Askere karşı demokrasiyi ‘sivil koruma ve kollama’ görevi...


İzin kullandım üç hafta. Ama dinlenmek için değil, kitap yazmak için... Bu süre içinde yalnız futbolu, özellikle Galatasaray’ın Hollanda kampını, iki hazırlık maçını, transfer vaziyetlerini izledim. Sarı kırmızı durumlar fena sayılmaz. Şunun yine farkına vardım: Futbol kendini çabuk özletiyor. Bu arada geçen pazar günü de televizyon başına oturup, Federer’le Roddick arasındaki o dört küsur saatlik muhteşem Wimbledon tenis finalini seyrettim heyecan içinde. Siyasete gelince... Ara sıra televizyona, gazetelerin birinci sayfalarına şöyle bir göz attım, o kadar. Ya da cep telefonuma gelen mesajlarla yetindim siyaset konusunda. Kısacası: Üç hafta boyunca ‘saha dışı’ndaydım, toptan uzak kaldım. Form tutmak için biraz zaman gerekebilir. Bakıyorum, oyun yine aynı oyun gibi gözükse de, siyaset sahnesinde bir şeyler değişiyor. Özellikle sivil-asker ilişkileri alanında... Bu açıdan, örneğin askerdeki savunma halleri bana ilginç geldi. Niye bu kadar savunmada asker?.. Elbette önemli bir gelişme de, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasal bir düzenlemeyi, biraz el çabukluğuyla olsa da, AKP hükümetinin Meclis’ten geçirmesi ve arkasında kararlılıkla durmasıydı. Üstelik hükümetin bu yasal düzenlemesi, Genelkurmay’daki 36 generalli, amiralli basın toplantısı gösterisinin sahnelendiği günün gece yarısından sonra gerçekleştirildi. Şu da dikkat çekiciydi: Genelkurmay’ın ‘kâğıt parçası’ dediği o ‘belge’yle ilgili olarak Erdoğan hükümetinin savcılığa suç duyurusunda bulunmuş olması... Bu arada Genelkurmay’ın öfkeli tepkilerle koruma şemsiyesi altına aldığı ve Askeri Savcılığın hakkında işlem yapmayı gereksiz gördüğü bir Kurmay Albay’ın sivil mahkemede tutuklanması da, demokrasi açısından bir şeylerin Türkiye’de değişmekte olduğunu göstermesi bakımından altı çizilmesi gereken bir olaydı. Belki bir ‘ilk’ten de söz edilebilir. Bu da, Başbakan Erdoğan’ın askerin fazla gerildiği böyle bir dönemde, iç güvenlikle ilgili olarak ‘polisin rolü’ne işaret etmiş olmasıdır. Bütün bu satırbaşlarıyla değindiğim konular -ve Tayyip Erdoğan’ın Ergenekon’a ilişkin kararlı tutumu- Türkiye’de demokratik siyasetin ve siyasi istikrarın püf noktasına, yani Türkiye’de demokrasi açısından hastalıklı sivil-asker ilişkilerine dokunmaktadır ki, bu nedenle önemlidir. Çünkü, bu ülkede kalıcı istikrar ve ‘siyasal huzur’un yolu, demokrasi ve hukukun yerli yerine oturmasından geçiyor. Üç haftalık kitap iznimde iki konu daha beni düşündürdü. İkisi de askerle ilgili. Biri, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un üstüne basa basa ‘kâğıt parçası’ diye nitelediği bir konunun siyaset sahnesini bu kadar sallamış olmasıdır. Nasıl oluyor da bir ‘kâğıt parçası’ Türkiye’yi bu kadar karıştırabiliyor?.. Bu soruyu öncelikle askerin etraflıca düşünmesi lazım. Çünkü, inandırıcılığını yitirmeye başladı asker... Çünkü, bugüne kadar Genelkurmay karargâhından o ‘kâğıt parçası’na benzer o kadar çok ‘andıç’ çıktı ki, şimdi ne deseniz sanki boş, çok fazla inandırıcı olamıyorsunuz. Çünkü, yakın geçmişteki bu andıçları üreten ‘o zihniyet’ ya da ‘o kafa yapısı’, Genelkurmay karargâhındaki varlığını sürdürüyor. Bu zihniyet ve kafa yapısı, demokrasi ve hukuka uygun bir değişimi yaşamadan, Genelkurmay Başkanı, arkasına general ve amiralleri toplayıp, hiç hoş olmayan bir üslupla ne kadar bağırıp çağırsa da, etkili, inandırıcı ve ikna edici o-la-maz! Çünkü artık yeni şeyler söyleme ve yapma zamanıdır. Geçen üç haftanın sonunda beni düşündüren, belki daha doğru deyişle hayrete düşüren ikinci konuya gelince, gazetemiz Milliyet’in pazar günkü manşetiydi: “Kışlaya siyaset girer itirazı!” Fikret Bila’nın haberine göre, (aynı haber Radikal’in de manşetindeydi pazar günü, Murat Yetkin imzasıyla) askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin yasal düzenlemeye Genelkurmay’ın karşı çıkış gerekçelerinden biri de şuymuş: “Siyasetin kışlaya girmesine kapı açar!” Bunu okuyunca gerçekten hayret ettim. Bütün bildiklerimle, bugüne kadar yaşayıp gördüklerimle, hatta biraz politik zekâm varsa, onunla da alay edildiği hissine kapıldım. Allah aşkınıza, siyaset ne zaman kışlanın dışında kaldı ki?.. Modern ya da post-modern darbeleriyle, sıkıyönetim ve olağanüstü halleriyle, normal ya da e-muhtıralarıyla, daha 2003-2004 dönemindeki Sarıkız, Ayışığı adlarını taşıyan darbe tertipleriyle, sayısız Genelkurmay açıklamalarıyla, andıçlarıyla bu ülkede asker ne zaman siyasetin dışındaki oldu ki?.. Türkiye’nin temel sorunu budur. Çünkü, siyaseti kışlanın dışında tutmadan bu ülkede istikrar olamıyor, demokrasi ve hukuk düzeninin taşları oturmuyor. Asıl derdimiz bu. “Askere karşı demokrasiyi sivil koruma ve kollama” görevini ve bunun kurumsallaşmasını başarmak zorunda Türkiye’nin siyaset kurumu. Buna askerin ‘sivil demokratik denetim’ altına girmesi de denebilir. (*) Oturup askeriyle siviliyle konuşmamız gereken budur, eğer hakikaten demokrasi diye bir niyetimiz varsa... Bu konuya yarın da devam. ————————————- * Bu konuda, asker ve siyaset çalışmalarının önde gelen isimlerinden olan, bir süredir Washington’da Woodrow Wilson Center for International Scholars’da akademik çalışmalar yapan Prof. Dr. Ümit Cizre’nin geçen pazar günü Star gazetesinin Açık Görüş ekinde çıkan, “Ayışığı, sarıkız, eldiven bir kâğıt parçası...” başlıklı yazısını eğer okumadıysanız, okumanızı tavsiye ederim.
<< Önceki Haber Askere karşı demokrasiyi ‘sivil koruma ve kollama’... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER