KARŞI DEVRİM!

ÜNİVERSİTELER Arası Kurul'un dönemsel Başkanı Sayın Prof. Mustafa Akaydın, çok önemli, çok büyük laflar söylüyor.


"10 Kasım 1938'de başlayan karşı devrimin kırılma noktasındayız!" diyor! Başörtülü kızların üniversiteye devam ederek modern bilimleri öğrenmesine karşı çıkabilirsiniz. Bu, liberal demokrasinin size tanıdığı bir haktır. Ama İsmet İnönü'yü bile "karşı devrimci" sayan bu ideolojiye ne demeli? Türkiye'nin ekonomik, sosyal, zihni ve demokratik gelişmesini böyle dar bir çerçevede tutmak mümkün mü? Bilime saygı açısından daha önemlisi, uzmanlık alanı tarih ve sosyal bilimler olmayan bir hekimin, konuyla ilgili bir tek araştırma makalesi bile bulunmadığı halde bu kadar büyük laflar etmesindeki vahamettir! Elbette mühendis ve doktor rektörler de laiklik konusunda çeşitli görüşlere sahip olabilirler, savunabilirler. Ama tarih, sosyoloji, felsefe birikimi gerektiren konularda biraz ihtiyatlı konuşmaları, büyük laflardan sakınmaları gerekmez mi? Marjinal görüşler Yine mesleği hekimlik olan başka bir profesör, "teori" ve "pratik" gibi bilim felsefesinin ve siyaset biliminin en karmaşık bir alanına girerek öyle bir "Atatürkçülük" tanımı yapıyor ki, Atatürk'ün adını çıkarın, herhangi bir siyaset bilimci buna "faşizm" diyecektir! Eylemi yüceltip teoriyi küçümsemek faşizmin alameti farikalarından biridir çünkü. Yeterli bilgi ve teori donanımına sahip olmadan Atatürk, cumhuriyet, inkılap gibi 'hassas' konularda büyük laflar etmek böyle yanlışlara sürükler insanı! Halbuki bilim biraz ihtiyatlılık gerektirir. "10 Kasım 1938'de karşı devrim başladı" tezi, bizim akademik tarihçiliğimizde neredeyse sıfır hükmünde marjinal bir görüştür. Böylesine marjinal bir iddiayı 'resmen' dile getirmek için akademik değerde bir şeyler yazabilmiş olmak gerekir! Bilimsellikle hiçbir ilgisi olmayan ve İnönü'yü bile karşı devrimci sayacak kadar ölçüyü kaçıran bir ideolojinin demokrasiye, hür düşünceye, sosyal barışa, sorunların çözümüne katkıda bulunması mümkün mü? Üniversiteye yakışan Bu konuları çok iyi bilen merhum Bülent Tanör'ün Atatürkçülüğünden şüphelenmek mümkün mü? Prof. Tanör, bir "Jakoben, vesayetçi, köktenci ve çatışmacı" laiklik modeli olduğunu, bir de "liberal, reformist, bireysel" sekülerleşme modeli olduğunu, ikisinin de neticede modern ve demokratik topluma gittiğini yazar. Onun için kimse kendi laikliğini "itikat" haline getirmemeli. Üstelik, liberal demokrasi modernleşmenin en önemli kurumlarından biridir. Başörtülü kızların üniversitede okuması konusu ideolojik ajitasyon diliyle değil, bilimin ihtiyatlı diliyle, demokrasinin uzlaşmacı diliyle tartışılmalıdır. Bu da en çok üniversiteye yakışır. Üniversite bir ideoloji ocağı değil, bir bilim ve özgürlük kurumu olmalıdır. Üniversite adına konuşmak, her şeyden önce ortaya bir üniversite reform projesi koymuş, YÖK'ün uluslararası paneline tebliğ sunmuş olmak gibi birikimler de gerektirir, değil mi? Eleştiri, muhalefet elbette olacak... Ama üniversite senatolarına "koruma kollama" çağrısı yaptırmış olan rektörler artık yaşadıkları çağın demokrasi standartlarını anlamalıdırlar. Sayın Org. Yaşar Büyükanıt kadar meşruiyetçi ve hukuka saygılı olsunlar; kâfidir.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER