TARİHLE ARANIZDAKİ BAĞ

Geçen hafta sonu otomobille İstanbul’da Beşiktaş’tan geçeceğiz ama ışıkta bekliyoruz.


Tam karşıda Sinan Paşa Camii. Ben camiye bakıp, ‘Yazık, bu cami depremde yerle bir olacak herhalde’ dedim, 1999 depreminde minaresinin yıkıldığını ve camide yeterli güçlendirme yapılmadığını hatırlatarak. Eşim, ‘Kaç yıllıktır bu cami’ diye sordu, tam bilmiyorum ama en azından 300 yıllık olmalıydı cami. (Sonradan kontrol ettim, Mimar Sinan tarafından dönemin Kaptanı Deryası Sinan Paşa için yapılan cami 1555 yılında tamamlanmıştı, yani 454 yaşındaydı.) Caminin eskiliğini düşünürken de birden ampul yandı: Sanki cami oraya uzaylılar tarafından yerleştirilmiş gibiydi, çünkü caminin 500 yıla yaklaşan tarihi ile bugün arasında köprü görevi yapacak, aradaki zamanı doldurmamıza yardımcı olacak tek bir taş parçası bile yoktu etrafta. Caminin arkasında çirkin mi çirkin birçok katlı çarşı, semt tarihinden tamamen kopmuş. Aradaki 450 yılın herhangi birini temsil eden tek bir eserin bile olmaması... *** Birkaç gündür Roma’dayım. Kafamı her kaldırışımda, sokaklarda attığım her adımda, elimdeki rehber kitabına her bakışımda, Beşiktaş meydanı ve Sinan Paşa Camii’nin çevresiyle ilişkisizliği, tarihen kopartılmışlığı, daha doğrusu camiyle çevresi arasındaki tarihi süreksizlik geliyor aklıma. Elbette Roma’da da tarihi bir sürekliliği her an her yerde göremiyorsunuz, görmemek daha da doğru belki. Ama bir örnek vermek zorundayım: Otelimiz, bu şehrin tarihinin başından beri önemli bir caddesi olan Via del Corso üzerinde. Otelden çıkıp ‘Colonna’ (Bildiğiniz ‘kolon’ demek, bizim Çemberlitaş’ın aslında aynısı ama daha iyi korunduğu için üzerindeki heykeller, kolon boyunca devam eden heykel öykü vs. yerinde duruyor) meydanına doğru giderken dikkatimi çekti, daha küçük bir meydansı açıklıkta bir bina ve bitişiğindeki bir kiliseyi anlatan bir tabela gördüm. O bina ve kilise, 1208 yılından beri oradaymış. Defalarca el değiştirmiş, defalarca kapsamlı onarımdan geçmiş, hatta bir seferinde önündeki meydanda büyük bir kazı yapılmış ve eski Roma devrinden kalma acayip bir heykel de bulunmuş. Ama binayla kilise hep kalmış. Düşünün, Roma açısından en fazla bizde bir Mimar Sinan eseri kadar ilgi görebilecek bir dini ve sivil yapı, 800 yıldır aynı yerde duruyor (bizdeki de az değil 450 yıl!) ve çevresiyle tarihi bir süreklilik içinde, çünkü hemen yanındaki binayı oraya 30 yıl önce birtakım barbarlar dikmemişler. Karşıdaki apartman en az 300 yıllık, yanda bir başka tarihi bina var, halen yaşayan. *** Amacım Roma’yı övüp İstanbul’u kötülemek değil. Zaten bugün artık yapacak bir şeyimiz yok, şehrimizdeki tarihi eserlerle onların çevresi arasında tarihi bir süreksizlik meydana gelmişse bunu geri dönüp düzeltemeyiz. Ama en azından şunu yapabiliriz: Oradan gelip geçenlerin o semtin, o tarihi eserin etrafındaki hayatın nasıl olduğunu hayal etmesine yardımcı olacak bazı resimler, yazıları oralara yerleştirebiliriz. Mesela ben hep merak etmişimdir: Kanuni Sultan Süleyman, sevgili oğlu Cihangir öldüğünde Mimar Sinan’a bugün İstanbul’un Cihangir semtine adını veren camiyi yapması talimatını verdi. Cami, bilen biliyor, yüksek kayaların tepesinden denize doğru bakıyor, Boğaz’dan İstanbul’a gelenleri gözlüyor gibidir. Tabii, şimdi sağında solunda yer alan saygısız apartmanlar, alt kısıma yapılan saygısız iş merkezleri yüzünden camiyi uzaktan seçmek bile bir mesele. O yüzden de ben merak ediyorum: Cami yapıldığında caminin çevresiyle ilişkisi nasıldı acaba? Çevresi boş muydu, sarp kayalıkların üzerine yapılan tapınaklar gibi erişilmez olmasını mı istemişti mimarı acaba caminin? Yoksa etrafı bugünkü gibi miydi, düzensiz bir kalabalık *** Tarihle aramızdaki ilişkiyi veya ilişkisizliği, içinde yaşadığımız şehir de belirliyor, unutmayın.
<< Önceki Haber TARİHLE ARANIZDAKİ BAĞ Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER