temsil oranı var ve üstelik 4 ayrı görüş temsil ediliyor: AK Parti, CHP, MHP ve müstakiller. HALK, MAĞDURİYETE TEPKİ KOYDU -Müstakiller üzerinde biraz dursak.. Bu bağımsızların Kürt kökenli olmaları, Meclis’te temsil edilmeleri demokrasi bakımından çok iyi. Aynı zamanda Türkiye’de Kürtlüğü öne süren, onu belirleyici unsur olarak gören kişilerin yüzdesini göstermesi bakımından önemlidir. Şahsen senelerden beri söyledim, Türkiye’de gerçek manada milliyetçi, Türkiye’den ayrılmaya yüz tutmuş, millî Kürt görüşlü kimseler baskın değildir. Sonuçlar onu gösteriyor. Türkiye’de ayrılık isteyen Kürt kökenli kimselerin oranı, Kürtler içinde bile %10’u geçmez. Türkiye’de yetişen Kürtler her şeyden evvel bir Osmanlı geleneğine sahipler. Ayrımlara, farklı dili konuşuyor olmalarına rağmen halk arasında Osmanlı’dan bugüne devam eden geleneğe tabi olarak yetişmişlerdir. Türkiye’de buna benzer, dilini korumuş çeşitli Müslüman gruplar vardır. Korkmadan çekinmeden bunları yorumlamak gerekir. -Yeni Meclis’e tekrar dönersek… Seçim aslında çok büyük bir imtihan olmuştur. Cumhurbaşkanı seçimiyle ortaya çıkan bunalım, 22 Temmuz seçimi, Türkiye’de çeşitli grupları imtihan etmek için bir imkân sağlamıştır. Kanımca halk çok başarılı bir imtihan vermiştir. Diğer taraftan bu seçimdeki diğer aktörler çeşitli derecede eksik hatta çok kötü notlar almışlardır. -Önce en iyi notu alan halktan başlayalım. Benim Türk siyasetini 40 seneden beri takip etmem şunu göstermektedir ki halk baskıdan, vesayetten kaçmakta, bundan nefret etmekte, kendi kişiliğine ve kararlarının doğruluğuna inanarak demokrasiye bel bağlamaktadır. Türkiye’de halkın demokrasiye sarılması demokrasinin ince prensiplerini bildiği için değil, demokrasi vesayetten, baskıdan kurtuluşun yolunu verdiği içindir. Aynı zamanda verdiği oyu sayesinde geleneksel yaşayışını, kültürünü muhafaza etmek istiyor. Bir taraftan tamamen modern sayılan özgürlükler arıyor, bir taraftan tarihî kimliğini, özünü savunarak ilerlemek, modernleşmek istiyor. Hangi parti bunları ona vaat ederse ilk bu konuya dayanarak oy veriyor. Onun için AK Parti’yi yok etmek, onu mağdur duruma sokmak isteyenlere karşı, niyeti olmadığı halde gene AK Parti’ye oy verdi. Kanaatimce en fazla %34 olması gereken AK Parti oyunu yüzde 47’ye çıkardı. Eğer seçimden evvel, o çirkin müdahaleler olmasaydı AKP çok daha az oy alırdı. SEZER SINIFTA KALDI; ONUN GİBİSİ GELMEDİ -Halk, AK Parti mağdur olduğu için değil kendi özgürlüklerini savunmak için bu seçimi yaptı diyorsunuz… Evet. Halk siyasi istikrar istiyor, işini gücünü rahat sürdürecek siyasi bir ortam istiyor. Kargaşalık istemiyor. Kargaşalık çıkararak bundan kazanç elde etmek isteyenler bugün de yanılmışlardır. Üçüncü olarak halk ekonomik gelişme istiyor ve AK Parti bunu sağlamıştır. Bu kesindir. Bunu ben yeni söylemiyorum; istikrar ve ekonomik gelişme sağlayan bir parti daima oy alır Türkiye’de. Diğer partilere nazaran daima üstün gelir. Bu noktalardan hareket ederek halk, imtihanı fazla bir şekilde geçmiştir diyebiliriz. -Sınıfta kalanlara gelirsek.. İmtihanda geri kalanlar, siyasi hayata iştirak eden tüm aktörler bence ya sınıfta kalmış ya da çok kötü not almıştır. İmtihanı kaybedenlerin başında Cumhurbaşkanı Sezer geliyor. Sayın Sezer’in bilhassa Türkiye gibi geçiş noktalarında bulunan, ekonomisi, siyaseti hassas dengeler üzerinde duran bir toplumda ideolojik bir tutum içinde bulunmaması, bitaraf bir kişi gibi hareket etmesi gerekiyordu. Maalesef Cumhurbaşkanı bekleneceği gibi bitaraf ve uzak görüşlü çıkmamıştır. Hakikaten Sayın Sezer Türkiye siyasi tarihi muhakeme edildiği zaman bence hiç de parlak gözükmeyecektir. İdeolojik hareket ederek, elindeki bütün hukuki imkânları kullanarak kendi görüşünü veyahut temsil ettiği kimselerin görüşünü uygulamaya çalışması hiç de iyi olmamıştır. -Sezer’in tutumu istisnai midir? Diyebilirim ki Türkiye cumhurbaşkanları tarihinde böyle bir davranış göremeyiz. Cumhurbaşkanının belirli bir partiyi, bir görüşü değil, halkın tümünü temsil etmesi gerekirdi. İkinci olarak sınıfta kalan mahkemeler yani yargı organlarıdır. Bazı noktalarda son anlarda iyi hareket etmekle beraber onlar da ideolojik hareket ederek kanunları belirli bir şekilde yorumlamışlardır. -Aslında yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı anayasal güvence altındadır değil mi? Türkiye’de şeklen yargı tarafsızdır. Gerçek bir modern toplum olması için yargının gerçek anlamda bitaraf olması gerekir. Müstakilliğe, kimseden emir veya telkin almadan hareket etmeye kanunlar imkân vermekte; ancak yargı organlarını temsil edenler hâlâ kendi ideolojik şahsi görüşlerinden ayrılamıyorlar. Bu mesele biraz girifttir. Bu biraz da anayasanın yapılışından kaynaklanmaktadır. Bizde anayasa, lalettayin kanunlardan biraz iyi metinlerdir. Vizyon yaratan, toplumsal beklentileri yansıtan metinler olmadığı için 1920’den sonra dört anayasa yaptık. 1876 Anayasası Osmanlı’nın ilk anayasası olmuştur, aşağı yukarı 40 yıl ömrü olmuştur. Cumhuriyet anayasalarının ortalama ömrü 20’şer yıl. -Anayasa geleneğimiz olmadığı için mi oturmuyor? Temel bir anayasa anlayışı gerekli. İşin garibi 1876’dan önce Osmanlı’da yazılı bir anayasa olmamasına rağmen bir temel anayasa anlayışı mevcuttur; sultanların kanunnameleri birer anayasa mahiyetindedir. Yani uzun süre tatbik edilebilecek ve prensipleri saygı görecek anayasa anlayışı Osmanlı’da vardı. Biraz da Fatih Sultan Mehmet’tin kanunnameleriyle gelişmiş bir anlayıştır bu. Kanunnameler birer anayasadır. Bu anayasa anlayışı doğru dürüst yerleşmezse Türkiye’nin demokrasisi bunalımdan bunalıma girer. Yargı organları da şuradan buraya sürüklenmiş olur. Ben yine de yargı organlarına saygı duymakla birlikte yargı organlarının kendilerine bir çekidüzen vermesi gerektiğini düşünüyorum. -Biraz daha açmak gerekirse, bizde Anayasalar neden kısa sürede eskiyor? Anayasalar beliren ilk geçici ihtiyaçlara cevap vermek için yapılıyor. Anayasalar, kanunlar gibi ufak tefek meseleleri halletmektense daha uzun meseleler göz önüne alınarak yapılmalı. 1961 Anayasası’nı alalım. 1924 Anayasası’nın devletçi icra organına azami kuvvet veren hükümlerine karşı çok daha liberal hükümler getirdi. Ama Türkiye buna hazır değildi. Uzun zamanlar çember içine sıkışmış şeyler, düşünce hürriyeti ile birden patlak verdi. Türkiye’nin kaldıramayacağı, bazen fantezi derecede ideolojilerle boğulduk. Düşünün; bölünen solcu takımların içinde Arnavutluk’taki Enver Hoca’nın fikirlerini örnek alan gruplar bile vardı. Tabii bunu biraz da 60 ‘a kadar 24 Anayasası’nın sıkıcı, baskıcı havasına bağlamak mümkün. Genellikle daha evvel yaşanan, kısa vadeli durumlara tepki olarak ortaya çıkıyor. -82 Anayasası gibi.. 82 Anayasası, 61 Anayasası’nın aşırı liberal unsurlarına tepki olarak yürütme organını daha da kuvvetlendirdi. Türkiye’nin tarihi geleneğinde ve pek çok başka ülkelerde olduğu gibi yürütme organının kuvvetli olması gerekir. ANAYASA, ATATÜRKÇÜLÜĞÜ İNKAR ETMEMELİ -22 Temmuz’dan sonra sivil anayasa tartışmasını izleyebiliyor musunuz? Anayasa aynı zamanda bir toplumun tarihinden ilham alır. Atatürkçülüğü hesaba katmadan bir anayasa yazamazsınız. Atatürkçülüğü, Atatürk’ten ayrı ele almamak lazım. Atatürk birçok meseleyi düşünerek, ileriye dönük olarak kararlaştırmış, kabul ettirmiş. Türkiye’nin yakın tarihini, Milli Mücadele’yi inkâr eden anayasaların az zamanda çökmeleri mümkündür. Anayasa uzun görüşler, konferanslar, tartışmalar neticesinde toplumun her katından gelen görüşlere yer verilerek hazırlanır. Bir ayda, iki ayda lalettayin bir kanun gibi hazırlanmaz. Anayasa, toplumda oluşan temel fikirleri yansıtır. -22 Temmuz’un 3. kaybedenine gelirsek… Ordu… Ordunun Türkiye’de halk tarafından en güvenilen kurum olduğu gerçek. Orduya bütünüyle halkın bir sevgisi, bir itimadı var; bu da bir gerçek. Ama aynı halk ordunun günlük siyasete karışması, siyasi hayatı bu ya da şu şekilde yönlendirmesine kesinlikle karşıdır. Ve bu yeni bir şey değildir. Çünkü ordunun günlük siyasete karışması İttihat ve Terakki eliyle âdeta Balkan Harbi’nin kaybedilmesine, Balkanların elimizden kopup gitmesine sebep olmuştur 11-12’lerde yapılan tartışmaları okursanız görürsünüz, o zaman orduya karşı bir cereyan hasıl olmuş, ordu âdeta yok edilecek, yerine başka kurumlar ikame edilecek gibi tartışmalar olmuştur. 1912 seçimlerinde İtilaf gelmişti, o dönemdeki askerlerlerde bizim halimiz ne olacak diye büyük tereddütler hasıl olmuştur. Biz sulh getireceğiz diye Balkanlardan birçok kıtaları geri çekildi. De-militarizasyon, yani dünyaya ‘bakın biz ne kadar iyi niyetliyiz’ diye göstermek için Balkanlardaki askerin sayısını indirdiler. Bundan istifade eden Bulgaristan, Osmanlı ordusunu perişan etti. Bu şekilde Makedonya ve pek çok yerleri kaybettik, Bulgarlar Çatalca’ya kadar geldi dayandı. Bu, ibret alınacak bir olaydır. HALK, ORDU MÜDAHALESİNİ DE PROTESTO ETTİ -Ordunun siyasete karışması ile ilgili bugün için ne söylenebilir? Bugün böyle bir durum mevcut değil. Belki ordu dememeliyiz; ordu nihayet memleketin çeşitli gruplarının çocuklarından oluşan bir topluluktur. Karar veren üst düzey subaylardır söz konusu olan. Şimdi halk ordunun günlük siyasete karıştığını görünce de buna karşı büyük tepki gösteriyor. Orduya olan sevgisini bağıra çağıra ilan ediyor, günlük siyasete müdahalesini protesto ediyor. Bildiğiniz, muhtıraya karşı büyük bir tepki gösterdi oylarını AK Parti’ye verdi. Bu bir protestodur. -Bu nedenle askerler eleştiriliyor zaten. Bence burada orduya rastgele hücum etmekte sebep yok. Diğer taraftan ordunun aktif siyasetten elini kolunu çekmesi de Türkiye’nin geleceği için acil bir ihtiyaçtır. Ordu toplum içindeki sevgisini koruyacaksa, o zaman ordunun günlük siyasetten çekilmesi gerekir. Yüksek rütbeli bir subayın ‘siyaset şöyle ya da böyle olması gerekir’ şeklinde konuşması demokrasiye uygun değil, toplum nezdinde askerin itibarını zedeleyen bir şeydir. Üstelik dışarıda günlük siyasete istikamet vermeye çalışması çok kötü yorumlanıyor. Zaten “Türkiye’de demokrasi olamaz, yüzlerce sene ordunun kumandasında yaşamış toplumdan başka bir şey beklenemezdi, sizin demokrasiniz ordunun müsaadesi kadardır.” diyorlar. “Eninde sonunda Türkiye askerî vesayet altına girecek, temelde böyle vesayet altında yaşıyorsunuz zaten.” deniliyor. Bu oluşan havanın temizlenmesi lazım. Şahsi görüşüm, Türkiye’nin gerek iç, gerek dış siyasette dayandığı en güçlü kurum ordudur. Ancak güçlük sadece bol silahla olmuyor. Gerçek anlamda halkın itimadına, sevgisine bağlı olmalıdır. CHP’YE KARPAT’ÇA BAKIŞ -Ordunun siyasete çekilmesinde sivillerin rolünü nasıl yorumluyorsunuz? Esasında büyük hata sivil bölümündür. Sivil, ‘biz ne yaparsak yapalım asker gelir her şeyi düzeltir, bize teslim eder’ tavrı içinde. Bu mantaliteyi düzeltmeden orduyu aktif siyasetten uzaklaştırmak zordur. -Belki de sivil siyasetin kaybeden unsurlarından bahsetmek gerekiyor. İmtihanı en kötü şekilde kaybeden CHP olmuştur. CHP maalesef Türkiye’de yerleşmiş idareci sınıf vesayetini, onun her şeyi bildiği, onun dışında bulunan kimselerin cahil, dünyayı anlamayan kimseler olduğu fikrini en güzel temsil eden bir gruptur ve bu hiç değişmemiştir. İsim değiştirse bile hep böyle kalmıştır. Halk Partisi içinde fevkalade değerli insanlar olmasına rağmen hâlâ halka karşı itimatsız, halkı çocuk gibi gören, serbest bırakıldığı zaman yanlış yola gideceğini düşünen bir kuruluştur. Halk Partisi 60 yıllık tecrübeye rağmen demokrasiden bir şey öğrenememiştir. Demokrasiyi temsil eden bir partinin cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis’e girmemesi, seçimi engellemek için Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmesi doğrudan doğruya demokrasiyi kundaklayacak hareketlerdir. Ben inanamadım. Aynı zamanda bu partinin gerçek manada ideolojisi yoktur. Bir taraftan Atatürk’ün mirasına sahip çıkmak istiyor, diğer taraftan sosyalist partinin üyesi oluyor. Sonra ne sosyalistlikle ne de ne de Atatürkçülükle herhangi bir şekilde bağdaşmayan fikirlere yer veriyor. Karmakarışık, ideolojisi olmayan bir partidir CHP. -CHP çok büyük bir oy beklentisi içindeydi ve % 20’lik sonuç onlar için hayal kırıklığı oldu Çok küçük bir artış var o da DSP’den gelen oylar. Hâlâ Ecevit’i bilen, onun fikirlerini destekleyen insanlar var. Ecevit’i şahsen tanıdım, Ecevit de CHP’nin bu durumundan memnun değildi. Ecevit’in de filozofik siyasi birikimi noksan olduğu için, Türk toplumunu doğru dürüst tanımadığı için, o da bir yere varamamıştır. Halk Partisi halktan kopmuş bir grup, kendi başına gelin güvey olan bir parti görümünde. Ama yine de bu partiye oy verenlerin bir bekleyişi var. MHP, CHP MİSYONUNU SÜRDÜREBİLİR -Osmanlı’dan gelen değişim fikrinin Cumhuriyet Türkiye’sindeki seyri ve günümüz siyasetine yansımaları hakkında neler söylenebilir? Cumhuriyet döneminde sosyal değişim dönemin zarureti olarak görülmekle birlikte zamanla yeni imtiyazlı sınıfın direncine muhatap olmuştur. 1940’larda topluma hakim olmuş olan Halk Partisi bu durumun değişmesini istemiyordu. Buna orduyu da katmıştı. Halk Partisi’nin 23’te kuruluşunda bu fikirler mevcuttu. Cumhuriyet’in temelinde olan fikirler Türkiye’yi çağına uyduracak fikirler olarak görülüyordu. Değişme dinamizmi vardı. Çağına uygun, ileriye dönük hareket etme fikri Halk Partisi’nde vardı. Bu fikri bugünkü koşullar içinde canlandırabilirse adam çekebilir. Demokrat Parti, AK Parti geleneği temsil ederken, ona karşı ilericiliği temsil etmesi gereken CHP tutuculuğun ana fikri haline geldi. AK Parti ileriye dönük bir parti havasında. -Böyle olmasına rağmen halk CHP’ye yine oy veriyor, bunu nasıl yorumluyorsunuz? Ama yine halkın bir kısmında CHP’nin bu eski imajı mevcut. Cumhuriyet’in kuruluşunda temel olan fikirleri günümüze uygulayarak yeni vizyonla karşımıza çıkacak ümidiyle ona oy veriyorlar. İnsanlar belirli partiye oy vermeye alışınca bunu bir itiyat haline getirip her şeye rağmen devam ettirir. Babadan dayak yiyen çocuklar yine de babalarını sever ya, bu da böyle bir şey. Atatürk’ün partisi gibi şeylerle oy veriyorlar; ama bu uzun süremez. Bence Halk Partisi’nin karşısında, durumu doğru dürüst değerlendirip onun yapamadıklarını günümüze uygun yorumlayarak seçmenin önüne çıkacak bir parti olursa Halk Partisi’nin oylarını çeker. Memleketin gerçeklerinden, tarihinden kültüründen hareket ederek, Cumhuriyet’in temel prensiplerine sadık kalarak bu mümkün; uzak bir ihtimal olmakla birlikte bunu MHP yapabilir. Tabii, Milli Halk Partisi olursa. Gene de MHP rumuzunu muhafaza ederek. Hareket kelimesi bazı gençlere hitap etmekle beraber bizim oldukça tutucu olan halka çok hitap etmiyor. -MHP’de böyle bir eğilim görüyor musunuz? Sayın Devlet Bahçeli bence iyi bir lider olarak tanınmaya başladı. Hakikaten birçok bakımdan temkinli, dengeli, biraz Türkiye bütünlüğünü göz önüne alarak hareket etti. Bu yolda gider, merkeze hatta hafif sola kaymak gibi halkın pratiklerine karşılık gelen siyaset güder, cumhuriyetin ilk dönemindeki politikaları programına alırsa, CHP’nin yerini alması muhtemel. AK PARTİ, KÖTÜ NOTLA GEÇTİ -İmtihana tekrar dönersek, AK Parti bu sınavdan geçerli not almış mıdır? Kötü not alan; ama sınıfı geçen parti AK Parti’dir. Sınıfı geçti, çünkü halkın itimat ettiği birkaç ana nokta var. Cumhuriyet tarihi boyunca halkla bütünleşebilen tek partidir AK Parti. Ancak başlangıçtan beri AK Parti’nin tavrı, “Ben halk desteğine sahibim, her şeyi istediğim gibi yapabilirim, benim gücüm halktan geliyor” şeklinde. Genel görünüşte doğru; fakat temelleri zayıf bir fikre dayanıyor bu. Çünkü demokrasilerde her iktidarın karşısında büyük bir muhalefet vardır ve olacaktır. Bu muhalefetin bazı fikirlerini iktidara oy veren kimseler de paylaşmaktadır. Oy vermekle her şeyine pek iyi diyecek bir halk yoktur Türkiye’de. Bu çok sakattır. Türkiye’de iktidarların başına felaket getirecek unsurdur. Seçimle geldim, halk bana oy verdi, her şeyi yapabilirim demenin iyi hatıraları yok bizde. Türkiye gibi elitist bir geçmişi olan, vesayetçi bir kitlenin bulunduğu ülkede birçok şeylerde elitin görüşlerine dikkat ederek hareket etmek lazım. Üniversitelerin, mahkemelerin, ordunun, üst yapı dediğimiz bu düzenleyici kurumların büyük bir kısmı seninle hemfikir olmaza, sen bunları yok sayarak hareket edemezsin. -Siz cumhurbaşkanlığı seçiminden bayağı önce Erdoğan’a mektup yazdınız, ‘Cumhurbaşkanı olma’ diye... Galiba biraz da buna işaret etmek istediniz. Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istedi. Ben de, birçok kimse de nasihat verdik. İcraat yap, halk seni daha iyi tanısın, biraz daha olgunlaş, sofistike ol, senin mensup olmadığın sosyal gruba intibak olmaya çalış diye... Ama bugün yaşanan durum farklı değil. AK Parti büyük çoğunlukla iktidarı muhafaza etmesine rağmen cumhurbaşkanlığı seçiminde seçimlerden önce de sonra da kendisinden beklenen olgunluğu tam gösterememiştir. AK Parti, iktidarını sağlamlaştırmak için siyasi ve ekonomik istikrardan yana koymalı tavrını. ‘MAHALLE ETKİSİ’ TABİRİ YANLIŞ - Seçim öncesi AK Parti’nin yaptığı açılımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Fena değildi. Toplumun başka kesimlerine açılışı ve sosyal temsili genişletmesi demektir… Sanırsam ona oy kazandırdı. Eskiden bu yoktu biraz. Bu tutum çok iyidir. Yeni Meclis Başkanı’nın da Köksal Toptan olması isabetli olmuştur; istikrarlı, sakin, bilgi birikimi yüksek bir insan olarak bilirim onu. -Yönetim konusunda şimdilerde yeni bir kavram dile getiriliyor, “mahalle etkisi” gibi… Bence çok yanlıştır ‘bir mahalleyi temsil ediyor’ demek. Bugün unutulmuş, kenarda bir mahalle 10 yıl sonra şehrin diğer yerlerinden farklı olmuyor. 1960’ların sonunda incelediğim bir gecekondu mahallesi köyden farksızdı. Bugün aynı gecekondu İstanbul’un gelişmiş semtlerinden tamamen farksızdır. Mahalle kültürü, tavrı diyen kimseler, kendilerini çok yüksekte gören; ancak ve ancak kendilerini yol göstermekle mükellef gösteren kimselerdir. Bizdeki elitist Halk Partisi’nin en kötü tarafını temsil eden kişilerdir. Bu şekilde taşradan gelen, birçok konularda gereğince bilgiye sahip olamayabilir. AK Parti’de bu gibi kimseler vardır. Bakan tanıdıklarım var, belki de işini iyi yapıyor; ama sıradan bir kişi gibi. AK Parti’nin entelektüel kalitesini yükseltmesi gerekiyor. Entelektüel kapasitesini yükseltmedikçe halk nazarında her zaman mağdur kalacaktır. AK Parti’nin yeni yollar seçerek, uzun vadeli yeni siyaset gütmesi lazım. LAİKLİK TARTIŞMASINI AK PARTİ BİTİREBİLİR -Siz laiklik ve din meselesi çözülmedikçe enerjimiz boşa gidecek ve AK Parti bunu çözme fırsatına sahiptir diyorsunuz. Hâlâ bu fikirde misiniz? Benim öteden beri en büyük ümidim din ve laiklik meselesinin gerilim konusu olmaktan çıkmasıdır. Laiklik meselesi konusunda bir anlaşma olursa, laikliği elinde silah olarak kullanan ve başka da bir felsefesi olmayan ğruplar silahsız kalır. Onlar bunu muhafaza etmeye devam edecek. Bu silahı yok etmenin yolu yine AK Parti’nin elindedir. AK Parti, İslamcılık korkularını körükleyecek hareketlerden çekinir, karşı tarafa, cumhuriyete, moderniteye, Atatürkçülüğe olan inancının, sadakatinin gerçek olduğunu, bu yoldan caymayacağını halka anlatabilirse bu çözülür. Yoksa bu ideolojik tartışma namütenahi gider. AK Parti ne kadar orta yoldan gider, hem dindarı hem laiki tatmin edecek siyaset güderse kazanır. Sabırlı, dirayetli olması gerekir. -Yeni dönemdeki şansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şimdi daha kolay olacaktır. Eski AK Parti iktidarında temsil edilen gruplar ortadan kalktı, biraz daha fazla sağdaydı, şimdi biraz daha ortaya kaydı. Refah Partisi korkusu kalkmadı. Erbakan’ın propagandalarına rağmen AK Parti’yi tenkit etmesi bir şeyi değiştirmedi. Refah Partisi halka, geleneğe dayanıyordu, bakın ne hale geldi. Bizim halkımız siyasi sistemin hep önünde olmuştur, sistem onun arkasından gelmiştir. Birçok politikacı onları iktidara getiren halkı anlamıyorlar. Erbakan gibiler de siyasetten silinip gidiyor bu nedenle. CHP ZİHNİYETİNİN GELECEĞİ YOK -CHP’nin yılmaz takipçilerinin değişmesini beklemiyoruz herhalde. Bizde ne olursa olsun Halk Partisi’ne oy veriyorlar. Durmadan tenkit ediyorlar, sen onlara ne söylersen söyle, iktidardaki partiye karşı tutumları değişmiyor. Ağzıyla kuş tutsa Türkiye’yi günlük gülistanlık yapsa bile oy vermezler AK Parti’ye. Halk Partisi gibi iktidar peşinde koşan, iktidar için her şeyi yapmaya razı bir parti hiçbir zaman iktidar olmayacaktır. Onu destekleyen cumhuriyet devri insanları gittikçe CHP kaybedecektir. TÜRKİYE’DE KALSAYDIM VİCDANI HÜR KALAMAZDIM -40 yıldır Amerika’da yaşıyorsunuz ama Türk siyasetini ve aktörlerini adım adım izliyorsunuz. Bu bir tercih mi sizin için? Türkiye siyasetini doğru dürüst takip edebilmek için Amerika’da kaldım. Türkiye’de siyasete karışan, devlete ilgisi olan kimseler şu veya bu şekilde bundan yararlanmak istiyorlar ya da bundan zarar görüyorlar. Ben Türkiye’de zaman zaman ders verdim, her seferinde yaralı olarak geri döndüm. Mutlaka rahatsız edilirsin, bazılarının işine gelmez varlığınız. Ben görüşlerimi, bugünkü kişiliğimi muhafaza etmek için durmadan mücadeleler verdim. Nihayet bir yerde vicdanı hür bir insan olarak kalmak istedim. Bu nedenle Türkiye’de kalamazdım. 30-40 sene öncesine göre Türkiye’de kalıp da özgür, bağımsız, vicdanı hür kalmak mümkün değildi. Şimdi şimdi biraz mümkün olabiliyor sanki. PKK İLE KUZEY IRAK’I BİR TUTMAK HATA -AK Parti’nin geçen dönem Amerika’yla inişli çıkışlı bir ilişkisi oldu. Yeni dönemde bu ilişki nasıl olur ya da olmalıdır? Kısaca arz etmem gerekirse ABD ile olan ittifak Türkiye için sağlam bir garantidir. Türkiye’nin birkaç ülke dışında ne dünyada ne de çevresinde fazla dostu yoktur. Onun için Türkiye’nin ABD gibi dünyanın en güçlü ülkesiyle ittifak içinde hatta dost olması önemlidir. Türkiye bunu muhafaza etmeli. Diğer taraftan Türkiye’nin çıkarları ile Amerika’nın siyaseti Irak’ta çarpışmaktadır. Burada ne yapacaksınız? Bekleyeceksiniz. Bugün Amerika’nın Kuzey Irak’a karşı herhangi bir harekete geçmesi beklenemez. Çünkü onun için en çok güvendiği sağlam bölge Kuzey Irak’tır. Peşmergeleri en güvenilir güç olarak Bağdat’ta bile kullanmaktadır. Bu, Amerika’nın PKK’ya karşı cephe almasını önlüyor. Bizim için PKK ile Kuzey Irak’ı yani Irak’ın Kürt bölgesini bir tutmak hatadır. Türkiye bu iki noktayı birbirinden ayırmalıdır. PKK ayrı, Kuzey Irak ayrıdır. Bu bölgeye karşı Irak’ın bir parçası olarak hürmetimiz var, bölgeyi tanıyoruz. Ama PKK ayrıdır. Kaldı ki Irak’taki mevcut hükümet uzun vadede Türkiye ile dost olmak istiyor. Ne Sünniler ne de Şiiler müstakil bir Kürdistan istemiyor. Bunu isteyen Amerika ve Kürtlerdir. Gerek Şiiler gerekse Sünniler gücü ellerine geçirdiklerinde Kuzey Irak’ın otonomisini kısıtlayacaklardır. Öteden beri Irak iç ve dış siyasetinde Türkiye’ye büyük yer vererek hareket etmiştir. İleride de böyle olacaktır. Ancak şu anda Türkiye’nin gücünü aşan faktörler mevcuttur. AKSİYON
<< Önceki Haber Karpat'tan 22 Temmuz önerileri Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER